Kültür
Giriş Tarihi : 25-05-2018 08:44   Güncelleme : 25-05-2018 08:44

Mesnevi’den Seçmeler

Hasan Hasan

Mesnevi’den Seçmeler

 Bir şair, yaşadığı ülkenin padişahının hoşnutluğunu kazanıp rütbeye erişmek ve böylece bolluğa kavuşmak ümidiyle bir şiir yazdı ve padişaha götürdü.

Padişah, kendisi için yazılan bu şiiri beğendi. Vezirine, şaire bin altın verilmesini ve bundan başka daha başka hediyeler de ikram etmesini emretti.

Veziri, padişaha şunları söyledi:

- Padişahım! Bin altın çok az. Hiç olmazsa ona on bin altın ver de gönül hoşluğuyla gitsin. Hatta böyle bir şaire, senin gibi, vermede avucu denize benzeyen bir padişahın on bin altın vermesi bile azdır.

Vezir, bunlardan başka padişaha, eski padişahların şairlere olan büyük ikramlarından bahseden hikâyeler anlattı.

Padişah, vezirinin söyledikleri üzerine, şaire on bin altın ve değerli elbiseler verdi. Şairin içi, padişaha karşı sevgi ve şükürle doldu. Şair, sonradan “Bu kimin gayretiyle oldu? Padişaha benim şiirdeki başarımı kim anlattı?” diye araştırdı.

Şaire dediler ki:

- Adı Hasan, huyu hasen bir vezir var. İşte padişahın bu ikramına o sebep olmuştur.

Şair, durumu öğrenince veziri metheden uzun bir kaside yazdı. Vezirin evine gidip takdim etti.

Bundan sonra aradan birkaç yıl geçti. Şair, yine yokluk ve darlık içine düştü. Kendi kendine; “Yokluk zamanında ikramda bulunmuş olan padişaha gideyim. İhtiyacımı söyleyeyim. O, bana yine ikramlarda bulunur.” diye düşündü.

Böylece yeni bir şiir yazıp ikrama kavuşma ümidiyle padişaha sundu.

Padişahın âdetiydi. Yine âdeti olması sebebiyle; “Bin altın verin.” diye emretti. Bu arada eski vezir ölmüş; yerine başka biri vezir olmuştu. Bu yeni vezir, pek merhametsiz, pek cimriydi.

Bu yeni vezir, padişaha şöyle dedi:

- Padişahım! Masraflarımız var. Bir şaire bu kadar ikramda bulunmak israftır. Ben, o şairi bu ihsanın onda birinin dörtte biriyle razı ederim.

Orada bulunanlar;

- Şair, geçen sefer on bin altın almıştı. Şimdi bu paraya nasıl hoşnut olsun? dediler.

Vezir, onlara şöyle cevap verdi:

- Ben, onu bekletip öyle bunaltırım ki nihayet beklemekten sıkılır. Yoldan toprak alıp versem, gül yaprağı veriyorum gibi kapar. Siz, bu işi bana bırakın. Ben, bu işin ustasıyım.

Padişah;

- Peki ne yaparsan yap! Yalnız onu sevindir. Çünkü bizim iyiliğimizi söyler, dedi.

Vezir;

- Onu da, onun gibi daha iki yüz tane ümitlenip duran kişiyi de bana bırakın, dedi.

Vezir, şairi bekletti durdu. Kış, geldi geçti; bahar geldi. Mevsimler ve yıllar birbirini kovaladı. Şair, bekleye bekleye ihtiyarladı. Sonunda dedi ki:

- Altın yoksa bari beni öldür de bu sefaletten kurtulayım. Beklemek, zaten beni öldürdü.

Nihayet vezir, şaire on bin altının onda birinin dörtte birini; yani iki yüz elli altın verdi. Şair, derin bir düşünceye daldı. Kendi kendine; “Önce verilen ihsan, hem peşindi hem de çoktu.” diye söylendi. Etrafta bulunanlar, şaire şöyle dediler:

- O cömert vezir öldü. Onun zamanında ikram, kat kat artmıştı. İkramda eksiklik olmazdı. Şimdi o öldü ve onunla birlikte ikram da öldü. O cömert vezir öldü de yoksulların derisini yüzen bu vezir geldi. Yürü. Bunu al da hemen buradan kaç. Yoksa bu inatçı, seni yakalar; elindekini de alır. Ondan bu hediyeyi almak için yüzlerce hileye başvurduk.

Şair, bu sözler üzerine onlara dönerek şöyle sordu:

- Ey beni esirgeyenler! Bu kötü vezir nereden geldi? Bu insanı çıplak bırakan vezirin adı nedir?

Oradakiler, bu soruya şöyle cevap verdiler:

- Vezirin adı, Hasan’dır.

Bunun üzerine şair, şaşkınlığını şu cümlelerle dile getirdi:

- Ya Rabbî! Onun adı da Hasandı; bunun adı da Hasan. Yazıklar olsun! Nasıl ikisinin adı da bir oluyor? Onun adı Hasan dı. Onun kaleminin bir yazısıyla binlerce cömert kişi, padişaha vezir oluyordu. Bunun adı da Hasan. Ne var ki bunun çirkin sakalından yüzlerce ip örebilirsin. Padişah, böyle bir vezirin sözünü dinlerse kendini de devletini de rezil eder.

adminadmin