Kültür
Giriş Tarihi : 19-01-2018 08:53   Güncelleme : 19-01-2018 08:53

Mesnevi’den Seçmeler

Öğrencilerin Oyunu

Mesnevi’den Seçmeler

Bir mektepte okuyan öğrenciler, bir ara hocalarından bıkmışlar. Çalışıp çabalamadan usanmışlar.

Çocuklar aralarında, “Hoca hiç hastalanmıyor ki birkaç gün olsun mektebe gelmese de rahat kalsak. Bu darlıktan, bu çalışıp çabalamaktan kurtulsak. Mermer gibi, kaya gibi sapasağlam yerinde duruyor.” diyorlarmış.

Sonunda çocuklar, ne yapıp edip hocalarını hasta etmeye karar vermişler. Öğrencilerin en zekî olanı, bir plân kurmuş. Arkadaşlarına şöyle demiş:

- Ben, “Hocam nasılsın? Neden böyle yüzün sararmış? Hayır ola? Rengin kaçmış. Bu, ya güneş çarpmasından ya sıtmadandır.” derim. Hoca, elbette bu sözlerden biraz olsun telâşa düşer. Siz de başka sözlerle bana yardım edersiniz. Her gelen; “Hayır ola hocam? Bu hâlin ne?” der. Böylece otuz çocuk, bu sözleri söylerse, hocayı iyice telâş kaplar. Nihayet iş olur, biter.

Çocukların hepsi;

- Aferin zekî çocuk! Bahtın daima açık olsun. Allah, sana yardım etsin, dediler.

Ertesi gün çocuklar, bu düşünceyle mektebe geldiler. Hepsi dışarıda toplanmış, plânı hazırlayan çocuğu bekliyorlardı.

Sonunda çocuk geldi. Hocaya selâm verip;

- Hocam! Hayır ola? Yüzün sararmış!” dedi.

Hoca;

- Hasta filân değilim. Saçmalama. Geç, yerine otur, dedi.

Dedi ama içini de bir şüphe kapladı. Derken öbür çocuklar da içeri girmeye başladılar. Her giren, aynı şeyleri söyleyince, hoca iyice şüpheye düştü. Hâline şaştı kaldı. Gerçekten hasta olduğunu zannetti.

Sonunda hoca, korkusundan hastalandı. Karısına kızıp kendi kendine şöyle söylenmeye başladı: “Zaten bana karşı sevgisi az. Ben bu durumda olduğum hâlde, hâlimi sormadı bile. Rengimin solukluğunu, yüzümün sararmasını haber bile vermedi. Demek ki benden kurtulmaya yol arıyor.”

Hoca, böyle söylenerek, mektep çıkıp eve geldi. Hoca, kapıyı sert bir şekilde açtı. Çocuklar da ardından geliyorlardı. Karısı;

- Hayır ola? Erken geldin. Allah korusun! Başına kötü bir şey gelmedi ya? dedi.

Hoca, karısına çıkışarak şöyle cevap verdi:

- Kör müsün? Bir yüzümün hâline bak! Yabancılar bile hastalığımı anladılar da sen evimin içinde olduğun hâlde, bana düşmanlığından, hâlimi görmüyorsun.

Kadın, bu sözlere pek şaşırdı.

- A hocam! Senin bir şeyin yok. Bu endişen, anlamsız ve saçma bir şüpheden ibaret, dediyse de hoca;

- A düşüncesiz! İnat mı ediyorsun? Hâlimdeki kırgınlığı, tir tir titrediğimi görmüyor musun? diye bağırdı.

Kadın;

- Hocam! Ayna getireyim de bir bak. Benim bir suçum var mı? Yalan söylüyor muyum? Anla, dedi.

Hoca, yine kızgınlıkla;

- Git! Aynan batsın! Sen de bat! Zaten sürekli benimle inatlaşıp duruyorsun. Yatağı, yorganı hazırla. Ben yatayım hele, dedi.

Kadın, biraz duraklayınca;

- Hadi durmasana! diye bağırdı.

Kadın; yatağı yorganı hazırladı. Bu arada kendi kendine; “İçini şüphe doldurmuş. Bir şey söylemesem bu hastalık şüphesi, gerçek hastalığa dönüşecek. Ne yapsam?” diye düşünüyordu.

