Siyaset
Giriş Tarihi : 21-03-2017 10:54   Güncelleme : 21-03-2017 10:54

Milli Şef İsmet İnönü Başbakan Menderes İktidar Kavgası

Türk siyasi hayatının en önemli aktörlerinden Adnan Menderes ve İsmet İnönü'nün mücadelesi siyasi dünyadaki sürekliliklerin kavranması bakımından önemlidir.

Milli Şef İsmet İnönü Başbakan Menderes İktidar Kavgası

SCF AYDIN İL BAŞKANI MENDERES

Menderes'in, siyasete girmesinde Fethi Okyar'ın, Celal Bayar'ın ve Mustafa Kemal Atatürk'ün ayrı yerleri vardır.  Menderes Serbest Cumhuriyet Fırkası Aydın İl başkanı olarak başladığı siyasi hayatta CHP'ye geçti ve kısa sürede Ankara'ya milletvekili olarak gitti. Bu süre içerisinde sürekli kendisini geliştirdi ve olası büyük sorumluluklara kendisini hazırladı.

Burada Menderes'in halka dönük tavrını özellikle vurgulamak gerekir. Örneğin iktidara geldiğinin ilk haftası içerisinde ezanın Arapça okunmasına imkan sağlayan kanuni düzenlemeyi ramazan ayına yetiştirmek için gerekirse başbakanlık görevinden istifa etmeyi bile düşünmüştür. Bu düzenleme halk için önemli ve öncelikliydi. Menderes'te gerçekleştirmişti.  Oysa İnönü'nün halktan uzak ve devleti önceleyen duruşuyla, sıklıkla laiklik ve rejim uyarıları halk nezdinde fazla karşılık bulmamıştır.

DP HALKIN CHP BÜROKRASİNİN PARTİSİ

Menderes siyasetten her bunaldığında kendisini halkın içine atarken, İnönü iktidarı döneminde nadiren halkın içerisine karışmıştır. Bir anlamda DP halkın, CHP bürokrasinin partisi olmuştur. Çünkü o zamana kadar fazla değer verilmeyen taşradaki insanlar, itibar görmüş çeşitli sorumluluk mevkilerinde görevler almışlardır.

DP'den kimse bu denli büyük bir başarı beklemiyordu. DP'lilerde beklemiyor. Seçimlerden önce DP'li yetkililer CHP'ye seçim ittifakı öneriyorlar. Bize belirli kontenjan verin seçime tek parti tek adaylarla gidelim diyorlar. CHP ile DP milletvekili sayısında anlaşamıyorlar. Bir anlamda DP'de CHP'nin seçimi kazanacağını düşünüyor ama etkili muhalefet için milletvekili sayısının artırılmasını istiyor. CHP önünde İnönü gibi karizmatik ve efsanevi bir başkan bulunduğu için DP'nin taleplerini fazla dikkate almıyor..

İnönü ile Menderes CHP içerisindeyken, Menderes'in İnönü'ye saygı dışında farklı bir tavır göstermesi düşünülemezdi. Bu dönemde Menderes kavgasını, Başbakanlarla yürütmüştür. Fakat özellikle DP iktidarı sonrasında Menderes-İnönü ilişkileri inişli-çıkışlı istikrarsız yürümüştür. Burada direk Menderes'i suçlamak işin kolaycılığı olur. Dönem siyasi tarih ve siyasi hayat açısından önemli bir geçiş dönemidir ve bütün siyasilerin hataları olmuştur.

Bir yönüyle hiç alışamadı. İnönü'nün geçmiş dönemlerde üstlendiği önemli sorumluluklardan gelen üst perde konuşmaları Menderes'i sürekli rahatsız etmişti. Bu durumu Menderes'te konuşmalarında sıklıkla eleştirmiştir. İnönü'nün iktidarı döneminde sarf ettiği sözlerle muhalefet yıllarında ifade ettiği görüşlerin farklılığı da Menderes'in dikkatini çekmiş ve bu durumu İnönü'nün iktidar hırsına bağlamıştı. Şüphesiz 27 yıllık bir dönem en üst mevkilerde görev almış bir devlet adamının muhalefet liderliği (daha evvel siyasi tarihimizde örneği yok) gibi bir vazifeyi üstlenmesi ve kabullenmesi kolay bir şey değildir..

