Samsun Haber
Giriş Tarihi : 24-04-2017 09:12   Güncelleme : 24-04-2017 09:31

Mimar Şair Mustafa Karaosmanoğlu imza günü

​Samsunlu Mimar Şair Mustafa Karaosmanoğlu, düzenlenen imza ve sohbet programında kitaplarını imzalayarak okuyucularıyla sohbet etti.

Mimar Şair Mustafa Karaosmanoğlu imza günü

Samsunlu Mimar Şair Mustafa Karaosmanoğlu, Endülüs Kültür Merkezi’nde düzenlenen sohbet ve İmza gününde iki kitabını imzalarken, aynı zamanda okuyucularıyla şiir hakkındaki düşüncelerini ve poetikası hakkındaki sorulara cevap verdi.

‘Yol Gitsin Ben Kalıyorum’ kitabının yeni baskısını ve ‘İnsan Dile Yalnızdır’ isimli yeni kitabını okuyucularıyla buluşturan Mimar Şair Mustafa Karaosmanoğlu, imza gününden önce okuyucularıyla bir süre şiir, sanat ve edebiyat konularında okuyucularıyla sohbet etti, gelen soruları cevapladı.

Karaosmanoğlu daha çok, şiirde imge ve şiir yazış tarzı hakkında gelen sorulara cevap verirken, şiir poetikası hakkında da konuştu.

KİMDİR - OTOBİYOGRAFİ

6 aylıkken bana içini açan bir fotoğraf. Annem’li, halam’lı ve kardeşimli, dördü bir yerde…

Söyle anne, bir kağıda nasıl da sığmışız böyle, hem de bu kadar sayımızla.

Eskiler siyah beyaz bir resim olarak doğarlardı hayata. Doğrusu önce kendileri doğarlardı, sonra hayat onlardan bir resim çizerdi kendi tuvaline. Hikâyenin kapısını aralayan fotoğraf işte bu. Zamandan içeriye süzülüşümün altıncı veya yedinci ayı. Zemine alışmamış ayaklarımın çapraza kayması bundan. Sene bin dokuz yüz altmış iki. Oysa birkaç ay önce ne güzel yoktum. Şimdi bir tedirginliğin eşliğinde hayata karşı görücüye çıkmış eşikte duruyorum. Ama habersizim birçok şeyden. Halamın yanında duran ablamı tanımıyorum muhtemelen. Halam bir başka kainatın sakini olsa gerek.

Annem doğduğum günü kaybetmiş aylar içinde. Resmi kayıtlara göre doğumum bir Haziran. Ama büyüklerim Nisan’a daha yakın duruyorsun diyorlar. Resmiyete güvensizliğimin tarihi eski. İki yaşımda Babaannem beni annemin koynundan alıp metafiziğe yatırıyor. Düş gibi bir dünya bu. Gerçekler masallarla kol kola geziyorlar. Sebebin neticeden altta kalır bir tarafı yok .Bir sebep neticeyi önceliyor,bir netice sebebi.

Adım Mustafa. Soyadım Karaosmanoğlu. İlk yaralandığım yer beş yaşımın arka sahilleri. Niye evleniyor insanlar demiştim anneme, üremek amaç olabilir mi? Köy çocuğuyum. İki dağın arasında kalan arazi parçasını uzun yıllar dünya zannettim. Dağların arkası boşluktu, yani gizem. O yıllar aile büyüklerim şehre inerlerdi sık sık, ama dönüşlerinde bir kasaba bile getirmezlerdi yedeklerinde. Bunu bir yerde daha söylemiştim. Yedi yaşımda albüm hastalığına yakalandım. Sonra Samsun Sigorta Hastanesi’nden çıkıp ilkokul birden okula girdim. Köyüm Ormancık köyü. Rumdan bozma, onlar Ormanos derlermiş.

Bafralı yıllar kendimi tanımaya başladığım zamana yazılabilir. Babam Almanya’da, ablam orta okula yeni başlamış, ben de ilkokul ikiyi sürüyorum. Bafra o yaşlardaki köy çocuğunun duygu dünyasına çok geniş gelen bir yer. Kayboluşlar çağı burada başlıyor. Heyecanlarımda kayboluyorum, hayallerimde kayboluyorum, ilgilerimde kayboluyorum. Hülasa, bu harita çok uzun. Zaten kaybolmak en uzun ırmağıdır insanın.

Duygularımı ayağa dikmeye çalışıyorum. Çocukça bir şeyler bunlar biliyorum. Ama, izleri derinde ve hiçbir silginin onları silmeye gücü yetmiyor. Babam Almanya’da, ben bu sahanlıkta top oynuyorum. Kaleci Maier olmak en büyük hevesim. Dersler ağır ağır düşüşe geçiyor. Onları toplamaya mecalim yok. Ben Babaannem’e Kan Kalesi okuyorum, ikimiz de ağlıyoruz sayfalar boyunca. Babaannem kendi boyunca ağlamayı bilirdi. Benim ağlamak atlasımda o kadar mendilim yok. Babaannemin adı Selvinaz, babamınki Niyazi. Annem Naciye’yi kuşanmış isim olarak. Büyüyorum, orta okul yılları. Yolumun üzerinde kızlar var ve ben onları birbirinden ayırt edebiliyorum artık. Ortaokul matematikti daha çok veya ben serinlemeyi severdim matematikte, matematikte beni. Boyuna kes eskitiyorum. Akşamları yorgun düşen gövdem tatlı bir baygınlık halinde iniyor yataklara.

