Fikir
Giriş Tarihi : 16-10-2016 08:00   Güncelleme : 16-10-2016 08:00

Mesopotamya kültüründe ne var? (ı)

İlme liyakat kime nasip olmuş? Öğrendiklerimiz (bildiğimiz) ile öğrendiğimizi (bildiğimizi) sandığımız arasında fersahlarca mesafe var.

Mesopotamya kültüründe ne var? (ı)

Andığım bu ayrım insanın, insan oluşun belli bir yerine oturuyor. Bilgimizle akıl ile şehvet arasındaki mahsus yerimizde bulunuyoruz. Nerenin yerlisiyiz? Öğrenme ülkesinin. Öğrenme yurdunda bir gerçek alan, bir de öğrendiğimiz vehmi ile doldurulmuş bir alan var. Bu iki alanı birbirinden koparmak her zaman mümkün mü? Değil. Gerçekle vehim arasındaki gidip gelmeler hayatlara mal oluyor. Yaşama sarhoşluğu içinde öğrenmenin gerçek alanına girenleri teşhis gücü birilerinin eline geçtiyse bildiğini sanıp onlara cephe almış başka birileri mutlaka çıkıyor. Kimdir bilenler, öğrenmiş olanlar? Bildiğini sanıp vaktini öğrendiği zannıyla geçirenler kimlerdir? Cevabın kestirmesi şöyle: Bizi biz olarak bina eden her şey öğrendiklerimizdir. Nelerin banisi, kurucusu, kurtarıcısı olduğumuz zehabına kapılmış isek onların hepsi de öğrendiğimizi sandığımız şeylerdir.

İnsanoğlu için öğrenme süreci onun ana rahmine düşmesiyle başlar. O anda, bir anda insan dünyaya geldiğini öğrenir. Bu cümleyi okur okumaz içinden veya dışından “Hayır, ben böyle bir şey öğrenmedim” diyenlerin çıkması tabiîdir. Eğer bu itiraz öne sürülmüşse itirazın tekemmül etmiş hali “Ben böyle bir şey öğrendiğimi hatırlamıyorum” olmalıdır. Hatırlamak, hafıza, hafızlık insanın hem özelliği, hem de ayrıcalığıdır. “Zikr” hatırlamak içindir. Gerçek bilgi, gerçekten öğrendiklerimiz bize ulvî makamların öğrettikleridir. Bildiğimiz vehmine kapıldıklarımız ise süfli âlemin tabiatında olan her şeydir. Hangi iplerin kimin elinde olduğu dikkate değer.

Türkçenin ehemmiyetine halel getirmeyelim. Bina etmek ve bina olunmak yerine inşa etmek ve inşa olunmak ifadelerini kullanabilir, aradaki farkın ihmal edilebilirliğine hükmedebilir miyiz? Hayır. Türkçede bina dediğimizde faydası görülmüş, faydasına ulaşılmış bir yapı anlaşılır. Metruk bir bina için bile bu böyledir. Hâlbuki Türkçede inşaat diye bina olma yolundaki şeye denmektedir. Türkler fikriyatın şiirde billûr bir bina şekli aldığını görmüş olanlardır. Türklerin yabancı kaldığı felsefe ve bilimde fikriyatın hali ne kadar şatafatlı olursa olsun inşaat halidir. Hakikat böyle ise de Ziya Paşa’nın “şiir ve inşa” ifadesine müracaatında bir münasebetsizlik arama işgüzarlığı akla gelebilir. Şiirin mânâya delil olamadığı modernlik hallerinde bir inşa ancak şiir vasıtasıyla imkân sahasına girebildi.    

Türkiye’de cumhuriyetin ilân edildiği zaman zarfında takriben 11 milyon insan yaşıyordu. Yaşıyordu yerine hayatta kalmıştı desek daha doğru olur. Bunların 7,5 milyonunu “göçmen” diye adlandırılabilmemiz mümkündü. Hepsi bizim yurdumuza yani Türk toprağı olduğundan şüphe duyulmayan bu alana Cumhuriyet’le nihayetlenen asrın çeşitli tarihlerinde Balkan topraklarından, Kafkasya’dan, Müslüman nüfusa sahip Asya ve Afrika ülkelerinden çok farklı sebeplerle gelmişlerdi. Hiçbirinin Türk topraklarındaki mazisi yüz yılı aşmıyordu. Bunlardan geriye kalan 3,5 milyon nüfusun bileşenleri kimlerdi? Geride kalanların çoğunluğunu canını ve/veya mülkünü sağlama almak için Müslüman görünmek zorunda kalmış yerleşik gayri-Müslimler (Yahudiler, Ermeniler, Grekler, Süryaniler ve kimbilir daha neler) teşkil ediyordu. Hâsılı, her nedense meşrutî monarşiyle değil de cumhuriyetle idarede karar kılınan günlerde Türk bayrağını kimin melanetine kılıf yaptığını, kimin bayrağımızı, sancağımızı kendi kefeni bilip başının üzerinde tuttuğunu ayırt etmek her baba yiğidin harcı değildi. Yüzüncü yılına yaklaşan Türkiye Cumhuriyeti tarihi bir milletin yükselişini resmetmez. Bu tarih yüksek Türk milletinin günden güne pürüzleriyle başının derde girişinin tarihidir.

Türkiye 12 Eylül 1980 sabahından itibaren bir yolda, American way of life yolunda her gün biraz daha uygun adım ileri gitmekte, kaz adımlarıyla hızı artırılarak ilerletilmekte idi. Büküme 15 Temmuz 2016 gecesi varıldı ve bir gecede biz Türkler on bir asır öncesinin şartlarına, yani 1071 öncesine döndük. Bu harikulâde, akıllara seza ricat, bir başka deyişle irtica olayının özüne dair bilgi yakınlarda hükümetin bir mensubundan, benim üçüncü şiir kitabımın kapağını yapan, kendisinden gazete yazarlığımın ilk günlerinde “tribünlere oynamak” deyimini öğrendiğim, Encounter karii, “Öteki Türkiye” sözünün mübdii, Karay köylü mensubundan elde edildi. Bu muhterem zat “Bizim kültürümüzde slogan olarak tekbir yoktur” beyanında bulunarak Faruk Sükan’dan günümüze değin Türkiye’de teşkil edilmiş hükümetlerden herhangi birine mensup kimsenin ağzından çıkabilecek en doğru sözü söylemiş oldu.

İsmet Özel, 12 Ekim 2016

İstiklal Marşı Derneği

 

adminadmin