Tarih
Giriş Tarihi : 14-08-2016 10:00   Güncelleme : 14-08-2016 10:48

Mültecilerin Değişmez Adresi: Anadolu

Türkiye, doğusunda ve güneyinde çatışma ve istikrarsızlıkların yaşandığı bazı Orta Doğu ve Asya ülkeleriyle, batısında refah düzeyi ve insan hakları standartları yüksek Avrupa ülkeleri arasında bir köprü. Orta Doğu’daki ve özellikle komşu ülkelerdeki çatışma, siyasi ve ekonomik istikrarsızlıkların varlığı, doğu sınırlarının dağlık ve kontrolünün zor olması, Ege ve Akdeniz sahillerinin coğrafî yapısının yasadışı geçişlere uygunluğu gibi nedenlerle, Türkiye, Avrupa Birliği (AB) ülkelerine geçmeyi hedefleyen göçmenler için geçiş güzergâhı durumunda.

Mültecilerin Değişmez Adresi: Anadolu

Özellikle son yıllarda artan ekonomik ve bölgesel gücüyle de, düzenli ve düzensiz göç hareketleri için çekim merkezi. Kitlesel göç hareketlerin merkezi olan Türkiye’nin göç hareketleri tarihine göz attık.

3 milyon sığınmacının yeni evi

Suriye konusunda birbiri ardına garip, çelişkili, mantıksız ve hatta insanlık dışı gelişmeler yaşanıyor. Bunlarda başrolü “dünyanın süper gücü” denilen ülkelerin üstlenmesi düşündürücü elbette. Ama daha üzücü yanı, Birleşmiş Milletler, NATO gibi uluslararası teşkilatların da bunlara eşlik etmesi. Rusya’nın, “katilliği tescilli” Esad rejimiyle sivilleri vurması artık neredeyse “sıradan olaylar” haline geldi. ABD’nin, “müttefik” ve “stratejik ortak” dediği Türkiye’nin uyarılarına kulaklarını tıkayıp, “terör örgütleriyle iş birliği”ne yönelmesi de öyle. NATO’nun, sığınmacıların akın akın geldiği Suriye’de “güvenli ve uçuşa yasak bölge” oluşturulması konusuna eğilmek yerine, Ege’deki insanlık tacirleri sorununa öncelik vermesi bir başka örnek. Ya da Danimarka’nın “mültecilerin değerli eşyalarına el koyma” ve Macaristan’ın “gelenlere karşı duvar örme” girişimleri. Bunlara “akıl tutulması” mı demek gerekir, yoksa “medeniyet düşmanlığı” mı? Belki ikisini birden.

Ama hiçbiri, zaten 3 milyon sığınmacıya dört yıldır ev sahipliği yapan Türkiye’ye, “Suriye’den gelenlere kapını aç” diyen BM’nin çağrısı kadar mantık dışı olamaz. Meseleye ne kadar kör baktıkları bir kez daha ortaya çıktı. Aslında bu durum sadece günümüzle de sınırlı değil.

Bu topraklar, Osmanlı döneminden bu yana sayısız defa dil, din, mezhep, etnik köken farkı gözetmeksizin zorda ve darda olanlara hep kucak açtı.

Yahudilere kucak açan Osmanlı

Yıl 1492’ydi. Yani bundan tam 526 yıl önce. İspanya’daki Elhamra Sarayı’ndan çıkan bir kararname, adeta tarihin utanç vesikalarından biri olarak kayıtlara geçiyordu. Kararnamenin altında, Kastilya ve Leon Kraliçesi 1. Isabel ile Aragon Kralı 2. Ferdinand’ın imzası bulunuyordu. Tarihe “Elhamra Kararnamesi” olarak giren o metinle, Yahudiler’in İspanya’dan kovulmasının yolu açıldı. Kararnameye göre, Yahudi dinine mensup olan ya da kökenlerinde bu dine inanmış yakınları bulunanlar, İspanya’yı terk edecekti. Üstelik yanlarına altın, para gibi değerli eşyalarını da alamayacaklar, dört ay içinde sınırların dışına çıkacaklardı. Bir de not düşülmüştü: “Verilen süre sonunda ülkeyi terk etmeyenler, idam edilecektir…” Avrupa’nın birçok ülkesi Yahudilere kapılarını kapatmıştı. İmdada yetişen ise dönemin azametli devleti Osmanlı İmparatorluğu’ydu. On binlerce Yahudi, İspanya’dan gemilerle Osmanlı topraklarına getirilirken, İspanya’da alınan kararın benzerlerini Sicilya ve Portekiz’de bir müddet sonra uygulamaya koyuyordu. Osmanlı, farklı din ve kökenden gelmelerine karşın Yahudilere kapılarını açarak, adeta medeniyet dersi veriyordu.

Eşiyle imdat isteyen Macar Kralı

Yıl 1672. Avusturya İmparatoru, Protestan Macarlardan, Katolik mezhebine geçmelerini istemişti. Macar Kralı Thököly İmre liderliğindeki Macarlar ayaklandı. Ayaklanmanın ardından matbaacılığın öncüsü İbrahim Müteferrika ile itfaiyeciliğin öncüsü Kont Ödön Seçenyi (Seenyi Paşa) Osmanlı’ya iltica etti. 1699’da da Osmanlıların Tökeli İmre dediği Macar Kralı ve eşi Osmanlı İmparatorluğu’na sığınıyordu.

