Köşe Yazıları
Giriş Tarihi : 24-03-2017 11:41   Güncelleme : 24-03-2017 11:41

Nazi, Haydut...

Görünen o ki,16 Nisan Referandumuna kadar AB ile özellikle Almanya ile diplomasi bir kenara atılarak didişmeler devam edecek. Zira Cumhurbaşkanı Erdoğan geçen hafta “Nazi” söylemine bu hafta “Haydut” tabirini ekledi.

Nazi, Haydut...

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Karşımıza maske ile çıkanlara HAYDUT muamelesi yapmaya karar verdik. Bize parmak sallayan Avrupalılara sesleniyorum; Türkiye itilecek, kakılacak, onuru ile oynanacak, bakanları kapılardan kovulacak, vatandaşları yerlerde sürüklenecek bir ülke değildir. Siz böyle davranmaya devam ederseniz, yarın dünyanın hiçbir yerinde hiçbir Avrupalı, Batılı, güvenle, huzurla sokağa adım atamaz. Bu tehlikeli yolu açarsanız en büyük zararı siz görürsünüz.” dedi ve akabinde de Almanya’nın yeni seçilen Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier “Cumhurbaşkanı Erdoğan, sizin diğerleriyle son yıllarda inşa ettiğiniz her şeyi ve ortaklarınızla ilişkileri tehlikeye atıyorsunuz. Türkiye’ye endişeyle bakıyoruz. Yıllar içerisinde inşa edilen her şey yıkılıyor. Nazi benzetmelerine son verin. Türkiye ile ortaklık isteyen insanlarla bağı koparmayın. Hukuk devletine ve gazetecilerin özgürlüğüne saygı duyun. Deniz Yücel’i serbest bırakın.” dedi.

Her iki liderin konuşmalarını ve satır aralarını incelersek ve önceliği Alman Cumhurbaşkanı Steinmeier’e verirsek!

Steinmeier, Diyor ki “Endişeliyiz!”

Steinmeier, Diyor ki Yıllar içerisinde inşa edilen her şey yıkılıyor.”

Steinmeier, Diyor ki Hukuk devletine ve gazetecilerin özgürlüğüne saygı duyun. Ve Özel istek olarak ta Deniz Yücel‘i serbest bırakın.” diyor.

Sondan başlayalım ve soralım!

Sayın Steinmeier, Hukuk devleti olmanın yolu ilk önce Alman Dış İşleri Bakanı Sigmar Gabriel’in daha sonra Almanya Şansölyesi Angele Merkel’in ve en son olarak ta sizin ÖZEL TALEBİNİZ olan Deniz Yücel’in serbest bırakılması ile mi sağlanıyor?

Sayın Steinmeier, Türk Hükümeti Alman Hükümetinden böyle bir talepte bulunsa! sizin tavrınız ne olur?

Sayın Steinmeier; Hukuk Devleti olmanın en önemli unsuru Alman Hükümetinden ve AB’den gelen taleplerin birebir uygulanmasından mı geçiyor?

Sayın Steinmeier; Deniz Yücel için neden Almanya bu kadar seferber oldu ve neden ağzından hiç düşürmüyor?

Sayın Steinmeier; Vodafone Arena saldırısından sonra neden Deniz Yücel’i Almanya konsolosluğu aylarca Türkiye’de saklama ihtiyacı duydu?

Sayın Steinmeier “Yıllar içerisinde inşa edilen her şey yıkılıyor.” paniği yaşıyorsunuz! Türkiye artık dizginlenemez ve önlenemez bir ekonomik yükselmenin arefesinde! 3 kuruşa üretip 30.000 TL’ye demode olmuş ürünleri daha sonra sattığınız ülke artık ayakları üzerinde durmaya başladı. Hasta Adam dediğiniz Osmanlı’dan sonra ölmesin ama ayağa da kalkmasın diye her türlü atraksiyonu uyguladığınız Türkiye artık yatağa bağlı yaşamdan kurtuldu. Önce 3 köprü şimdi de 3. havalimanı ile sizlerin birçok ticari noktanıza sekte vuracak haliyle Türkiye sizi rahatsız ediyor. Türkiye’nin yeni ticaret ve imalat üssü olacak olması sizleri panikletiyor.

İsmi Türk ama kendisi Almanlaşmış Alman BND Ajanlığı yapanları Türkiye’ye gazeteci görünümüyle gönderip laylaylom yapıp, dingonun ahırına girip çıktığınız dönemler bittiği için mi ENDİŞELİSİNİZ?

Sayın Steinmeier, BND’nin uygulamasını birebir anlamda aynısı MİT Almanya’da yapsaydı Terörü ve Patlamaları organize etseydi sizin tepkiniz Almanya ve AB olarak Türkiye’ye karşı nasıl olurdu?

Sayın Steinmeier, Türkiye çözüm sürecini yaşadığı dönemlerde PKK’yı BND eliyle silahlandırdığınız, Hendekli direniş adı altında insanları ve şehirleri yok ettiğiniz, Alman BND Ajanlarının doğu ve Güneydoğu’da cirit attığı dönemleriniz bittiği için mi yoksa ENDİŞELİSİNİZ?

Sayın Steinmeier, Türkiye Cumhuriyeti devletinin “TERÖRİST” ilan ettiği binlerce TERÖRİSTE sığınma hakkı tanımanız ve bunu özgürlükler adı altında ajitasyon yaparak kamuoyuna yansıtmanıza ne demeli?