MENDERES İNÖNÜ DÜELLOSU

Menderes, İnönü siyasette oldukça kendisini güvende görmüyordu. İnönü'nün tarihi kişiliği ve karizması Menderes'i bir rakip olarak rahatsız ediyordu. Menderes'in İnönü'ye karşı tavır ve davranışlarında bu psikolojinin büyük etkisi vardır. Menderes İnönü'yü siyaset dışına itmek için farklı yollar, çeşitli tedbirler deniyor ama başarılı olamıyor. Menderes'in 1954 seçimlerinden sonra muhalefete karşı sert tavrı muhalefetin İnönü etrafında birleşmesine ve İnönü'nün siyasetteki etkinliğinin artmasına sebep olmuştur. Bir anlamda Menderes siyasi hatalarla İnönü'nün siyasetteki gücünü ve ömrünü artırmıştır.

Türkiye'nin 1950-1960 yılları incelendiğinde Menderes ile İnönü arasında âdete bir "düello" olduğunu görürsünüz.  Menderes ve İnönü'nün ilişkileri, iletişimi ve karşılıklı siyaset yaklaşımlarının özünde güvensizlik ve siyasi kavganın hâkim olduğu görülür. Menderes ile İnönü bazen Mecliste saatlerce, bezen gazete köşelerinde bazen de açık hava toplantılarında birbirlerine karşı son derece ağır ifadelerle atışmışlardır. Her iki liderin kısa aralıklar dışındaki on yıllık mücadelesi adeta bir "düello" havası içerisinde geçmişti.  O döneme ait her iki liderin ilişkilerini ifade eden en özlü kavram "düello" olsa gerek diye düşündüğümüz için bu kelimeyi tercih ettik.

O dönemin basını bu günden oldukça farklıydı. Öncelikle CHP'nin yayın organı olarak çalışan Ulus gazetesi vardı. Bu gazetenin yazar kadrosu tamamen CHP milletvekillerinde oluşur, politikalarını CHP belirlerdi. Ulus siyasette oldukça etkiliydi. Kadrosunda Hüseyin Cahit Yalçın, Nihat Erim, Bülent Ecevit gibi isimler vardı. Ulus gazetesi dışında yer alan basın organları ilk zamanlarda tamamen DP yanındayken zamanla CHP tarafına geçti. Burada Menderes'in bir takım hataları oldu. Örneğin "İspat Hakkı" meselesinde olduğu gibi ya da gazetecilerin sıklıkla cezaevine gönderilmeleri gibi..  27 Mayıs askeri müdahalesinin gerçekleşmesinde basın son derece etkili ve önemli bir yere sahiptir. Bir anlamda o günkü basın darbeye destek vermeseydi askeri müdahale bu kadar kolayca başarıya ulaşamazdı.

CHP ve İnönü Menderes'i laiklik konusunda ödün vermekle suçladılar. Oysa Menderes'in laiklik konusundaki görüş ve düşünceleri CHP'den farklı değildi. Temel ayırım, Menderes'in laiklik tarifiyle CHP'lilerin anladığı laiklik tarifi arasındaki farklılıktan kaynaklanıyordu. Burada Menderes'in yaklaşımını çağdaş batı ülkelerindeki uygulamalara daha yakın, inanan insanların inancını güvence altına alan daha hukuki bir duruş olduğunu söylemek mümkündür. CHP'nin katı laiklik anlayışı Cumhuriyetin ilk yıllarında yaşanılan olumsuz tecrübelerden kaynaklanmakta, fakat CHP tarafından sıklıkla gündeme getirilmekteydi. CHP'nin ısrarla gündeme taşıdığı laiklik kaygısının halk tarafından fazla bir karşılığı olmamakla birlikte daha çok bürokrasinin DP iktidarına karşı kuşkularını artırmaktaydı.