İsveç Kralı’nın imdadına yetişen Osmanlı

Osmanlı’dan imdat isteyen bir başka isim de İsveç Kralı Şarl’dı. Rus Çarı Deli Petro, o dönem Lehistan, Danimarka ve Saksonya’yı yanına alarak İsveç’e yönelmişti. Tarihimize “Demirbaş Şarl” olarak geçen İsveç Kralı 12. Charles, Petro’nun müttefiklerini alt etmeyi başardı; fakat 27 Temmuz 1709’da Pultova’da yenilince, 2 bin kişilik maiyetiyle birlikte Osmanlı’ya sığındı. Bu gerginlik Rusya ile Osmanlı arasında Prut Savaşı’na kadar uzanmıştı.

İltica eden Prensler

Osmanlı’nın misafirperverliğinden yararlananlar sadece Macar ve İsveç kralları değildi elbette. 1718 Pasarofça Antlaşması’nın ardından Macar Kralı İkinci Rakoczy Ferenc’i, 1830 Polonya İhtilali’nin liderlerinden bugünkü Polonezköy’ün kurucusu Prens Adam Czartorski’nin 1841’deki ilticası izledi. 1848’de ise Macar Özgürlük Savaşı’nı kaybeden Prens Lajos Kossuth ve yaklaşık 3 bin Macar, 1849’da Osmanlı İmparatorluğu’na geliyordu.

Bir buçuk milyon Kafkasyalı’nın ikinci vatanı

1856-1864 döneminde bu kez Kafkaslar karışıyordu. Rusya’nın politikaları, birçok topluluğa yönelik zulme dönüşmüştü. O dönem Rus Ordusu’ndan kaçan yaklaşık 1 buçuk milyon Kafkas nüfusu Osmanlı İmparatorluğu’ndan aman dilemişti. Osmanlı, kitleler halinde gelen insanları Balkanlar ve Anadolu’nun çeşitli yerlerine yerleştirdi, onlara ikinci bir vatan verdi.

Bolşevik İhtilali’nin mağduru 135 bin Rus

Anadolu toprakları, en zor şartlarda bile darda kalanlara kucağını açtı. 1. Dünya Savaşı’nın son döneminde cepheden cepheye düşmanlarla savaşan Osmanlı, bu dönemde de insan akınına uğramıştı. 1917 Bolşevik İhtilali’nin ardından Rus General Vrangel, yaklaşık 135 bin kişiyle birlikte Osmanlı İmparatorluğundan koruma talep etmişti.

Yüzyıllardır süren Ensar geleneği

Osmanlı’nın Batı’ya verdiği medeniyet dersi, Türkiye Cumhuriyeti döneminde de sürdü. En zor siyasi ve ekonomik şartlarda bile Türkiye, darda, zorda olana kapılarını açtı, evini, ekmeğini paylaştı. Tıpkı bugün olduğu gibi. İşte yakın tarihimizde kayıtlara geçen bazı olaylar:

Mübadeleyle gelen 384 bin Türk

En dramatik göçlerden biri şüphesiz, vaktiyle Osmanlı toprağı olan Yunanistan’dan Anadolu’ya geçiş oldu. Filmlere, türkülere konu olan “mübadele” ile 1938’e kadar 384 bin Türk evlerini, barklarını geride bırakarak Türkiye’ye sığınıyordu. Yunanistan’dan göçler, bu dönemle sınırlı kalmadı. 1934-1960 arasında 23 bin 788 kişi Türkiye’ye geldi. 1960-1970 arasında ise 20 bin kişi daha Anadolu’ya geçti. Cumhuriyet döneminde de Osmanlı’nın mültecileri kabul etme geleneği hayat buldu. Kimler gelmedi ki bu süreçte;

– 1923-1945 yılları arasında Balkanlar’dan 800 bin kişi. Türkiye’ye aktı.

– 1933-1945 yılları arasında Almanya’dan 800 kişi geldi.

– 1988’de Saddam Hüseyin’in zulmünden kaçan 51 bin 542 kişi.

– 1989 yılında kaçışın adresi bu kez Bulgaristan’dı. Jivkov yönetiminin kamplara uzanan zulmünden kaçabilen 345 bin kişi, Türkiye’ye sığındı.

– 1991 yılında I. Körfez Savaşı’ndan sonra Irak’tan 467 bin 489 kişi.

– 1992-1998 yılları arasında baskının, ölümün ve katliamın merkezi bu kez Bosna’ydı. 20 bin kişi göç yoluna düşerek Türkiye’ye göç etti.

– 1999 yılında Kosova’dan 17 bin 746 kişi.

– 2001 yılında Makedonya’dan 10 bin 500 kişi.

Sınırları tanımayan BM

Birleşmiş Milletler’in Türkiye’ye “sınırlarını aç” çağrısı, bütün bu tarihsel bilgi ışığında dayanaksız kalıyor. Suriye savaşıyla beraber gelen 3 milyona yakın insan, Nisan 2011’den bu yana süren insani yardımlar ve 9 milyar doları aşkın bir harcama söz konusu. Bu noktada anlaşılması gereken tablo gayet net: Türkiye’nin sınırları da, gönlü de açık. Aşılması gereken ise BM’nin anlayışındaki sınırlar.

Gerçek Hayat

adminadmin