Köşe Yazıları
Giriş Tarihi : 13-01-2017 11:05   Güncelleme : 13-01-2017 11:09

Mesel’e Kültür

Tiyatronun tiyatro olduğu ancak tiyatrodan çıkınca anlaşılır. İsmet ÖZEL

Mesel’e Kültür

İnsanlığın başından beri en eski sanatlardan hatta ilk sanatlardan sayabileceğimiz sanat ''tiyatro'' sanatıdır. İlk insanın ve kabilesi yaşantısının batılılar tarafından okullarımıza kadar sokulan tarih çizelgesine atıfta bulunarak söylüyorum avcılık-toplayıcılık zamanlarının yegane sanatıdır. Diyebiliriz ki tiyatro ilk kabilelerle birlikte yeryüzünde işlenmeye başlamıştır. Şöyle bir tahayyül edebilirsek; avdan gelinmiş mağarada ateşin başında o gün avladığın büyük avı anlatıyorsun, bakıyorsun yetmiyor hayvanın postunu üstüne geçiriyorsun. İşte tarih kitaplarında ya da bizi okullarda öğretilen bilgi budur. Şu ana kadar henüz çürüten çıkmamıştır. Mantık çerçevesinde ele aldığımızda ise gayet makul kabul edilmiştir. Amacım sizleri tiyatronun dünya üstünde nasıl meydana geldiğini anlatmak değil. Ancak bir özellikle son on yıllık süreçte bazı alanlarda gelişme gösterirken; güzel sanatların en değerli şubesi olan ''tiyatro''ya hep kör bakmışızdır.

Sizlere şöyle bir soru sorulsa; bize ait olan tiyatro türlerini sayabilir misiniz? Sadece bu konuda biraz okumuş ya da genel kültür seviyesinde cevaplar alabiliriz. Bu mesel'eleri bilmediğimizden veya belli bir grubun tahakkümüne bıraktığımızdan tabir-i caizse bize ne itelenirse almaya hazırızdır. Türk Tiyatromuzun birbirinden güzel ama birbirine bağlı örnekleri mevcuttur. Nedir bunlar; Karagöz ve Hacivat, Ortaoyunu. Yaygın bilinen bir yanlışa göre ki bu büyük yanlışın bir de filmini yaptılar. Karagöz ve Hacivat denilen kişiler aslında hiç varolmamış birer hayali karakterdir. Yavuz Sultan Selim'in Mısır'ı fethetmesinden sonra şehirde gördüğü perde arkasında gölgelerin oynatılmasını görerek, emir verip bunun geliştirilmesini söylemiştir. En güçlü kabul görülen rivayet budur. Başında da belirttiğim üzere sizlere tiyatro tarihi anlatacak değilim. Onu arzu ederseniz başka bir yazıda anlatabilirim, meraklısı için dünya tiyatro tarihi.

Orta oyununun ne zaman ortaya çıktığına dair çeşitli rivayetler vardır,  Orta oyunundan ilk defa, Osmanlı sultanı II. Mahmud'un kızı Sâliha Sultan’ın 1834’te yapılan düğünü için kaleme alınan Lebîb’in Sûrnâme’sinde, “Cümle etrâf-nişîn-i meydan / Oldu orta oyunundan handan” mısralarında söz edilmiştir[1]

II. Mahmud’un oğulları Abdülmecid ile Abdülaziz’in sünnet düğünü için yapılan şenliği (1836) anlatan Hızır’ın Sûrnâme’sinde yer alan mısralardan yola çıkarak, XIX. yüzyılın ilk yarısında bilindiği ve aynı yüzyılın ikinci yarısından itibaren yaygınlık kazandığı söylenebilir. Orta oyunun ilk defa ne zaman ortaya çıktığı konusunda ise farklı görüşler ileri sürülmüştür. Bazı araştırmacılar “Orta oyunu” adının ilk ortaya çıkış tarihini saptamaya çalışmış ve 19. yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıktığını ileri sürmüşlerdir. Bazı bilim adamları ise Ortaoyunu’nu “Ortaoyunu” adını aldıktan sonra başlatmanın yanlış olacağını söyleyerek; Osmanlı toplumunda daha eskiden “Kol Oyunu”, “Meydan Oyunu”, “Zuhuri Kolu” çeşitli isimlerle ortaoyununun karşımıza çıktığını; Karagöz, kukla, dans curcuna, meddah ve gene sözlü bir oyun olan hokkabazlık gibi oyun türlerinin karışımı sonucunda son biçimini ileri sürerler.