Sayın Steinmeier, eğer bir de bu yaptıklarınızı detay detay, ince ince incelersek klasörler dolusu vukuatınız varken, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Nazi” söylemini rahatsız edici bulmanız da ayrıca enteresan!

Basına yansıyan vukuatlarınızı saydığımızda bile bir kamyon soruya cevap verme zorunluluğunuz olduğu noktada Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Karşımıza maske ile çıkanlara HAYDUT muamelesi yapmaya karar verdik.” sözleri mi sizi incitti? Yoksa Milletvekillerimiz ve Bakanlarımız dahil Referandum sürecinde uyguladığınız insanlık dışı ve Uluslararası siyasette çığır açan “Nazi Almanyası” uygulamalarınızı yüzünüze vurmamız mı?

Almanya ya da AB veya ABD’li bırakın bir politikacıyı, Üst düzey bir diplomatik pasaport taşıyan bürokrata Türkiye, aynı uygulamayı yapsaydı muhtemelen 3.Dünya savaşının fitili çoktan ateşlenmişti. Alman İstihbarat Servisi (BND) Şefi Bruno Kahl’ın 15 Temmuz darbe girişiminin arkasında Fethullah Gülen’in bulunduğuna dair kanıt bulunmadığını ileri sürmesine ne demeli peki? Avrupa’da yapılan terör saldırılarını DEAŞ üstlenmişken ve itiraflar ve kanıtlar ortada uçuşurken Türk istihbaratının başında ki ismin bu terör olaylarını DEAŞ yapmamıştır demesiyle Kahl’ın sözleri aynı anlamı taşımıyor mu? Elbette ki BND Şefi Kahl’ın bu açıklamayı kendi başına değil de Alman Hükümetinin işareti ile verdiğini düşünmemekte hata!

23 Mart’ta da Cumhurbaşkanı Erdoğan “İdam konusunda kararımız söyledim. 16 Nisan’dan sonra parlamentomuz idam kararını verir gönderirse onaylarım. Devletin 249 şehidin katillerini affetme yetkisi yoktur.” dedi. Daha önce AB’nin İdam Yasası çıkarsa Avrupa Birliğine almayız tehdidini de göz önüne aldığımızda Referandumdan sonra da AB ile gerginliğin devam edeceği kesin. Yine Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “16 Nisan’dan sonra AB sürprizlerle karşılaşabilir.” sözlerini AB ciddiye almalı ve Şanghay işbirliği örgütünün Türkiye’de AB üyeliğinden daha fazla gündeminde olacağını da görmeli.

Yine 23 Mart’ta da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu sözleri üzerine Avrupa Komisyonu Türkiye’nin AB Büyükelçisini çağırdı ve Komisyon “Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sözleriyle ilgili açıklama bekliyoruz” mesajı verdi. Bu da karşılıklı olarak gergin siyasetin süreceğinin en büyük kanıtı.

Almanya’nın başını çektiği AB’nin sürekli olarak Türkiye’ye karşı tehditkar sözlerin ve uygulamaların havalarda uçuştuğu bu dönemde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın her söylemi AB’yi biraz daha geriyor biraz daha çıkmaza sokuyor. Ancak Vatikan’ın dahi Türkiye ile ilişkilerimizi devam ettirmek zorundayız sözlerini de yabana atmamız gerekiyor. Zira Vatikan kendi başına bir şey söylemez, Vatikan’a söylettirilir! AB’li Politikacıların Türkiye üzerinde yeni ameliyat yapmak için çabalamasına rağmen bu çabaları beyhude kalacaktır. Zira AB ile Türkiye’nin birbiri ile iç içe girmiş görünenden çok daha fazla ekonomik, ticari ve askeri çıkarları söz konusu. Bu ticari anlaşmaları ne AB ülkeleri ne de Türkiye bir anda sonlandıramaz. Türkiye AB ülkelerine yaptığı ihracatın %50’sini Almanya’ya yapıyor. Haliyle AB’de neymiş deyip biranda AB ile ilişkileri sonlandıramazsınız. Aynı keza AB’de Türkiye’yi yok sayamaz ve Türkiye’yi pasifize edemez. Çünkü Mülteci kartını bir kenara bıraksanız bile AB Ülke Firmalarının Türkiye’de çok ciddi rakamlı yatırımları söz konusu.

İşin özeti, Ne AB Nede Türkiye bu ortaklığı ya da mevcut durumu biranda sonlandıramaz. Şöyle düşünün Avrupa Birliğinin tam üyesi İngiltere bile Brexit sonrası biranda topluluktan kopamadığı gibi ticari anlaşmalarına sadık kalmak zorunda kalıyor. Çünkü Avrupa’yı İngiltere’nin yok sayması ya da Avrupa Birliğinin İngiltere’yi yok sayması her iki tarafa ekonomik ve sosyolojik anlamda tamiri çok uzun sürecek tahribatlara yol açar. AB ile Türkiye’nin yollarını ayırması ise AB’nin tam anlamıyla çıkmazı demektir. Neden mi? Ekonomiyi, Askeri anlaşmaları hatta Suriyeli Mültecileri bile bir kenara bıraksanız bile Türkiye, Avrupa Birliğinin Ortadoğu’ya giriş yaptığı kapısının anahtarıdır da ondan…

Orhan SARIKAYA

 
adminadmin