Analiz
Giriş Tarihi : 10-07-2020 16:45   Güncelleme : 10-07-2020 16:47

Küresel Güçlerin LGBT ve Feminizm Dayatması

İstanbul Sözleşmesi’nin iptal edilmesi talebi ile birlikte dikkat çekilmek istenen asıl tehlike; küresel güçlerin tüm dünyayı, insanlığı nasıl bir girdaba soktuğunun görülmesidir.

Küresel Güçlerin LGBT ve Feminizm Dayatması

Karı-kocayı birbirine rakip/düşman hale getiren, böylece şiddeti azaltmak bir yana yaygınlaştıran, aile kavramı yerine eş/partner kelimesini ikame etmeye çalışan, toplumsal cinsiyet-cinsel yönelim gibi kavramlar üreterek zihinsel işgale yeltenen bir akıl (!) var orta yerde! Ve bu şizofrenik akıl; ünlü kişileri, sağlık kuruluşlarını, siyasi partileri, hükümetleri, şirketleri, medyayı, akademiyi… hülâsa kullanabileceği ne varsa tamamını kullanmakta bu uğurda.

 

Sayacak o kadar fazla örnek var ki, biz sadece şu yakın günlerden bahsetsek küresel planı görmek mümkün olacak aslında.

 

Sapkınlığın, uluslararası siyasette adeta resmi-yasal korumaya alınması ve BM tarafından gelişme kriteri haline getirilmesi nasıl bir küresel dayatma ile karşı karşıya olunduğunun habercisi.

Sapkınlıklara destek vermeyen ülke yöneticileri ya da çevreler “homofobi” nitelemesiyle tüm dünyada ifşa ediliyor. Uganda, Kenya gibi ülkeler bunun son örnekleri. Siyaset aracılığıyla açıkça bir dayatma var yani. Bunu Türkiye için söylemiyorum yalnız. Ne yazık ki yöneticilerimiz herkesten önce imzaya giderek dayatmaya bile vakit bırakmadılar(!).

 

Koronavirüs sürecinde homoseksüellerden immün plazma alamayacağını açıklayan İngiltere, Brezilya gibi ülkelerde de anında insan hakkı ihlalinden dem vurmaya başlanıverdi geçen hafta. Elon Musk çifti doğurdukları çocuklarının cinsiyeti belli olmasın diye rakamlardan oluşan isim verdiler ve bunu da çocuklarını cinsel açıdan sınırlamamak için yaptıklarını ilan ettiler dünyaya.

 

Barbie bebeklerin üreticisi Mattel şirketi “nötr cinsiyetli bebek” üretme kararı aldığını açıkladı aynı şekilde. Aynı oyuncak bebeğin hem erkek hem kız olabilecek şekilde peruk ve kıyafetle birlikte tasarımı yapıldı.

 

Starbucks, Adidas, Nike, Uber, Apple, Amazon gibi küresel şirketlerin hemen hepsi benzeri politikayı yürütüyor. Amerika’da Fortune 500 şirketlerinin % 90’ı cinsel yönelimi teşvik etmekte hatta % 67’si gönüllü olarak sağlık ve sigorta yardımı da yapmakta.

Bu küresel dayatmanın medya ve akademi ayağı da göz ardı edilmemeli, zira “bilgi üretimi ve dağıtımı” bu iki kanal üzerinden yürütülmektedir. Son 8-10 yılda tüm dünyada aynı anda yerli yabancı dizi ve filmlerde cinsel sapkınlığın olumlanarak verilmesi ne kadar tesadüfse, Netflix’in Rotschild (Morgan Stanley) şirketi olması da o kadar rastlantıdır herhalde.

 

Elbette diğer tüm küresel ajanslarda da benzeri durum geçerli ama bu anlamda Reuters haber ajansının bağlı olduğu Thomson Reuters şirketi çok daha dikkat çekici bir örneklik teşkil ediyor. Son sekiz yıldır dünyada LGBT’lilerin en rahat ve yoğun çalışabildikleri kurum ödülüne sahip bu şirket.

 

Bir yandan Reuters haber ajansıyla tüm ülkelere LGBT’ler ve kadın-erkek ilişkileri ile ilgili haberler aynı bakış açısıyla veriliyor, ki bu bakış açısının ne olduğunu sanırım söylememe gerek yok!

 

Diğer yandan ise aynı şirket akademi dünyasının adeta kompedanı konumunda. Zira uluslararası alanda geçerli/saygın bilim adamı olmanın yolu olan SCI, SSCI, AHCI dizinlerinin sahibi. Şirket kendi web sitesinde konuya yaklaşımını gayet net açıklıyor: “Sorumlu ve etik olmak, işimizin temel direği olan Thomson Reuters mirasının bir parçasıdır. Bu sorumluluğun bir parçası olarak, küresel LGBT topluluğunun sesini yükseltmeye ve sunduklarımız yoluyla kapsayıcı uygulamaları teşvik etmeye kararlıyız.” Şimdi böyle düşündüğünü açıkça ortaya koyan bir grubun “eşcinselliği sapkınlık olarak niteleyen” herhangi bir bilimsel yayını yayımlaması mümkün müdür? Elbette hayır.

 

Hatta tam aksine SSCI dergiler arasında LGBT dergileri mevcuttur. Diğer sosyal bilimler dergilerinde de toplumsal cinsiyet temalı makaleler öncelikli alan statüsündedir.

 

Bilimsel olduğu düşünülen kuruluşların bu konudaki tavırları da ne yazık ki aynı minvaldedir. Mesela Amerikan Psikiyatri Birliği, eşcinselliği hastalık olarak kabul edip terapi yoluyla yeniden normal hale dönülmesi tedavisini (“dönüşüm terapisi”) etik olmamak ile itham etmemektedir. Dedik ya, yavuz hırsız ev sahibini bastırır!

“Sapık olmak istiyorsan bu senin hakkındır, geri dönmeyi düşünürsen ise acele etme, biraz düşün!!!”

 

İşte bu yüzden diyoruz ki, İstanbul Sözleşmesi yapay olarak kapalı kapılar ardında oluşturulan bu küresel planın henüz ufak bir parçasıdır.

Recep YAZGANRecep YAZGAN