Kültür
Giriş Tarihi : 29-04-2018 11:00   Güncelleme : 29-04-2018 12:10

Kur'an ve İnsan

​Kur'an-ı Kerim daima insana hitap eder. Çünkü kâinat ve Kur'an insan içindir. Ona binlerce hikmet aktararak, onu tefekküre ve ibret almaya teşvik eder:

Kur'an ve İnsan

 “Hâlâ düşünüp öğüt almaz mısınız?” (6 En’am 80.)

Şu âyetlerdeki manâya ve ikaza bakın!                                            

“Kupkuru yerlere suyu ulaştırdığımızı, onunla gerek hayvanlarının gerekse kendilerinin yiyegeldikleri ekini çıkarmakta olduğumuzu da görmediler mi? Hâlâ da göremeyecekler mi?” (32 Secde 27.)

“Onlar, gökte ve yerde önlerine ve arkalarına bakmıyorlar mı? Dilesek onları yere batırırız ya da üzerlerine gökten parçalar düşürürüz. Şüphesiz bunda (Rabbine) yönelen her kul için bir ibret vardır.” (34 Sebe 9.)

“Üzerlerine gökten parçalar düşürürüz,” bölümünü de ayrıca düşünmek gerekmez mi? Zaman zaman düşen göktaşları bizlere çok şeyler hatırlatmaktadır.

 “(Bu hususta) ölü toprak onlar için mühim bir delildir. Biz ona yağmurla hayat verdik ve ondan tane çıkardık. İşte onlar bundan yerler.

Biz, yeryüzünde nice hurma bahçeleri, üzüm bağları yarattık ve oralarda birçok pınarlar fışkırttık.” (36 Yasin 33-34.)

Her biri apayrı bir tefekkür hazinesidir bu âyetlerin…

Bütün bunlar şunun için dile getirilir:

"Umulur ki düşünürler."        (7 A’raf 26.)              

"Nefislerinizde de (hücrelerden vücut yapınıza kadar) bir çok alâmetler var. Hâlâ görmeyecek misiniz?" (51 Zariyât 21.)

Şu muazzam yapı insan değil mi,

Onu yaratan en yüce değil mi?

Allah'ın varlık ve birliğine binlerce delil var. O yüce Rabbin bunca lütuf ve ihsanları karşısında O'nu zikretmemek ve O'na şükretmemek insanlığa sığacak bir şey değildir. Akıllı olan, tefekkür eden insan, bu hakikati anlar ve O'na kulluğu en mühim ve en büyük vazife sayar. Böyle olmamak ne kötü. Ama o ne kadar da nankör bir varlık.

İşte Allahu Zü'l-Celâl, insanoğlunun pek nankör olduğunu şöyle haber verir:

"-Muhakkak insan Rabbine karşı pek nankördür." (100 Âdiyât 6.)

Halbûki O, her bir nîmeti bizim için yaratmıştır:

 “Sizin için geceyi örtü, uykuyu istirahat kılan, gündüzü de dağılıp çalışma (zamanı) yapan, O'dur.

Rüzgârları rahmetinin önünde müjdeci olarak gönderen O'dur. Biz, ölü toprağa can vermek, yarattığımız nice hayvanlara ve nice insanlara su vermek için gökten tertemiz su indirdik.

Ölü bir beldeye hayat vermek ve yarattığımız birçok hayvan ve insanı sulamak için (indirdik).

Andolsun bunu, insanların öğüt almaları için, aralarında çeşitli şekillerde anlatmışızdır; ama insanların çoğu ille nankörlük edip diretmiştir.” (25 Furkan 47-50.)

TEFEKKÜR VE İLİM

Tefekkürün meyvesi ilimdir. Tefekkür olmadan marifet ve bilgi meydana gelmez.

Bir mucit, icadını düşünerek meydana getirir. Bir sanatkâr, eserini düşünerek yerli yerince yapar. Öyleyse, önümüze kurulan bu muazzam ve koca sofranın içindekilerden yememiz, tefekkür ehli olmak suretiyle doyuma ulaşmamız gerekiyor.

Allah’ın insanoğlunun nazarına ve idrakine sunduğu şu âlem, ne kadar güzel ve intizamlı. Her bir zerreden binlerce mana çıkar insan için. Bir çiçek bahçesine, ya da yemyeşil bir ormana giren kişi, çeşitli çiçek ve güllerin kokusunu, o birbirinden güzel ve hayretamiz kuş ve hayvanların ötüşünü, bin bir manâlar sezerek düşünür, tefekkür âlemlerine girer ve Rabbinin büyüklük ve hikmetleri karşısında gözyaşlarını tutamaz. Sonra da şöyle der.

"Sen bunu boş yere yaratmazsın ey Rabbimiz!" (3 Âl-i İmran 191.)

Yalnız O'na secde ve yalnız O'na kulluk yapar. Şu dua ile bu halini belirtir:

"- Yalnız Sana kulluk yapar ve yalnız Senden yardım dileriz." (1 Fatiha 4.)

