Kültür
Giriş Tarihi : 14-05-2017 14:00   Güncelleme : 14-05-2017 14:10

Modern Şehir Tasavvurunda Sokak Hayvanlarına Yer Yok Mu?

Mine Yıldırım geçtiğimiz günlerde 'Köpeksizleşen İstanbul' başlıklı bir konuşma gerçekleştirdi. Oktay Türkoğlu etkinlikten notlarını aktarıyor.

Modern Şehir Tasavvurunda Sokak Hayvanlarına Yer Yok Mu?

İstanbul Araştırmaları Enstitüsü'nde 8 Mayıs Pazartesi günü düzenlenen “Köpeksizleşen İstanbul” başlıklı konuşma, çalışmalarını The New School Üniversitesi Siyaset Bilimi bölümünde sürdüren Mine Yıldırım tarafından gerçekleştirildi. Sunumun kapsamı yaklaşık 80 bin köpeğin itlâfı ile sonuçlanan meşum Hayırsızada sürgünü sonrasını kapsıyordu. Konuşmanın ilk kısmında, tarihimizin ilk olmasa bile, en büyük köpek kıyımı olarak geçen Hayırsızada hâdisesinden sonra da İstanbul'un, nasıl sistematik olarak köpeksiz bir şehir haline getirilmeye çalışılmış olmasına değinildi.

Mine Yıldırım’ın bu bölümde en dikkat çekici teması köpeksiz bir şehir tahayyülünün modernleşme sürecinin bir parçası olması yönündeki yargısıydı. Çünkü 19. yy'dan itibaren Batı'yla olan münasebetler neticesinde muhtelif ekonomi, politik, sosyal revizyonlara gidilmiş ve bununla birlikte İstanbul kent kimliğinin temel dinamiklerinden olan sokak hayvanlarının şehirden toplatılıp imhâ edilmesi de bu durumdan âri kalamamıştı.

Modern şehir tasavvuru ve sokak hayvanları

1910 Hayırsızada hâdisesinden sonra, Cumhuriyet devrine gelindiğinde de bu sefer belediyeler eliyle gerçekleşen kıyımlar bu ''itaatsiz bedenlerin'' tamamiyle ortadan kaldırılmasını öngörüyordu. Böylece tıpkı 19. yy'da Fransa ve muhtelif Avrupa şehirlerinde gerçekleştirilen sokak hayvanlarının itlâfına benzer bir şekilde, modern bir şehrin sokak köpeklerinden tamamen temizlenmiş olması gibi bir tasavvurâtın hayata geçirilmesi planlanıyordu.

Sözgelimi bunun için, 1920'lerde köpeklere zehirli yemekler verilmek sûretiyle en masrafsız yoldan sokak ortalarında can çekişerek ölmeleri gerçekleştiriliyordu. Bu bağlamda Yıldırım, devrin belediye başkanı Cemil Topuzlu'nun 30 bin köpeği bu ve benzeri yolla sistematik olarak ortadan kaldırdığını zikretti. Ayrıca, “İstanbul Himâye-i Hayvanât Cemiyeti adlı hayvan haklarını korumakla görevli bir kurumun dahi bu itlâf hareketine karşı çıkmak yerine yalnızca şartların biraz daha iyileşmesi, daha ''acısız ve fenni yöntemler'' ile halledilmesi gerektiğine dair kararlar almış olması durumun vahâmetini gösterir bir nitelik arz ediyor” diye belirtti. Hatta kimi zaman bu itlâf işlemleri o kadar gaddar bir çerçeveyle yürütülüyormuş ki, köpeklerin ölülerinden; vücut yağları, tüyleri ve derilerinden faydalanmak gerektiği bile bir öneri haline gelebilmiş.

Köpeklere karşı yürütülen bu acımasız tutum için, köpeklerin insanlara saldırdığına dair basın ve medya aracılığıyla abartılarak vurgulanan haberler aracılığıyla bir meşrûiyet zemini sağlanıyordu. Bunun yanında bu iş için ''halk ve belediye işbirliği'' adı altında çeşitli projelerle bu işe kamusal bir katkının sağlanması için propagandalar yapılıyor, bunun için de vatandaşlara fişek ve zehirli iğneler dağıtılıyordu. Bu da bilhassa fişekler sebebiyle köpeklerin kötürüm kalması gibi acı tabloların ortaya çıkmasına mahal hazırlıyordu.

Kıyım suret değiştirdi

1910 Hayırsızada sürgünü ile başlayıp bütün bir Cumhuriyet tarihi boyunca tedricen devam eden bu katliam, 2000'li yıllara gelindiğinde ise yasal bazı olanakların sağlanmasıyla başka bir veçheye bürünüyordu.

Bunu ''itlâf'' yerine ''yuva-barınak'' olarak ifade eden Yıldırım, esasında aynı kıyımın farklı koşullarda tekrarlandığına vurgu yaptı. Artık sokaklardan toplanıp barınaklara kapatılan köpeklerin oldukça sağlıksız ve yaşam koşullarının sınırlı olduğu yerlerde tutulması sûretiyle hayatlarına kastedilmiş oluyordu. Ayrıca barınaklardaki köpeklere de zehirli ilaçlar verilmek sûretiyle ölümlerinin gerçekleştirilmesi yaygın bir hâdiseydi.

Konuşmanın ikinci ve daha detaylı eğilinen bölümünde çeşitli görseller eşliğinde günümüzdeki, Yıldırım'ın ''esaret ve tecrit alanları'' olarak adlandırdığı, barınaklardaki durumlar hakkında konuşuldu.

Sarıyer Kısırkaya ve Pendik Ballıca'da yer alan köpek barınaklarının detaylı olarak incelendiği bu bölümde, sokak köpeklerinin önce şehirden azâd edilip sonrasında da gözden ırak bir biçimde imhâlarının nasıl gerçekleştirildiği ortaya konuldu. Gerek barınakların yapıldığı yerlerin uygunsuz zeminlerde ve I. derecede deprem bölgelerinde oluşu gibi topografik; gerek de buralarda uygulanan şeffaf bir yönetim anlayışından uzak, hayvanlara erişimin dışarıdan oldukça zor oluşu gibi yönetimsel problemler sokak köpeklerinin âkıbeti hakkında hayvanseverlerin çok daha fazla kaygılanmasına yol açan sebepler olarak sıralandı.

Konuşmanın son bölümünde ise soru ve cevaplar eşliğinde çözüm önerileri tartışıldı. Bunun için ilk olarak köpeklerin şehrin her bir noktasından toplatılarak merkez bölgelerde tutulmasının önüne geçilmesi gerektiği, bunun yerine yerel yönetimler aracılığıyla acil müdahale ve barınak merkezlerinin her ilçede olacak bir biçimde arttırılması gerektiğine dikkat çekildi. Tarih boyunca şehrin ''dört ayaklı belediyeleri'' olmuş sokak köpeklerinin bu sûretle şehrin kimliğinin bir parçası olmaktan kopartılmaması gerektiği vurgulandı.

Oktay Türkoğlu

http://www.dunyabizim.com

adminadmin