Sonunda hoca, yatağa girip yattı. Çocuklar da orada oturup ders okumaya başladılar. İçlerinden; “Bunca plân kurduk. Yine de şu dersten kurtulamadık. Demek ki plânı iyi yapamadık.” diye geçiriyorlardı.

O zekî çocuk, arkadaşlarına gizlice;

- Arkadaşlar! Dersimizi bağıra bağıra okuyalım. dedi.

Sonra hepsi birden bağıra bağıra okumaya başladılar. Bunun üzerine zekî çocuk;

- Arkadaşlar! Bizim bağırmamız, hocaya zahmet veriyor. Bu gürültü, hocanın başının ağrısını artırır, dedi.

Bunun üzerine hoca;

- Doğru söylüyorsun. Başımın ağrısı iyice arttı. Haydi gidin artık, dedi.

Çocuklar, hemen tanelere uçuşan kuşlar gibi evlerine koştular. Anneleri, kızarak;

- Bugün mektep var. Siz niye bu saatte evdesiniz? diye çıkıştılar.

Çocuklar;

- Dur hele anne! Suçumuz, kabahatimiz yok. Nasıl olduysa hoca hastalandı, perişan bir hâle geldi, dediler.

Anneleri;

- Siz bir ayran için bin yalan söylersiniz. Hele sabah olsun; hocanıza gider bu yalanınızın aslını öğreniriz, dediler.

Sabah olunca çocukların anneleri, hocayı görmeye gittiler. Bir de baktılar ki hoca, ağır bir hastalığa tutulmuş, yatmakta. Üstünü kalın örttüğü için kan ter içinde kalmış. Hafif hafif; “Ah” etmekte. Hocaya;

- Hayır ola hocam? Bu baş ağrısı ne? Allah sağlık versin. Vallahi hiç haberimiz yok, dediler.

Hoca, çocukların annelerine şöyle cevap vermiş:

- Benim de haberim yok. Çocuklar, haber verdiler işte. Ben çalışıp çabalıyor, bin türlü işle meşgul oluyordum. Haberim bile yoktu. Meğerse dehşetli bir hastalığım varmış.

Çocukların anneleri, bu işten şüphelenmişler. Çünkü çocuklarının mektepten kaçmak için neler yapabileceklerini biliyorlarmış. Hocaya bir şey belli etmeden; “Geçmiş olsun.” dileğinde bulunarak yanından ayrılmışlar.

Anneler, evlerine dönünce her biri olayı iyice öğrenmeye karar vermişler. Sonunda çocukların oynadıkları oyunu öğrenmişler.

Çocukların anneleri, tekrar toplanıp hocayı ziyarete gitmişler. Çocuklarının oynadıkları bu kötü oyundan dolayı, onlar adına kendisinden özür dilemişler.

Hoca, bir yandan hasta olmadığına sevinmiş bir yandan da çocukların oyununa geldiği için kendisine kızmış. Ayrıca karısından da özür dilemiş.

Ertesi gün bütün çocuklar mektebe başları eğik olarak gelmişler. Hepsi de mahcup olmuştu. Aslında onlar da işin bu kadar ciddî bir hal alacağını düşünmemişlerdi. Hocanın kendilerine bu kadar inanacağı onların da aklına gelmemişti.

Bütün çocuklar, hocanın kendilerine ne ceza vereceğini merak ediyordu. Bu arada oldukça endişeliydiler. Çünkü yaptıkları, hiç de kolay affedilecek gibi değildi.

Nihayet hoca, öğrencilerin bulunduğu sınıfa girdi. Herkes, tedirgindi; ama hoca, hiç beklenmedik biçimde sakin görünüyordu. Çocuklara şöyle seslendi:

- Bakın çocuklar! Aslında oynadığınız oyun, hiç de hoş değil. Bunu bilmelisiniz. Ancak şurası da var ki yetişkin ve tecrübeli bir insan olarak ben de bu oyunun farkına varmalıydım. Bundan böyle dinlenmeniz için size daha çok fırsat vereceğim. Buna karşılık siz de bir daha böyle yalanlar söylemeyeceksiniz.

adminadmin