Kültür
Giriş Tarihi : 11-11-2018 09:30   Güncelleme : 11-11-2018 09:30

Mukaddeme 4

Mukaddeme 4

Evet, var. Gereklilik benim bir kahramanlık göstermem veya kahramanlık taslamam sebebiyle değil; bilakis benim en başından beri bir tür koltuklanma zafiyeti arz ederek mesafe kat etmemden ötürüdür. Ömrüme renk veren hangi bakımlardan zaafa uğradığımın âyan olduğu, besbelli olduğu halde her bakımdan güçlü addedilenlerin ilerisine, önüne geçivermem ve halin bu olduğunun anlaşılamayışıdır. Türk hayatında bilgiyi gidebileceği yere kadar götürme hususunda bir çekiniklik, bir çekingenlik var.

Tarih içinde bu geri duruşun hem faydasını gördük, hem zararını çektik. Şimdinin Türkleri olarak ne durumdayız? Bilanço din gününde yapılacağından peşinen gülüp ağlama anlamsız kaçıyor. Sözün gelişi, mezkûr çekingenlik çerçevesinde benim hem bir tür koltuklanma zafiyeti taşıdığıma vâkıf olup hem de dikkatini benim mesafe kat etmekle müteheyyiç hayat tecrübeme hasretme zahmetine katlanacak biri çıkar mı? Hayır, çıkmaz. Zira katlanılan zahmetin eninde sonunda doğuracağı şey bizzat o zahmetkeşin muahezesi olacaktır. Ben eğer dikkate değer mevcudiyetimi başta şiire, arkasından komünizme ve nihayet İslâm’a borçlu isem dikkatini benim hayat tecrübeme hasretme zahmetine katlanan zat veya zevat şiir, komünizm, İslâm münasebetiyle kendi mevcudiyetini yoklama cesareti göstermeği göze alamayacaktır.

Başkalarının tümden ve tüm başkalarının var olma sıkıntısı çektiği bir sahada mı vücuda geldim ben? Eğer öyleyse, nelerdir vücut bulmama sebep olan? Bana kim zıpçıktı sıfatı yakıştırmağa cesaret edebilir? Ederse ne hale gelir? Bu suallere verilecek cevap bazılarının, o mahut sıkıntılı zevatın canını yakacak. Çünkü ben mevcudiyetimi ikbali meşkûk şahsıma mahsus bir üstünlüğe bağlayarak değil mensubiyetime, giderek mensubiyetlerime mahsus üstünlüğe bağlayarak yaşadım. Benim bir şiirimde “Ben merd-i meydan” beyanına müracaat ettiğim vakidir; ama hiçbir zaman ortaya şiirin bir kahramanı, komünizmin bir kahramanı, İslâm’ın bir kahramanı olarak fırlamadım. Mensubiyetimi aidiyetime tahvil bahsinde aceleci ve fütursuz davrandım, hepsi bu. Ben sadece ortaya bırakılmıştım. Beni kim ortaya ve ortada bıraktı? Bir bırakılmışlık söz konusu olduğu halde ben niçin bir şair, bir komünist, bir Müslüman olarak emin adımlarla yürüdüğüm nispette koltuklanma zafiyeti arz ettiğim mecrada mesafe kat ettiğim iddiasında bulunuyorum?