Bütün boylamlarıyla dalıyorum hayatın öbür yüzüne. Oyundan çıkmak yok diyor içimden bir şeyler bana. Onların kim olduğunu soruştuyorum. Tam beş kardeşiz. O yıllar bu biraz da tokat demek. Ablam benden dört yaş büyük, benden sonrakiler yaklaşık ikişer sene ara ile sıralanıyorlar. Ablamla benim aramda bir abla daha var. Onu bir buçuk yaşında silmiş zaman, çıkarmış hayat aritmetiğinden. Annem hala durağan vakitlerinde ona ağlar.

Liseli yıllar Samsun’a ait. Bir yalnızlık olarak iniyorum Samsun’a. Tercihli bir muhacirim. Bu Samsun’un da farkında olmadığı bir şey. Yine kayboluyorum. Bu sefer ideolojiler buluyor beni. Aklımda sloganlar, yüzüm gözüm boya. Arkama yaslandığım yerde bütün bir ülke var sanıyorum. Kendimden çok başkalarındayım. Başkalarının ocağında büyümek diğergamlığın öteki adı. Bizi birbirimize vurduranlar bundan habersiz ama. Onlar ellerini ovuştururken biz ölüyoruz. Biz, ne kadar riskli bir kavram, ötekini hemen kurabilme yeteneğine sahip. Bütün savaşlar bizden başlamış tarih boyunca. Zamandan “bizi” çıkarın savaş kalmaz geriye. Bunların hiçbirini bilmiyorum o yıllar. Bize tapıyoruz kitleler halinde. Kimseye bir yumruk dahi atmadım. Ama yediklerime bakılırsa hayattan bir hayli alacağım var. Babam döndü, artık evde bir yabancı gibi hissediyorum. İktidarın bedeli ağır oluyor efendim.

İlk lisem Ondokuz Mayıs. Sonraları dört döndüm liseler arasında. Ve dördüncü liseden mezun oldum. Bu şehrin ezberimdeki sokakları kusuyor beni artık. Caddelere karışmış bir bulantıyım. Güneş bir mızrak boyu alçalmış, tepemizde ihtilal var, boğuluyorum. Kaç çocuk kaybetti bu ülke bilmiyorum ama üçünü benim yanımda kaybetti, bunlar bildiklerim arasında.

Bindokuzyüz seksen üç Konya’dayım. Farkında olmadan büyümüşüm, Babaannem öleli altı yıl olmuş, ben birini sevmişim o beni çok unutmuş. Her köşenin dibinde kanamışım, bunu gömleğim söylüyor bana. Demek: Susarak büyürmüş insan. Susmazsan kirleniyorsun çünkü. Zaten babaannem; ömür, zamanın kiri demişti bir keresinde. Hayat üzerimde o kadar bulanık durmasaydı eğer, aşka dair bir şeyler söyleyebilirdim ben de.

Tut ellerimden Konya. Yalnızlıktan yeni çıkmış bir balık gibiyim. Kitapların dünyasında çırpınıp duruyorum. Her kitabın bir yerinde kendi yüzünü görüyor insan. Her kitap benden dışarıya açıyor sayfalarını. Şiirin içinde ben varım, Nesrin içinde ben. Taşralı genç, o eski başkentin sokaklarında dolaşmaktadır. Artık dilinde kaldırımlar. Bayatlamış bir günün buğusu ellerinde. Bir cesedi peşinden sürükler gibi çekiyorum geceye. Kendimi yüzümden çekip çıkartmaya çalışıyorum. Aklım ağrıyor.

Biraz anarşistim, biraz sivil itaatsiz. Kendimi bir anlama işaretlemek istiyorum. “Bir tren ışığına güneşe çekmek seni.” Yıllar yılı şiirden başka edebiyat kitabı okumadım. Şiir edebiyatın piyadesidir, kıdem onun, Sonra felsefe; Arabi mesela, mesela Bergson. Gençliğimin alt katında dolaşıyorum. Her nereye gitsem oraya gençliğimi de bırakmış oluyorum. En sevmediğim ders İngilizce. “Onu bitirirsen mimarlığı da bitirirsin” diyorum kendime. Ya ötesi, ötesini düşünmeye dermanım yok. Gözümden kalbime düşen gamze içimi kanatıyor durmadan. Tam yedi yıl aralığında okul bitti. Bin dokuz yüz doksan ikide askerim. Onbir ay fiili İstanbul, onbir ay üniforma. Dönüşte Samsun beni düzgün bir suratla karşılamaya gelmedi. Doğrusu kendi geldi ama yanında suratını getirmedi. Küsmüşüm güvercinlere. Önümde bir masa, bir hane hayali çiziyorum boş kâğıtlara. Kâğıtlara hıncım var. Onlar beni bir mesleğe mahkum ettiler. Kanadından vurulmuş bir kuş gibi dönüyorum, aklım ağrıyor dedim ya. “Artık kaçış yok” diyor annem. Annem beni evlendirecek. Bütün yıldızlarını düşünüyorum göğün. Gel birlikte utanalım diyorum zamana. O başını çeviriyor olmaz der gibi. Ben ‘gibi’den bütün silahlarımı kuşanıyorum .Önce Büşra oluyor, bu ilk çocuğum benim. Sonrasında Selvinaz. Müjdelenen birer vakit gibi, iki çocuk. İki sevgi yumağı, iki kalp çarpıntısı. Bir yeniyi açıyorlar önüme. “Bir tren ışığına güneşe çekmek seni.” Yaşlanıyorum artık. Peşime gölgemi taksam sendeleniyor gövdem. Yeğin kalıyorum kendime. Haydi hayat diyorum gel de utandır beni.

 

adminadmin