Kimi araştırmacılar ise Yunanlar’a ait “mimus” oyunlarındaki kişilerin Karagöz ve Ortaoyunu kişileri ile benzerliklerine dikkat çekerek bu oyun türünün çok eski zamanlara dayandığını belirtirler. Bu araştırmacılar Türkler’in İstanbul’u fethettikten sonra Bizanslıların başı kel, karnı şişkin “Mimus”'unu Pişekar'la Hacivat, eli şakşaklı "Maccus”'unu da Kavuklu ile Karagöz yaptıkları görüşünü ifade etmişlerdir.

Orta oyunu sözünün ortaya çıkışına ilişkin görüşlere dayanarak orta oyununun ortaya çıkışı ile ilgili bazı düşünceler de ortaya atılmıştır. Commedia dell'Arte ile benzerliğini, ondan çıktığını öne süren bazı yazarlara göre Venedikliler ve Cenevizliler yoluyla bu sanat ile tanışan Türkler “Arte oyunu”nu bozup “Orta oyunu” yapmış olabilir. İspanya’da tek perdelik oyunlara “Auto” dendiğini belirten bazı araştırmacılara göre İspanya ve Portekiz’den pek çok seyirlik oyun getiren Yahudilerin, Türkiye’deki oyunlarına “auto” diyor olması ve bunun Türkçe’de benimsenip orta oyununa çevrilmiş olması mümkündür. “Maskare” sözünün Çingenecede “ortada, arasında” anlamına geldiğini, “soytarıcılık, güldürücülük” anlamında İspanyolca’da Mascara, Arapça’da Mashara, Farsça’da Meshere kelimelerinin Türkçe’ye çingenecedeki “ortada” anlamında çevrilince “orta oyunu” duruma gelmiş olabileceği de düşünülmüştür. Ortaoyunu’nun “Yeniçeri ortaları”yla bağlantısı olabileceği de iddia edilmiştir.

XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Tanzimat aydınları Batı tiyatrosuna büyük ilgi gösterdiğinden geleneksel Türk tiyatrosu ve özellikle orta oyunu tiyatrodan sayılmamış, hatta zararlı bulunmuştur. 

Ve tamamen iğdiş edilmiş ve dışarıdan ısmarlama bir sanatsal akımlarla ile Türk halkı ''batılılaşma'' yoluna sokulmuştur. En eski medeniyet kurucuları arasında olan Türk'lerin sizce de bir ''oyun'' kültürü olmadığı martavalını acaba kim ortaya atmıştır.  Zamanın aydınlarının yüz vermeyip tiyatrodan saymadıkları ''orta oyunu'' yıllar sonra Alman'ya da ortaya çıkan tiyatro kuramcısı, yazarı ve patronu Brecht tarafından ''epik tiyatro'' şeklinde ortaya çıkmıştır.

İşte İslam kültürü bunu böyle yapmamış. Ve sonunda da Avrupa’da ki tiyatro sanatı dramatik tiyatrodan epik tiyatroya geçmek zorunda kalmış. Epik tiyatro, bizim ortaoyunlarının taklididir, şu manada: Epik tiyatroda esas olan şey (dramatik tiyatronun zıddına) seyircinin bir oyun seyrettiğini, orada temsili şeyler olduğunu, onların hepsinin bir şey söylemek üzere orada olduğunu, hiçbirinin gerçek olmadığını söylemektir.