CHP'nin bir yandan laiklik hassasiyetini ileri sürerken diğer yandan Ticanilerle ilişkileri ve MP'sinin kongrelerinde laiklik karşıtı söylemlere karşı son derece hoşgörülü yaklaşım içerine girmesi dikkat çekicidir. CHP'nin 1948'den sonra dini yaşamı kolaylaştırmaya yönelik çabalarına bu gelişmelerde eklendiğinde DP'ye yönelik laiklik eleştirilerinin samimiyeti sorgulanmaya başlıyor.

DP ve Menderes 1957 seçimlerini sağlıklı ve doğru analiz edemediler. DP içerisinde yapılan değerlendirme toplantılarında sürekli muhalefet suçlandı. Menderes mevcut mağlubiyeti Hürriyet Partisini kurmak için DP'den ayrılan eski arkadaşlarına bağladı. Oysa 1954 sonrası yapılan uygulamalar muhalefeti daha güçlendirmiş DP iktidarını oldukça zor duruma düşürmüştü. Seçimler sonrasında muhalif partiler birlikte hareket ettikleri gibi, ülkede DP karşıtı bütün güçleri yanlarına alarak DP'ye karşı son derece etkili bir muhalefet yapmaya başladılar. Böylece DP her geçen gün iktidardaki güç ve desteğini kaybederken muhalefet ilk kez iktidara gelebilme ümidiyle daha şevkle ve gayretle çalışmaya başladı. İnönü 1957 Seçimlerinden aldığı güç ve muhalefet partilerinin desteğiyle DP ve Menderes'e karşı çok daha sert, katı, bağımsız ve uzlaşmaz bir politika izlemeye başladı. Bir anlamda 27 Mayıs'ın fiili süreci 1957 seçim sonuçlarıyla başlamış oldu.

DP ile Türk dış politikasında önemli bir değişiklik meydana geldi. Türkiye Uluslararası alanda daha aktif ve hareketli bir dış politika izlemeye başladı. Böylece uluslararası kamuoyu ve komşular daha yakından takip edilmeye başlandı. Bu süreç içerisinde özellikle 1958 Irak ihtilalı Türkiye'de çok yakından hissedildi. Gerek muhalefet, gerekse iktidar, bu zamana kadar hayal olarak görülen bir gerçekle yüzleştiler. İhtilal ilk kez bu kadar yakından ve ciddi bir ihtimal olarak ortaya çıktı. Kamuoyu ihtilalı çok ciddi olarak tartışmaya başladı. CHP ve DP ilişkileri daha gerildi. Menderes, olayların arkasında CHP'nin olduğunu düşünerek CHP üzerine daha fazla gitmeye başladı.  Fakat bütün bu tartışmalardan Menderes ve DP'nin süreci doğru okuyarak gerekli dersleri ve tedbirleri aldığını söylemek mümkün değildir.

Menderes çok duygusal bir insandır. Özellikle olağanüstü anlarda soğukkanlılığını kolayca kaybederek, sağlıklı karar vermekte zorluklar yaşayabiliyordu. On yıllık süre zarfında Menderes'in bu durumunu çok iyi bilen Bayar, o zamanlarda devreye girerek krizlerin atlatılmasını sağlamıştır. Fakat 27 Mayıs'a giderken Bayar birçok gelişmeden haberdar değildir. Örneğin KKK Cemal Gürsel'in Başbakan Menderes'e yazdığı mektubu bilmiyordu. Dolayısıyla gerekli tedbirler hiçbir zaman alınmadı, alınmak içinde en ufak çaba gösterilemedi. Menderes muhalefete olan tepkisi ve yaşadığı sıra dışı olaylarda DP'nin kendisini yalnız bıraktığını düşünerek, partiye daha fazla baskı yapıyordu. Böylece parti içerisindeki ılımlılarla bağları zayıfladı. Etrafında ki dar çevre sebebiyle partinin kontrolünü sağlamakta zorluk çekti. 27 Mayıs öncesi yapılan son DP Meclis Grup Toplantısı gergin bitmiş Menderes'te gruptan buruk ve üzgün ayrılmıştı.

