Köşe Yazıları
Giriş Tarihi : 10-01-2012 19:48   Güncelleme : 10-01-2012 19:48

Namaz dinin direği mi?

“Namaz dinin direğidir evladım, sakın namazını bırakma” Sözü çocukluktan gençliğe geçiş zamanlarında ve sonrasında rahmetli babam başta olmak üzere aile büyüklerinden duyduğum ilk öğütlerin başında gelir

Namaz dinin direği mi?

“Namaz dinin direğidir evladım, sakın namazını bırakma”

Sözü çocukluktan gençliğe geçiş zamanlarında ve sonrasında rahmetli babam başta olmak üzere aile büyüklerinden duyduğum ilk öğütlerin başında gelir.

Benim gibi geleneksel (taklidi) bir İslam anlayışına sahip bir aileden gelenlerin birçoğun peşinen kabul ettiği bu öğreti farkında olmasak da biz erkek çocukları için İslam dinini

“Namaz kıl, oruç tut, cenneti garantile, rızayı kazan, kurtuluşa er”

Gibi dar bir anlayışın kölesi yaptı. Nesiller boyu sistematik olarak bilinçaltımıza zikredilen bu güdük ve kısır anlayışın insanımız üzerinde ki olumsuz ve yıkıcı etkileri kısa vade de olmasa bile uzun vade de tüm toplumumuzu esir aldı.

Özellikle 80 lı yılların başından itibaren ne yiyip içmemiz, nerelere gitmemiz, yaşantımızı nasıl sürdürmemiz gerektiği vb konular başta olmak üzere kararlarımız ve inançlarımız üzerinde sanıldığından çok daha fazla etkili olan görüntülü medyanın da yönlendirmesiyle Türk İnsanı olarak bu gün bile tam anlamıyla farkına varamadığımız; fakat ucu bize dokundukça yavaş yavaş şikâyet etmeye başladığımız

“Arabesk inanışlı”

“Ne yaptığını ve neye inandığını bilmeyen”


“Kafası karışık bir topluma”


“ D ö n ü ş t ü r ü l d ü k ”

Tabi bütün bu süreç programsız bir şekilde ve kendiliğinden oluşmadı. Günümüzde ki adıyla  “toplum mühendisleri” olarak bilinen birileri uzun süredir bu proje için kafa patlattı ve emek harcadı. Sonuç mu? Türk insanı olarak içine düş-ür-ül-düğ-üm-üz

“ölümü görmüş ve sıtmaya razı olmuş” .

Tepkisiz, teslimiyetçi, haram helal ver Allah’ım bu kulun yer Allah’ım, gemisini yürüten kaptandır, zihniyetinin hakim olduğu, gününü gün etmenin peşinde koşan, dünün mağduru bu günün ise zalimi olmuş, düşünsel anlamda Allah’ın lanetlediği

“  Y  a  h  u  d  i  l  e  ş  m  i  ş  ”

Kafa yapısına sahip bir millet haline geldik ve bu nedenle de

“İnandığımızı yaşayamadığımız için, yaşadığımız gibi inanmaya başladık” ve

“layık olduğumuz üzere”  İnşallah, maşallah kelimelerini kullanarak Allah’ın rızasını kazanacağını zanneden, bal tutan parmağını yalar zihniyetinde ki insanlar tarafından yönetiliyoruz.

Statükocu ve dediğim dedik anlayışın da ki bu hastalıklı zihniyet “dinin direği” saydığı beş vakit namazı kılmakla, senede bir ay (o da yarım yamalak) oruç tutmakla, ömrünün son baharında hacca gitmekle, satamadığı malları satış fiyatı üzerinden zekât olarak vermek ve anlamını yüreğinde hissetmeden sadece diliyle tekrar ettiği kelimeyi şahadet ile İslam dininin gereğini yerine getirdiğini ve direkt cennete gideceğini zannediyor.

Peki, bu düşünce yanlış ise doğrusu ne?