Epik tiyatro bunu savunur. O yüzdende oyunun içinde şarkılar vardır, o günün şarkılarına göre projeksiyon gösterileri, bir şey yansıtılır. Yani bu, tiyatro mekteplerinde Avrupa gösteri sanatlarının ileri bir aşaması olarak öğretilir. Hâlbuki bu, bizim orta oyununda yüzyıllar boyunca yapılmış bir şeydir. Çünkü ortaoyununda oradaki kadın olarak gördüğün kişi erkektir, sende bilirsin onun erkek olduğunu, zenne rolündedir o. Bıyıklıdır, başörtüsü örtmüştür ama bıyıklıdır mesela.  Epik tiyatroda “yabancılaştırma efekti” dediğimiz bir şey var. Yani seyirci, özel olarak sahneye bağlanmaktan alıkonulur. Seyirci kendini oyuna kaptırmamalıdır, seyrederken düşünmelidir, ne oluyor ne bitiyor diye. Bunu ortaoyunu zaten öyle yapmıştır. Mesela replikler dekor çizer aynı zamanda. Onlar şarkı koyuyorlar, projeksiyon falan filan; bizimkiler öyle konuşurlar ki onların bir köprüden geçtiklerini anlarsın. Anlatabiliyor muyum? Yani köprüden geçiyoruz demezler. Öyle bir düzen kurulmuştur. Dediğim gibi bu harikulade bir şey. Ama Türkiye’de “batılılaşma” dediğimiz şey “batıllaşma” olduğu için biz hiçbir zaman tutup ne yeniçeriliğin daha etkin bir askeri düzen olmasını sağlamışızdır, ne de ortaoyununu bütün Avrupa tiyatrolarının takip etmelerine sebep olacak bir gelişkinliğin oluşmasına. Ahmet Vefik Paşa gelmiş tiyatro kurmuş; eh, öyle gayrı Müslimlerin oynadıkları şeyler.

Hâlbuki ortaoyunu pekâlâ hem metinler itibariyle hem de teknikler itibariyle çok duyurucu ve dediğim gibi Avrupalıların “bak bunların yaptıklarını biz yapamıyoruz” deyip de peşinden gittikleri bir şey haline getirilebilirdi. Tabi buna Avrupalılar, fırsat vermediler. II. Osman saltanatından itibaren mutlak olarak devlete hâkim oldukları için bütün yenileşmeleri onlarda olanların bizde eklemleşmesi şartı ile yürürlüğe koydular. Tıpkı bugün bizim burada konuştuklarımızın Washington’da değerlendirilmesi gibi. Bizim millet olmamıza fırsat vermediler; ama onlar vermediler diye bunu yapmaktan geri duracak değiliz. Ben her fırsatta şunu tekrar ederim: daha Cumhuriyet ilan edildikten hemen sonra insanların; “ne olacak bu memleketin hali” tarzında konuşmalarını şaka konusu ederler değil mi? Ama bu gerçek bir şeydir herkes memleketin ne olacağını düşünür. Bu hususta Sabahattin Ali’nin çok güzel bir benzetmesi vardır; Sabahattin Ali der ki; “Türkiye’nin düşmanları sebebiyle bir türlü gelişmeye adım atamamasını mazeret olarak ileri süren insanlar, karısının aşüfteliğini etrafta çok fazla çapkın olmasıyla açıklayan insanlara benzer” der. Yani kadın ne yapsın, her taraf çapkınlarla dolu, o da nihayet biraz meyledecek tabi. Anlatabiliyor muyum?

Yani Türkiye’de, tabiî ki Türkiye’ye yarar bir şey yaptırmayacaklar. Ama sen neye razısın, onu söyle bana. Ben Müslümanların razı olukları şeyleri gördüğüm zaman tüylerim diken diken oluyor! Geliyor, adım filanca, Müslüman’ım diyor. Yani kartvizit olarak bana Müslümanlığını takdim ediyor. Bu insanların, geçen süre boyunca neler yaptıklarını gördüm ben. Daha doğrusu nelere razı olduklarını gördüm, neye uğradıklarını gördüm! Bu çok önemli bir şey! Neden önemli? Bu ülkede elimizde o kadar büyük bir imkân vardı ki; biz Müslüman olarak teklifleri geri çevirmeyi bir tarafa bırakın tereddütle bile benimsemiş olsaydık, bugün olduğumuzdan çok daha iyi bir yerde olacaktık. Tereddüt gösterip sonunda kabul etmiş olsaydık. Ama önce tereddüt etseydik, acaba mı, deseydik. O bile çok yüksek bir seviye idi.