İnanan ve kulluk yapan insan, Rabbinin huzurunda bu âyet-i kerimeyi 40 defa okur. Nefsine, şeytana ve kâinata bu hakikati ömründe milyonlarca defa haykırır. Zira o, yaptığı ibadetin şuur ve idrakindedir. Nasıl dünyaya geldiğini ve bir gün Rabbine döneceğini ve O'nun huzuruna hangi halle varacağını gözyaşlarıyla, bin bir nedametle hatırlar. Bu tefekkürle, ibadeti bambaşka olur. Bambaşka bir tat ve lezzet alır. Onun tefekkürü de artık başlı başına bir ibadettir. Zira o, Rabbinin yüceliğini idrak ederek âhirete hazırlanır.

Baştan beri anlattığımız manada yapılan tefekkürü mübarek dinimiz, şuursuzca yapılan ibadetlerden çok çok üstün tutar. Tefekkür ehli kişinin yaptığı ibadetle, adet olsun kabilinden ibadet yapan kişinin ibadeti arasındaki fark pek çoktur.

Buna dair Gazâli (r.al.) şunları kaydeder:

Tefekkürün genel mahsûlü ilim, hâl ve amellerdir. Amma özel mahsûlü ilimdir. Evet, kalpte ilim meydana gelince, kalbin hâli değişir. Kalbin tutumu değişince, âzaların amelleri de değişir. Yani amel hâle, hâl ilme, ilim de tefekküre bağlıdır. Demek oluyor ki bütün iyiliklerin başı ve başlangıcı tefekkürdür. İşte tefekkürün fazîletini burası sana açıkça hatırlatmaktadır. Tefekkür, zikir ve tezekkürden de hayırlıdır. Zira fikir, zikirdir. Aynı zamanda zikirden de fazladır. Kalbin zikri, âzaların amelinden hayırlıdır. Hatta amelin şerefi, zikir ve tezekkür sayesindedir. Bunun için bir saat tefekkür, zikir ve tezekkürden de hayırlıdır. Sevilmeyen şeylerden sevilen şeylere, dünya hırs ve tamahından zühd ve kanaate insanı iten kuvvetin de tefekkür olduğu söylenir. Müşâhede ve takvâyı da ihdâs eden kuvvetin zikir olduğu söylenir. (Gaz­âli, İhyâu Ulûmi’d-dîn, Çev. Ahmed Serdaroğlu, İst. 1975, 4/767.)

 Bunun için Allah Teâlâ:

 “Belki sakınırlar yahut onlara ibret verir” buyurmuştur. (20 Tâhâ 113.)

Bu konuda Hasan-ı Basri (r.al.) şöyle der:

"Bir saat tefekkür etmek, bir gece ibadetinden hayırlıdır."

Bunun içindir ki âlimlerimiz de çok kıymetlidir. Dînimiz onların kalemindeki mürekkebi, şehitlerin kanından daha üstün tutmuştur. Evliyâlık makamına yükselen velîlerimiz de tefekkür ve murakabeyle Hakk’a vasıl olmuşlardır. Onlar bulundukları cemiyetlerin birer nur kandili durumundadırlar. Ama Batıda böyle insanlara rastlamak mümkün değildir. Onların "azizler" diyerek arayıp hasretini çektikleri kişiler ancak bizim dinimizde yükselen alimler ve Hak dostları olan evliyâlardır ki bu zatları Peygamberimiz (sav) bizlere şöyle takdim buyurmuşlardır:

“Şüphesiz âlimler, peygamberlerin varisleridir.” (Tirmizî, ilim 19. Farklı lafızlarla Buhari, ilim 10’da da yer alır.)

Teffekkür, Allah korkusunu ve îmanı arttırır. Bu konuda Hatem Hazretleri şöyle der:

“İbretten ilim, zikirden sevgi, tefekkürden ise Allah korkusu çoğalır.”

Gâyemiz inşallah böyledir ve böyle olması için yine tefekkür ehli olmalıyız.

 “Siz, hiçbir şey bilmezken Allah, sizi analarınızın karnından çıkardı; şükredesiniz diye size kulaklar, gözler ve kalpler verdi.

Göğün boşluğunda emre boyun eğdirilmiş olarak uçuşan kuşları görmediler mi? Onları orada Allah'tan başkası tutamaz. Kuşkusuz bunda inanan bir toplum için ibretler vardır.” (16 Nahl 78-79.)     

“KÖRLE GÖREN BİR OLMAZ”

Evet! Tefekkürsüz kişi ölüler ve karanlıklar gibidir. Ama Tefekkür ehli ise diriler, aydınlıklar ve nurlar misalidir. Onlar meyveli ağaçlar, çağlayan sular ve meydana gelen nimetler gibidir. Onunla bu, bir olabilir mi?

 “Körle, gören bir olmaz. Karanlıkla aydınlık da bir olmaz. Gölge ile sıcak da bir olmaz. Dirilerle ölüler de bir olmaz. Şüphesiz Allah, dilediğine işittirir. Sen kabirlerdekilere işittiremezsin!” (35 Fâtır 19-22.)

Düşünen ve inanan görendir, tefekkürsüzce inkâr eden ise kördür.