CHP DARBEDE GÖREV ALDI MI?

Üçüncü Cumhurbaşkanı Celal Bayar'ın torunu Prof. Dr. Emine Gürsoy Naskali, 27 Mayıs darbesinin milli iradeyi cezalandırdığı tespitinden yola çıkarak şunları anlatıyor;

27 Mayıs; demokratik rejimin, halk iradesinin vesayet altına alındığı tarihtir. Vatandaşa şu denmiştir: “Sen kime oy verirsen ver, senin oyunun bir değeri yoktur; çünkü sen anlamazsın, doğruyu seçmesini bilmezsin.” 27 Mayıs, toplum hafızasında yer etmiştir, çünkü telafisi mümkün olmayan bir kırılma noktası yaşanmıştır. Bu olayın etkileri günümüze kadar sürmüştür.

27 Mayıs darbesi yapıldığında ben 10 yaşındaydım ve Çankaya köşkündeydim. Tank uğultusuyla uyandım. Gayri tabii bir durum olduğunu tabii anladım ama -belki çocuk olduğum için - korkmadım. Büyükbabamı almaya gelmişlerdi. Büyükbabamın direndiğini, “Millet iradesi ile geldim, millet iradesi ile giderim, siz kim oluyorsunuz?” dediğini, silah çektiğini, gelenleri vurmak istediğini, sonra silahı kendisine çevirdiğini, bu silahın elinden alındığını ve Harbiye’ye götürüldüğünü biliyorum.

Yassıada Mahkemesi’nin silahlı ortamında bile -soğukkanlılıkla- büyükbabam, askerin siyasete karışmasına karşı olduğunu, askerin siyasete karışmaması için elden gelenin yapılması gerektiğini söyledi. Bugün de aynı konularla meşgulüz. Demokrasilerde sivilin askere değil, askerin sivile itaat mecburiyeti vardır.

1960 darbesinin yetiştirdiği tanıdık isimler

Yakın siyasi geçmişin ve günümüzün etkin aktörlerinden önemli isimlerinin o dönemin ürünü olduğuna dikkat çeken Naskali'nin şu satırları ilginç:

21 Mayıs 1960 günü, yani darbeden çok kısa bir süre önce Harp Okulu öğrencileri Ankara’da bir yürüyüş yapmışlardı. Bu yürüyüş elbette ki komutanlarının teşvik ve himayesinde yapılmıştı. Büyükbabam bu subayların disipline sevk edilmesini ve cezalandırılmasını istemişti. Bu konular Yassıada’da dava konusu oldu. Cumhurbaşkanı bu işlere karışmamalıymış, dendi. Bayar da “Elbette ki karışmalıydım, memleketin güvenliğini temin etmek en birinci telakki ettiğim görevdi” dedi. “Bayar, Harp Okulu’nu imha edecekti” dendi. Akla hayale sığmayacak şeyler... Zamanın Harp Okulu kumandanı Sıtkı Ulay –Milli Birlik Komitesi üyesi oldu- şahit olarak Yassıada’ya çağırılmıştı. Orada Sıtkı Ulay, Harp Okulu öğrencilerini darbeye kadar Ankara’da tutabilmek için yalan rapor düzenlediğini iftiharla anlattı. Nasıl Menteş Kampı’nın otları arasında yılanlar olduğunu ve bu sebeple kamp yapmaya uygun bir yer olmadığını –tabii ki doğru değil– sonra Harp Okulu öğrencilerini nasıl silahlandırdığını ve sorgulanması halinde öğrencinin silahını temizliyor olduğunu söyleyeceğini iftiharla anlattı. Yine bu aynı öğrenciler, darbe günü DP’lileri tutuklamakla görevlendirildiler. Yine o dönemin seçilmiş genç subayları Yassıada’da görev yaptılar. Silahlı olarak mahkeme salonunda nöbet tuttular. Yaklaşık 3000 ordu personeline bu görevleri dolayısıyla MBK ek maaş bağladı. Bu insanlar o yıllarda, tabii genç insanlar, bu işlerin içinde yetiştiler, yetiştirildiler. Tutuklamaları yapan, Yassıada’da nöbet tutan, darbe muhafızlığını gören o subaylar ileriki yıllarda terfi ettiler ve sonraları karşımıza sık sık çıkmaya başladılar: Mesela Şener Eruygur, Hurşit Tolon, Çetin Doğan, Çevik Bir, Tuncer Kılınç, Altay Tokat, Kemal Yılmaz, Edip Başer, Tamer Akbaş, Yaşar Büyükanıt, Fevzi Türkeri, Akay Şakman, Teoman Koman, İlhami Erdil, Namık Kemal Ersun, Necip Torumtay, İsmail Hakkı Karadayı, Kemal Yamak, İlhan Oral, İrfan Tınaz ve Doğu Aktulga... Bu isimlerin hiçbiri Harbiye yürüyüşünü ve Yassıada’yı ağızlarına almadılar, hiçbiri 27 Mayıs darbesinden ve yapılanlardan dolayı pişmanlık duyduklarını söylemediler ve hiçbiri Harbiye’de ve Yassıada’da ne yaptıklarını anlatmadılar. 1960 darbesi işte bu isimleri yetiştirdi…

Büyükbabamın Yassıada Mahkemelerindeki tutumuyla ilgili olarak söyleyebileceğim şey, tüm hayatında olduğu gibi Yassıada’da da cesur ve dik duruşudur. Arkadaşlarına sahip çıkmıştır. “Vatanperver insanlardır, hepsine kefilim” demiş ve mesuliyeti kendi üzerine almıştır. Başsavcı buna müdahale etmek durumunda kalmış ve hukuken böyle bir şeyin olamayacağını söylemiştir.

Yassıada Mahkemeleri, bir yandan iktidar olamayan muhalefetin intikamıdır-, diğer yandan da darbecilerin kendilerini aklamak için kurguladıkları bir senaryodur. Darbecilere akıl hocalığı yapan CHP’li profesörler, iktidarın yargılanması gerektiğini söylemişler, “Yoksa isyan ve darbe suçundan siz ipe gidersiniz, mutlaka vahim suçların bulunması ve vahim cezaların verilmesi gerekir” demişlerdir. “Meşruiyetiniz için bu gereklidir” demişlerdir.

Yassıada Mahkemeleri’nin mahiyetini, sivil kesimden birkaç profesör, askeri yargı mensupları ve MBK’nın tayin ettiği Başhakim tasarlamışlardır. MBK ise arka planda “Sizi buraya tıkan güç”ü temsil ediyordu.

27 Mayıs’ta büyükbabam 78 yaşındaydı. Cumhurbaşkanı olduğu için ancak “vatana ihanet” suçundan yargılanabilir ve idam edilebilirdi. Bu sebeple Yassıada’da görülen Anayasa davası “vatana ihanet” suçlamasıyla açıldı.

Darbeden hemen sonra İnönü’nün damadı Metin Toker’in çıkardığı Akis dergisinin kapağında bir darağacı, darağacından sallanan bir idam ipi ve önünde de büyükbabamın bir fotoğraf vardı. Altında ise “Cürüm ve Ceza” denilmekteydi. İnönü ve CHP, darbenin azmettiricisi olmuştur.