Şimdi kurumlarımızın veya tabii olduğumuz iktidarların ya da dava arkadaşı dediğimiz kişilerin kültür meseleleri nedir. Evvela şunu söylememem gerekir ki, hiç bir belediyemizin kültür işleri ile sorumlu masalarında kültürden anlayanı geçtim, bir iki satır kitap okuyan, bienale giden dert sahibi kimseyi görmedim.  Bunun sebebini şuna bağlayabiliriz ;  "Rasyonel otorite" zaman içinde kendisini yok eden otorite diye tanımlayabiliriz. Öğretmenin öğrencisinin ustanın çırağının üzerindeki otorite, boynuz kulağı geçtiği zaman ortadan kalkan otorite. Rasyonel otorite ortadan kalktığı zaman izleyen kaosta,kişi toplumdaki yerini ve haddini bilmez olur. Bugünkü Türkiye'ye tercüme edersen nedir " haddini bilmezlik"Haddini bilmezlik rasyonel otoritenin kaybıdır. Kimsenin karşısındakinin kendisinden daha bilgili daha yetkin olduğunu kabullenmeye yanaşmadığı ruh halidir. Herkesin kendisini her mevkiye layık gördüğü herkesin "en iyi yeri kapmaya çalıştığı ortamdır. Beşiktaş Belediyesi Meclisine tombalacıyı üye yapan anlayış da budur, efendim kültürle alakası olmayan adamı kültürden sorumlu yapan cüret de budur. "K" yi 'g' okuyanın TRT spikerliğine soyunması da budur. Bizi her gün her saat " bu mevkiye getire getire bunu mu getirmişler!" diye hayrete düşüren budur...

Makús seçim dediğim 'negative sellection' budur. Rasyonel otorite kaybolunca her gün her şeye yeniden başlanır. Amerika hergün yeniden keşfedildiği için bir arpa boyu ilerleme olmaz. Hayat yerinde sayarken irrasyonel yarışa mevki kapma yarışına indirgenir..

Şimdi soruyorum ; Delikanlı gibi söyle hiç Chopın dinledin mi? Ya da Buhurizade Mustafa Itri .. Hadi Dede Efendi olsun.. Tamam Tamam Müzik belli ki senlik Değil.. Peki Hiç resim sergisine gidip resmin temasına perspektifine veya emeğine baktın mı ? Ya da Dante Gabriel Rossetti , Edward Hopper, Oskar Kokochaka yahu tamam Da Vinci.. Cık mı resim de mi yok ? Belki yerli sorsak Hoca Ali Rıza , Şeker Ahmet Paşa hadi bunu bilmen gerek Kaplumbağa Terbiyecisi Osman Hamdi Bey... Anladım heykeli teğet geçiyorum o halde .. Opera, Bale bunlarda mı uzak? Şaşkınım Efendim... Yazar William Shakespeare, James Joyce. Anlaşıldı fazla zorlamayacağım sizi Hırvat'ın boyunbağını bir nişane gibi taşıyan ve gücünü oradan aldığını sayan insancık , aslında adam diyecek oldum da yakıştıramadım size, üzgünüm.. Poetika, Kelile ve Dimne, Mektubat, Nutuk , Safahat .. Allah Allah tuhaf şey bilmiyorsunuz, anladım. Retorik , Diksiyon , Artikülasyon ve Fonetik falan hak getire anlıyorum anlıyorum.. Kusura bakmayın başka şeyler gelmiyor aklıma soracak oturduğunuz makamın adına bakınca ; ki manasını sormuyorum temsil ettiğiniz makamın ismini.. Neyse sözlerimi Kafka'ya bir selam çakarak sonlandırarak mantar olarak temsil ettiğiniz makamı terk ediyorum..

Beyinlerimiz savaşsın isterdim, ama görüyorum ki silahsızsınız bayım,

Süleymaniye Camii'ne derin derin bakıp bu yüce eseri bırakan ecdadı anlamayanlar olarak maalesef evvela bir kültür davamız olmalı..                              

Cihat Faruk SEVİNDİK

adminadmin