Lokman, tek başına oturur ve uzun uzun düşünürdü. Dostlarının kendisine uğrayıp:

-Yalnız niye oturuyorsun, toplum arasına karışıp onlarla kaynaşsan daha iyi olmaz mı, demeleri üzerine, Lokman:

-Yalnızlık, düşünce için daha uygundur. Düşünce ve tefekkür insanı Cennet yoluna ulaştırır, derdi.

Vehb b. Münnebbih anlatıyor: “Çok düşünen mutlak sûrette bilgili olur. Bilgili olan da mutlak sûrette amel eder.”

Ömer b. Abdülaziz de: “Allah Teâlâ’nın nimetleri üzerinde düşünmek, en makbul ibadetlerdendir” derdi.

Abdullah b. el-Mübarek, bir gün tefekkür içinde gördüğü Sehl’e:

-“Nereye vardın?” diye sordu. Sehl:

-“Sırat’a vardım,” dedi.

Bişr şöyle der: “Eğer insanlar, Allah Tealâ’nın azameti hususunda düşünseler O’na isyan etmezlerdi.

İbn Abbas (r.a.) da: “Tefekkür ile kılınan kısa iki rek’at namaz, huzursuz yapılan bir gece ibadetinden daha hayırlıdır” dedi.

Ebû Şureyh yolda giderken başörtüsünü yüzüne alarak ağlamaya başladı. Sebebini soranlara, ömrünün azaldığını, amelinin azlığını ve ecelinin yaklaştığını düşünerek ağladığını söyledi. Ebû Süleyman ed-Dârânî de: “Gözünüzle ağlamayı ve kalbinizle düşünmeyi âdet haline getirin” demiştir.

Yine Ebû Süleyman: “Dünyalığı düşünmek âhirete perde ve velâyet sahipleri için bir ukûbettir. Âhireti düşünmek ise hikmeti doğurur ve kalbi uyarır” demiştir.

Hâtem-i Esamm: “İbretle bakmaktan ilim, zikirden sevgi, tefekkürden korku artar” demiştir.

Hasan-ı Basrî: Akıl sahipleri zikir ile fikre, fikir ile de zikre döne döne kalplerini dile getirir ve hikmetle konuşmaya başlar” demiştir.

Cüneyd-i Bağdadî de: “Meclislerin en şereflisi, tevhid sahasında düşünenlerin arasında bulunup, mârifet havasını teneffüs etmek, meveddet deryasından muhabbet bardağını içmek ve hüsn-i zann ile Allah Teâlâ’ya bakmak gayesini güden meclislerdir. Bu gibi sohbetlerde bulunup bu gibi zevkli şerbetler içenlere müjdeler olsun” dedi.

İmâm Şâfiî ise “Söze sükûttan, hüküm çıkarmaya da tefekkürden yardım isteyin” demiştir. Yine: “Eşyayı görebilmek için ona doğru bakış, aldanmaktan kurtuluştur. Re’y ve görüşte azim, tefrit ve pişmanlıktan selâmettir. Düşünce ve tefekkür, doğru görüş ve zekâyı açar. Hakîmlerle istişare, huzuru ve basîret kuvvetini sağlar. Azmetmeden önce düşün. Hücum etmeden neticeyi hesapla. İşe başlamadan istişare et” dedi.

Yine İmam: “Fazîletler dörttür: Birincisi hikmet; bunu ayakta tutan tefekkürdür.

İkincisi iffettir; bunun kıvamı şehvettir.

Üçüncüsü kuvvettir; bunun kıvamı da gazaptır.

Dördüncüsü de adâlettir. Bunu ayakta tutan ise îtidal ve nefis kuvvetidir” dedi. (Gazâli, a.g.e., 4/764.)

Bize gerekli olan şey, Allah’ın (cc) yaratıkları hakkında düşünmek, onlardan ibret almak, sonra ölümü ve ahireti düşünerek ebedî hayatımıza çokça hazırlık yapmaktır. Yoksa Allah’ın Zât’ını düşünmek bize gerekmez. Çünkü O’nu anlamaya asla gücümüz yetmez. Mûsa’nın (as) bile buna dayanamadığını bilmekteyiz. (Gazâli, a.g.e., 4/762.)

O halde şu hadis-i şerîfe dikkat edelim:

Abdullah İbn Abbâs (ra) anlatıyor: “Bir cemaat, Allah Teâlâ’nın zâtı üzerinde tefekküre başlamıştı. Bunun üzerine Rasûl-i Ekrem:

 “Allah’ın yaratıkları üzerine düşünün, zâtı hakkında düşünmeyin. Zira siz O’nun kadrini takdir edemez, O’nu anlamaya güç yetiremezsiniz,” buyurdu. (Ebû Nuaym “Hilye”de merfu’ olarak; Isfahânî “Tergîb ve Terhîb”de başka yoldan daha kuvvetli sened ile; Taberânî “Evsat”ında ve Beyhakî “Şuabü’l-îman”ında İbn Ömer’den rivâyet etmişlerdir.)

Muzaffer Dereli / Diriliş Postası

adminadmin