Tarih
Giriş Tarihi : 03-05-2017 10:37   Güncelleme : 03-05-2017 10:37

millet ümmetten koparılınca: 3 Mayıs 1944

Osmanlı’nın son döneminde filizlenen, Cumhuriyet’in ilanıyla “ümmetçi” geleneği ortadan kaldıranlarca dayatılan bir fikir... İnancından koparılmış milliyetçilik duygusu sömürülmüş, vatan sevdalısı birçok genci işkenceye, mahkumiyete götüren bir fikir... Bir dönem çıkarları için silah olarak kullananların, 3 Mayıs 1944’te yargılayıcısı oldukları bir fikir: Türkçülük-Turancılık.

millet ümmetten koparılınca: 3 Mayıs 1944

Tarihe, Irkçılık-Turancılık Davası olarak geçen Türkçülük-Turancılık Davası olarak da adlandırılan, yakın tarihimizin dikkat çekici olaylarından birinin 73’üncü yıldönümü bugün. Aslında bu dava, bir yandan 1923 yılında yaşanan rejim değişikliğinin ardından muktedirlerin en ‘büyük’ ülkü olarak ortaya koydukları, topluma zorla dayattıkları “Türkçülük” fikrinin kontrolden çıkışının ve konjonktüre göre de zaman zaman kendi toplumuna karşı bir silah olarak olarak kullanılışının da resmidir. Ancak bu davaya geçmeden önce dönemin şartlarını kısaca hatırlamak davanın da tahlili açısındanda da elzemdir.

Temellerini İttihat ve Terraki attı

1909’dan itibaren İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin yönetimdeki etkisinin artmasıyla ümmetçilik fikri zayıflamıştı. Cumhuriyetin ilk yıllarında ise başta Ziya Gökalp olmak üzere birçok Türkçü düşünür ve yazarın yanı sıra Türk Ocakları’nın daha önceden genel hatlarını çizdiği tezler, Mustafa Kemal yönetimi tarafından harfiyen uygulanmaktaydı. Bu dönem Osmanlı’daki “ümmet” anlayışının yerine “millet” kavramını inşa etme çalışmalarıyla geçmekteydi. Ancak ilerleyen yıllarda bu çalışma bazen; hatta çoğu zaman dayatmaya evrilmiş; özellikle dini kurumlar üzerinde büyük baskı oluşturulmuştu. Türkleştirme ve Türkçeleştirme politikası gereği camilerdeki ezandan, hutbelerde okunan dualara kadar Arapça işitilmez hale getirilmişti. Tabii tek hedef Müslümanlar ve Arapça da değildi. Azınlıklar için de inanç ve ifade özgürlüğünden söz etmek mümkün değildi. Ayrıca ekonomi, hukuk, edebiyat, müzik vs. birçok alanda yabancı sözcüklere karşı bir savaş başlatılmış, (aralarında çok absürtlerinin de bulunduğu) birçok yeni Türkçe terim de bu sayede lûgatımıza girmişti. Aslında bu, işin görece en masum tarafıydı. Asıl zorlama ve dayatma “burjuva” bir Türk sınıfı oluşturma aşamasında görüldü.
Varlık Vergisi vicdansızlığı

O dönemde, Osmanlı’nın yönetici, bürokrat ve tüccar kesimi de lağvedildiğinden Türkiye ekonomisinde azınlıkların hakimiyeti vardı. Ve dönemin yönetimi de şunu çok iyi bilmekteydi: Para ile desteklenmeyen hiçbir iktidar uzun süre ayakta kalamazdı. İşte tam bu sebeple, yani azınlıkların ekonomideki hegemonyasını kırmak ve yerlerine “milli burjuvazi”yi tesis etmek amacıyla Kasım 1942’de “Varlık Vergisi Kanunu” yürürlüğe sokuldu. Müslümanlar “M”, gayrimüslimler “G”, sonradan müslümanlığı seçenler yani dönmeler “D” diye sınıflandırılıp azınlıklardan fahiş vergiler alınmaya çalışıldı. Birçok tüccar vergiyi ödeyebilmek için evlerini ya da işyerlerini satmak zorunda kaldı ve çoğunun iş hayatı sona erdi. Vergiyi ödeyecek gücü olmayanlar Erzurum’un Aşkale ilçesine sürgüne yollandı; taş kırdırıldı, yol yaptırıldı. Ekonomideki hakimiyetlerinin yok edilmeye çalışılması bir yana 1944 yılına kadar çeşitli okullara girişleri dahi yasaklandı.

Saracoğlu davayı fiilen başlatıyor

İşte böyle bir atmosferdeki Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde dönemin başbakanı Şükrü Saraçoğlu 5 Ağustos 1942’de TBMM’de okuduğu kabine programının sonuç konuşmasında, aynen şu ifadeleri kullandı: “Biz Türk’üz, Türkçüyüz ve daima Türkçü kalacağız. Bizim için Türkçülük bir kan meselesi olduğu kadar laakal bir o kadar da vicdan ve kültür meselesidir. Biz azalan veya azaltan Türkçü değil, çoğalan ve çoğaltan Türkçüyüz. Ve her vakit bu istikamette çalışacağız.” Osmanlı’da yüzyıllar boyu var olan Türkçülük-Turancılık fikri, artık ırkçı temeller üzerinde yükselirken dışarıda da bu gelişmeyle paralellikler içeren bir seyir hakimdi. İkinci Dünya Savaşı’nın başında Almanya ve İtalya’nın başta olmak üzere Avrupa milliyetçi akımlarla kasılıp kavrulmaktaydı. Bu akımdan etkilenen Turancılar da “savaşa Almanya yanında girerek Kafkasya’daki Türklerle birleşme” hayali kurmaktaydı. Tabii bunun farkında olan Alman hükümeti de Turancılar’dan desteğini esirgememekteydi. 1944 yılında Almanya’nın Sovyet kuşatmasında başarısızlığa uğramasının ardından da işler tersine döndü, Rusya ve komünizm yanlısı akımlar güç kazanmaya başladı. Tam da bu günlerde toplumda “Irkçılık ve Turancılık Davası” olarak bilinen davanın ortaya çıkmasına neden olan ilk gelişmeler yaşandı.