Derken, 61 Anayasası hazırlandı. Şu da bir tezat: Bir taraftan DP’liler aleyhinde Anayasayı ihlal davası sürüyor, diğer yandan 24 Anayasası toptan ortadan kaldırılıyor. 27 Mayıs, “Anayasa ve Hürriyet Bayramı” ilan ediliyor, 20 yıl süreyle devlet eliyle kutlanıyor, okul kitaplarında bayram olarak okutuluyor.

Büyükbabamın 61 Anayasası üzerinde iki görüşünü ve duruşunu nakledeyim:

61 Anayasası milli iradeye ortaklar getirdiğini söylemiştir. Kimdir bu ortaklar? Anayasa Mahkemesi ve Milli Güvenlik Kurulu’dur. Milli Güvenlik Kurulu, askeri doğrudan doğruya siyasetin içine yerleştirmiştir.

İkinci husus da, 61 Anayasası darbecilere ve eski cumhurbaşkanlarına ömür boyu “tabii senatörlük” ihdas ediyordu. Büyükbabamın asılacağı var sayıldığı için eski cumhurbaşkanı olarak sadece İnönü kalıyordu. Tabii senatörlüğün “cumhurbaşkanı” maddesi İnönü için çıkarılmıştı. Yıllar sonra büyükbabam Kayseri cezaevinden çıkınca tabii senatör olarak Meclis’e davet edildi. Ancak büyükbabam bu çağırıyı reddetti, “Milli irade ile seçilmediğim bir makamı kabul edemem, prensiplerime aykırıdır” dedi. Halbuki darbeciler olsun, İnönü olsun tabii senatörlüğü kabul etmekte hiç bir sakınca görmemişler, gidip Meclis’e oturmuşlardı.

MİLLİ GÜVENLİK KURULU ASKERİ DOĞRUDAN DOĞRUYA SİYASETİN İÇİNE YERLEŞTİRMİŞTİR

Derken, 61 Anayasası hazırlandı. Şu da bir tezat: Bir taraftan DP’liler aleyhinde Anayasayı ihlal davası sürüyor, diğer yandan 24 Anayasası toptan ortadan kaldırılıyor. 27 Mayıs, “Anayasa ve Hürriyet Bayramı” ilan ediliyor, 20 yıl süreyle devlet eliyle kutlanıyor, okul kitaplarında bayram olarak okutuluyor.

Büyükbabamın 61 Anayasası üzerinde iki görüşünü ve duruşunu nakledeyim:

61 Anayasası milli iradeye ortaklar getirdiğini söylemiştir. Kimdir bu ortaklar? Anayasa Mahkemesi ve Milli Güvenlik Kurulu’dur. Milli Güvenlik Kurulu, askeri doğrudan doğruya siyasetin içine yerleştirmiştir.

İkinci husus da, 61 Anayasası darbecilere ve eski cumhurbaşkanlarına ömür boyu “tabii senatörlük” ihdas ediyordu. Büyükbabamın asılacağı var sayıldığı için eski cumhurbaşkanı olarak sadece İnönü kalıyordu. Tabii senatörlüğün “cumhurbaşkanı” maddesi İnönü için çıkarılmıştı. Yıllar sonra büyükbabam Kayseri cezaevinden çıkınca tabii senatör olarak Meclis’e davet edildi. Ancak büyükbabam bu çağırıyı reddetti, “Milli irade ile seçilmediğim bir makamı kabul edemem, prensiplerime aykırıdır” dedi. Halbuki darbeciler olsun, İnönü olsun tabii senatörlüğü kabul etmekte hiç bir sakınca görmemişler, gidip Meclis’e oturmuşlardı.

MENDERES'E İDAMDAN ÖNCE MAKATTAN MUAYENE EDİP SAĞLAM RAPORU VERDİLER...

