Türk milleti olarak tedbiri elden bırakmadığımız vaki idi. Millet bütünlüğünü esas alanların lisan-ı hal ile “Hele dur bakalım…” dediği Türkiye, -Mış gibiliğinin sarahaten farkında idi ve bu hali izale yolunu arama şuurundaydı. Var ise hikâyemiz bu şuurun kaybı hikâyesidir. Ya yok ise? Bu şuurdan günümüzde eser kalmadıysa yapılacak iş de kalmamıştır. Millet olarak bütün işimiz gücümüz –Mış gibiliğin izalesine inhisar ediyordu. Yani Batılılaşma macerasına toplum nezdinde def-i belâ kabilinden girildiği ve dünya şartlarına Türk varlığının tezahürüne imkân hazırlama gayesiyle tahammül edildiği kaziyesini muhkem şekle getirmek esas idi. Böyle bir esasın gerçek oluşuna delil önce Divan Edebiyatı’nın ve sonra aruz vezninin terk edilmesine mukabil, üstelik bu ikisinin tahkir edilmesine rağmen ihata edici bir Türk şiiri vakıasının gerçekliğidir. Başı, ortası, sonu şiirde yuvalanmış bir milletleşme hikâyemiz var. Hikâyemizi namevcudiyetten salim kılmak için şimdi onu kıssa şekline çevirmek mecburiyeti bizi bekliyor. Bu çevirme işinin altından kalkabilelim ki, nasibimize kıssadan hisse kapma düşüp düşmediğine nazar atfedecek takate erelim.
Millet olarak birçok işkenceden sağ çıkışımız “Tertipli biri” zannına kapıldığımız şeyin, daha doğrusu gücün Dünya Sistemi olduğu hususunda aydınlanabilmemizin bedeli oldu. Neler söylüyorum ben? Birçok işkenceden sağ çıkmış olan kim? Kimlerdir uğranılan ezaya Dünya Sistemi’nin sebep olduğunun farkına varan? Olanca sualin cevabı başını örten kızın felsefe bilmesiyle sıkıdan sıkıya alâkalıdır. 1973 Hristiyan yılında millet iradesini aman vermez bir girdaba sürüklemek kastıyla başlatılan Siyasal İslâm (daha düzgün bir ifadeyle Siyasal İslâm’ın Türkiye sürümü) öylesine yırtıp yapıştırma bir şeydi ki, oyunbazlar ellerinde sağlam adam olup olmadığının sağlamasını iki bakımdan yapmak zorunda kaldı: 1) Namaz kılıyor mu? 2) Karısının başı örtülü mü?
Kılınan namazlar, örtülen başlar bir siyasi manevra malzemesi biçimine sokulunca Türk toprakları aleyhine işlenen suçları görünmez hale getirmek kolaylaştı. Muktedirler tebaalarını bu suretle kırbaç-havuç diyalektiği ötesine geçmiş bir büyülü değnekle sevk etme rahatlığı ele geçirmiş oldu. Hadis-i Şerif “Hayâ imandandır” buyuruyor. “Utanmak da devrimci bir duygudur” diyor Karl Marx. İki hüküm arasındaki geçişmeyi anlamak için Türk varlığının hayâsızlık sebebiyle uğradığı zararı fark etmek elzemdir. Hiç fütur etmeden Türkmüş gibi, Müslümanmış gibi yapıp yalnızca kendinizi değil, kendinizle beraber size ilgi duyan herkesi kandırmanız mümkündür. Bir kandırmacanın apaçık keyfini sürüyorsunuz, bir sahtekârlığın her bakımdan tadını çıkarıyorsunuz diye ne Türk olabilirsiniz, ne de Müslüman.
-Mış gibi dahi olsa bir Türkiye kalsın, haritadan silinmesin diyorsanız, bilin ki, korktuğunuz başınıza gelecek. Eğer –Mış gibi Türkiye’nin yerini Türkeli aldığında Türk düşmanlığı sükût edecek fikrine sahip iseniz başını örten kızın felsefe bilmesinin yolunu açacaksınız. Yol açmak? Yoldaşsız yol açmanın mümkünü var mı?
İsmet Özel,
http://istiklalmarsidernegi.org.tr