Atsız’ın tahrik içeren mektubu

1944 yılının Mart ayında Nihal Atsız, Orhun dergisinde başbakan Şükrü Saraçoğlu’na açık bir mektup yazdı ve Rus yanlılarının başta Milli Eğitim Bakanlığı olmak üzere devletin çeşitli kademelerinde yuvalandıklarını söyledi ve dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’i hedef gösterdi. Atsız ayrıca Rus destekçisi olarak gördüğü Sabahattin Ali’yi de vatan haini ilan etti. Sabahattin Ali, bu ithama Nihal Atsız aleyhine tazminat davası açarak cevap verdi ve Atsız’ın Orkun dergisi 1 Nisan 1944 kapatıldı. Ardından tazminat davası 9 nisan 1944’te Ankara’da başlandı. Mahkeme salonuna gelen Turancı gençler Sabahattin Ali ve Hasan Ali Yücel aleyhine sloganlar atarak taşkınlık yapınca duruşma o günden sonra Türkçülük günü olarak kutlanacak 3 Mayıs’a ertelendi. 3 Mayıs 1944’te Nihal Atsız’ın Ankara’ya gelişi üzerine binlerce Turancı genç Ulus’ta toplanarak Başbakan Şükrü Saraçoğlu ile görüşmek için yürümeye başladı. Polisin sert müdahalesi sonrası eylemcilerden bazıları tutuklanırken, Nihal Atsız söz konusu davadan 4 ay hapse mahkum oldu.

Güvenilen dağlara kar yağıyor

Dava ve ardından yaşanan kısa süreçte Cumhurbaşkanı İsmet İnönü olaylar hakkında fazla yorum yapmaktan kaçındı. Bu durum “Milli Şef 19 mayıs şerefine Turancı gençlere af çıkaracak” dedikoduları yayılmaya başladı. Ancak İnönü 19 mayıs konuşmasında “Türk milliyetçisiyiz fakat memleketimizde ırkçılık prensibinin düşmanıyız. Turancılık fikri, son zamanların hastalıklı ve zararlı gösterisidir. Bu kadar şuursuz ve vicdansız fesatçıların tezvirlerine Türk milletinin mukadderatını kaptırmamak için, elbette Cumhuriyet’in bütün tedbirlerini kullanacağız. Fesatçılar, genç çocukları ve saf vatandaşları aldatan fikirlerini millet karşısında açıktan açığa münakaşa edemeyeceğimizi sanmışlardır. Aldanmışlardır ve daha çok aldanacaklardır. Vatandaşlarım! emin olabilirsiniz ki, vatanımızı bu yeni fesatlara karşı da kudretle müdafaa edeceğiz” açıklamasıyla Irkçılık ve Turancılık Davası’nı fiilen başlatmış oldu.

Polis, MAH ve işkence...

Ardından polisin ve Teşkilat-ı Mahsusa’nın (MAH) operasyonları başladı. Çok sayıda Turancı göz altına alındı. Aralarında o dönemde Piyade Üsteğmen olan Alparslan Türkeş ile bazı başka ordu mensuplarının da bulunduğu tutuklular Sansaryan Han’a götürüldüler. Mahkumlar o dönemden sonra tabutluk adı verilecek olan hücrelerde tutuldular ve tırnak çekmeye varan işkencelere maruz kaldılar. “Gizli teşkilkat kurarak kurulu düzeni yıkmaya teşebbüs” suçundan 7 Eylül 1944’de İstanbul 1 No’lu Örfi İdare Mahkemesi’nde yargılanmaya başlayan sanıklar muhtelif cezalar aldılar. Olayları ateşlemekle suçlanan Nihal Atsız 6,5 yıl hapse mahkum oldu ve bu kararla ilgili oldu. Alparslan Türkeş ise 9 ay 10 gün hapse mahkum olsa da Askeri Mahkeme’nin temyizi ile tutukluluğu kısa sürdü.

Konjonktür ve dağın fare doğurması

Öte yandan Haziran 1945’te, Sovyetler Birliği Türkiye’yi, Kars ve Ardahan’ın Sovyetler Birliği’ne geri verilmesini ve Boğazların statüsünü belirleyen 1936 tarihli Montreaux Anlaşması’nın tadilini içeren yeni bir antlaşmaya davet etti. Bu talepler Temmuz ayında Türkiye tarafından reddedildi. Bu atmosferde Türkiye’deki resmi çevrelerin Pan Türkist hareketlere tavrı yeniden değişince dava yeniden gündeme gelirken, Askeri Yargıtay 25 Ekim 1945’te sanıkların yeniden yargılanmasına karar verdi. 26 Ağustos 1946’da başlayan ikinci yargılama ilk dava kadar ses getirmedi. 31 Mart 1947’de karar veren mahkeme, sanıklara isnat edilen suçların kanıtlamadığını bildirdi. Daha sonra da Askeri Yüksek Mahkeme, 1 No’lu Askeri Mahkeme’nin kararını ortadan kaldırdı ve dosyayı kapattı.

Suat Vilgen / Diriliş Postası

adminadmin