Doğrusunu isterseniz, bir ayağı çukurdayken iddia gütme cüretkârlığı beni bile hayrete düşürmektedir. Hayretten hayrete zıplayarak geçiriyorum günlerimi. Edebiyat tarihini şöyle bir yoklayıp onun bir yerlerinden şair Türklerin ilki olduğum iddiasını çıkardım. İddiamın arkasını getirme yükündeki ağırlığın farkındayım. Bu da bize, biz Türklere karanlık bir tarla olarak bildirilen fani dünyaya mensubiyetim ve aidiyetim sebebiyle tohum serpme çabasına icbar ediyor beni. İttifaktan ittifaka zıplayan müttefik kâfir odaklarının Türkeli’nde ele benim yüzümden geçiremediği tek kalenin şiir olduğunu iddia ediyorum. Mangalda kül bırakmadığımı söyleseniz de tınmam. Her dediği marginal palavracının biriysem şu anda bu satırlara niçin göz atıyorsunuz? Zamanında ve zamanınca okuyan birilerinin hayatına girmiş şair olmasaydım varlığım söz konusu değildi; görülmeyecek, mevcut olmayacaktım. Ben eylemişlik ve fakat yazmamışlık alanında hiçbir surette yoktum. Devran şairliğimi komünistliğe sürüklemeseydi beni ben yine yoktum. Ömrümün her kesitinde adımın anılışına da, anışın idamesine de Müslüman komünist şairliğim vesile oldu. Hangisi olursa olsun bu üçünden birini yok edin; ben de yokum. Ortaya bırakıldığım günden itibaren düşmanlarım beni üçünden birine sığdırma çabasından geri durmadı.

Bırakılmış beni hangi anlamda olursa olsun var kılanın bende yuvalanmış bir cevher olmadığını benim bildiğim kadar bu satırlarla teması hayra yoran siz de biliyorsunuz. O halde aynadan kaçmayıp önünüzde sizi siz yapanın sizdeki cevher olmadığı bilgisine sahip çıkarak yürünecek bir yol açıldığını da itiraf edin. İnsanoğlunun varlığı özüyle değil, tarihiyle, başından geçenlerle mukayyet. Fikriyattaki sapma insanı bir tür olarak algılamakla başlamıştır. Başından geçen bunca şeyi askıya alarak, bir kenara koyarak “mücerret” insandan bahis açanların hepsi bizi kötü niyetlerine alet etmek isteyenlerdir. İnsan isek tarihin mahsulüyüz. Her insana şeklini onun tarihi verir. Aksi imkân haricidir. Dolayısıyla insanın tarih yapmakla veya tarih yazmakla övünmesi ister istemez cehaletiyle iftihar etmesine varır. Dikkatinizi şundan esirgemeyin: Fert olarak insan tarihle teması ahlâk üzerinden kurar. Yani tarihle temasa müsait hiçbir nesnel ölçüt konulamaz. “Niçin tarihçi oldum?” diye soruyor Arnold J. Toynbee ve cevap veriyor: “Annem tarihçi olduğu için”. Tamamlayıcı bir sual ile devam ediyor: “Niçin tarih tezim bu minval üzeredir?” Cevap yine kendinden: “Annem aksi tezi savunduğu için”.

Herkesin tarih tezleri arasında tercihte bulunmağa hakkı vardır. Bu hak ona ahlâken tanınmıştır. Ahlâken, yani halk ediliş itibariyle, yani yaratılıştan. Kur’an biz Türklere yaratılanların hâlâ yaratılmakta olduğunu öğretti; ama siz kâfirlerin igvâsına kapılıp yaratılış bir menkıbeden ibarettir, insan kendini yarattı diyorsanız bunu dediğiniz anda tarih tezlerinin her biri birer anlatı olmaktan çıkar, idealist veya materyalist determinizmin tedarikçisi olur. İnsan hayatını izah eden, yani sıra koyucu yegâne söylem olarak tarih onu anlamlandırmağa kalkışan her bir tezden bağımsız bir gücün temsilcisidir. Benim karşıma şair olmanın, komünist olmanın, Müslüman olmanın keyfiyeti yürünecek bütün yolları tutmuş bu gücün gölgesindeki vukuat kılığında çıktı. Bayraktar bir şair, bayraktar bir komünist, bayraktar bir Müslüman konumuna ne heves ettim, ne de bunun gerekliliğine inandım. Arz ettiğim keyfiyet koltuklanma zafiyetimin tezahürüydü aynı zamanda.

İsmet Özel,

http://www.istiklalmarsidernegi.org.tr

 

adminadmin