İdamların olacağı önceden belliydi. Olayların içindeyken bunu net olarak görememiş olsak bile... İmralı Cezaevi Müdürü Acarol’a Yassıada davaları sürerken bir talimat geliyor, 80-90 idam için hazırlık yapması isteniyor. İmralı’da ağaç yok, gemiyle kereste getirtiliyor. Hazırlıkların gizli yapılması lazım, onun için müdür futbol sahası yapılacağını söylüyor, mühimmat depolanacak, diye sandukalar hazırlanıyor, zeytin ağacı dikilecek diye çukurlar açılıyor. İmralı’ya bir grup genç subay çıkıyor, 200 kadar tomsonlu subay, “İdamları idamları göreceğiz” diye... Bu grubu yönlendiren şahıs, Harp Okulu Komutanı ve Silahlı Kuvvetler Birliği Başkanı Talat Aydemir’dir. Talat Aydemir, daha sonraki iki darbe girişiminin mimarıdır.

15 Eylül 1961’de Yassıada Mahkeme kararları tebliğ edildi, 15 idam kararı vardı. Büyükbabam 1 numaralı sanık, ilk önce onun kararı açıklandı. Kararı duyunca kulaklığını çıkarıp atıyor, eliyle de “Hadi oradan, siz de önemsenecek insanlar mısınız?” anlamında bir hareket yapıyor. Kararlar tebliğ edilir edilmez idama mahkûm edilen sanıklardan 14’ü mahkeme salonundan doğruca İmralı’ya sevk ediliyor.

İmralı’da elleri arkalarından bağlı olarak büyükbabam ve diğerleri hücrelere alınıyorlar ve bekleme başlıyor. İmralı’da geçirdiği o gece, büyükbabamın hücresine bakan gardiyan, büyükbabama bir testi su getiriyor. Kırık bir testi... İmralı Cezaevi’nde Umurbeyli bir mahkûm varmış, cinayetten yatıyormuş. Büyükbabama yardım etmek istiyor, ama elinden bir şey gelmiyor. Biraz külhanbeyi tipli bir adammış, hapishanede forsu geçermiş. Bir testi su gönderiyor. “Bu reziller -yani darbeciler- toprağına su dökmezler” diyor, “Mezarına dökülecek suyu olsun” diyor, gardiyana “Sen döküver” diyor. Bu testi Celal Bayar Vakfı Müzesi’nde duruyor.

Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ipini kendi geçirmiş boynuna, gardiyanın eli titremiş, “Elin niye titriyor, asılacak olan sen değilsin” demiş. “Allah memleketi korusun, haydi Allahaısmarladık!” demiş, sonra da altındaki tabureyi tekmelemiş…

Doktorlar Menderes’i apar topar canlandırmaya çalışıyorlar, bir an önce Menderes’i de İmralı’ya göndermek istiyorlar. Menderes’e “İstirham ederim, yapmayın!” demesin rağmen makattan muayene de yapıldıktan sonra sağlamdır raporu veriliyor.

Menderes İmralı’ya getirildiğinde yürüyecek halde değildi. İki kolunda iki askerle yürüyebilmiştir. İmralı’ya inişini ve darağacına yürüyüşünü görüntüleyen film ve fotoğraflar, göstermelik ve bir iki saniyenin görüntüleridir. Yoksa iki kolunda askerle yürütülmüştür.

Menderes, boynuna geçirilen ip uygun şekilde yerleştirilmediği için çok can çekişerek hayatını teslim etmiştir. Vücudunun titremesinden ayakkabıları ayağından fırlamıştır. Menderes asıldıktan sonra -oradaki subaylar sırf onu darağacında sallanır vaziyette görmek istedikleri için- cansız bedenini yeniden ipe çekmişlerdir.

Kaynakça;

Şerif DEMİR  - Asım Öz/ Dünya Bülteni

Prof. Emine Gürsoy Naskali – internethaber.com

adminadmin