Neyin doğru olduğunu anlamak için ilk önce bilinçaltında ki:

“Namaz dinin direğidir”

Düşüncesinin yanlışlığını kabul etmek ve akabinde de

“Namaz dinin direği değil, kul olmanın gereğidir”

İnancına sahip olmak gerekir. Çünkü yola çıkış noktanız yanlış olduğu sürece ulaşacağınız sonucun doğru olması mümkün değildir. Restore etmek, yıkıp yeniden yapmaktan, insanın kafasındaki yanlış bir inanışı düzeltmek, hiçbir şeye inanmayan birisini bir şeye inandırmaktan çok daha zor ve meşakkatli bir iştir.

Bu nedenle Müslüman olmanın ilk şartı olan kelimeyi tevhit

“İllal Allah, La ilahe”

(  Allah vardır, İlah yoktur)  değil;

“La İlahe İllallah”

( İlah yoktur, sadece Allah vardır)  şeklindedir.

Kur’an ‘ın bu bakış açısı insanlığın kafasında ki mevcut yanlış inanışı “restorasyon” yöntemiyle iyileştirmek yerine tamamen “yıkarak” sıfırdan inşa edilmesinin gerektiğinin en güzel ispatıdır.

Beyinlerinde namaz dinin direğidir düşüncesi kemikleşmiş olanlara siz ne kadar;

“Hayır, kardeşim sen yanlış biliyorsun “ dinin direği,

Adaletli davranmak,

Emrin altındakilere ve gücünün yettiği zayıf insanlara zulmetmemek,

Hakkın ve senin olmayana (harama) el uzatmamak,

İşçinin hakkını alnının teri kurumadan tastamam vermek,

Zina ve İftira etmemek,

Yalan söylememek,

Haksız yere ve keyfi olarak insanları ve hayvanları öldürmemek,

Yoksula, yetime, yolda kalmışa ve ihtiyaç sahiplerine yardım etmek

Vb….vb… vb… şeylerdir derseniz değin onların bir kulaklarından girer diğer kulaklarından çıkar. Çünkü onlara göre dinin temel direği saydıkları beş vakit namazı kılanın yaptığı hataları veya işlediği haramları nasıl olsa Allah affeder.

Böyle bir zihniyete sahip insanın veya toplumun bir kısmının

“Dün zulme uğrayan mazlum oldukları halde halkı yönetme gücünü ellerine geçirdikleri bu zamanda kendileri gibi düşünmeyenlere, inanmayanlara zulüm eden zamanın zalimleri” olmadıklarını/olmayacaklarını kim söyleyebilir veya garanti edebilir?

Sıradan bir Müslüman iken güzel huy ve ahlak sahibi mazlum bir insan olan Muaviye, vali olduktan sonra eskiden tanıdığı Ebu Zer Gıffari onu yaptığı yanlışlar için uyardığında bundan rahatsız olup O’nu ve onun gibi kendisine (emanet olarak verilen hilafeti saltanata dönüştürdüğü için) karşı gelen ve uyaran diğer İnsanlara zulmeden bir zalime dönüşmemiş ve  Ebu Zer’i tek başına çölde ölüme göndermemiş mi idi?

Daima doğruyu emretmek ve kötülükten alı koymayı kendi yaşam şekli haline getiren ve bu özelliğinden dolayı Resülullah efendimizin

“Dünya üzerinde yaşamış ve bundan sonra da yaşayacak insanlar içinde Ebu Zer den daha doğru sözlü hiç kimse yoktur”

Şeklinde ki methine mazhar olmuş Ebu Zer belki bu tercihinden dolayı dünyada

“Yalnız yaşadı, Yalnız Öldü ve Yalnız Haşr olundu”

Ama asla doğruluktan ve doğruyu söylemekten vazgeçmedi.

İnşallah bizde vazgeçmeyeceğiz.

Neye mal olursa olsun
adminadmin