Tarih
Giriş Tarihi : 08-07-2012 14:30   Güncelleme : 08-07-2012 14:30

NE GÜLÜYORSUN ANLATTIĞIM SENİN HİKÂYENDİR!

Yıllar önce Alev Alatlı’nın okuduğum “İşkenceci” isimli küçücük hacimli romanından öğrendiğim şuydu: işkenceye uğrayan, yani ki mazlum…

NE GÜLÜYORSUN ANLATTIĞIM SENİN HİKÂYENDİR!
Yıllar önce Alev Alatlı’nın okuduğum “İşkenceci” isimli küçücük hacimli romanından öğrendiğim şuydu:  işkenceye uğrayan, yani ki mazlum…

Öyle bir değişimin sonunda işkence yapan, yani ki zalim oluyor..!
Alev Alatlı’nın romanını okuduğumda henüz üniversite öğrencisiydim ve mesleğin çaylaklarındandım..!

“Yıllar geçti ve saban ölümsüz iz bıraktı toprakta” dizesinin şairi Sezai Karakoç’u da anarak devam edeyim…

İşkenceci romanından bu yana yaşadığım kişisel serüven, aynı zamanda Türkiye’nin yakın tarihinin de gayri resmi serüvenine denk..!
İşkenceye uğrayan, işkenceci olup çıkıveriyor..!
Aşağıdaki darb-ı meselden hepimizin alacağı ne çok dersler var!
Hele ki 3’ncü Yargı Paketi  yasalaşmışken, 4’ncü Paket yoldayken, yol arkadaşları arasına giren 7 canlı kara kedi her gün başka bir “hırıltıyla” vesvese verirken..!

NE GÜLÜYORSUN ANLATTIĞIM SENİN HİKÂYENDİR!

“Bir şehir devletinin yanı başındaki dağın kayalıklarında, kuş uçmaz kervan geçmez mağarada yaşan bir ejderhadan söz etmişti.
Bu ejderha ara sıra şehre iner, insanlardan yakaladığını öldürür yakalayamadıklarına da korku salarak büyük zararlar verirmiş.
Ahali, kimi zaman buna bir takım hediyeler vermek sureti ile şerrini def etmeye çabalasalar da kalıcı bir çözüm bulamamışlar.
Ülkenin tek meselesi bu canavarmış. Kral ve ahali hep bu meseleyi bir hal çaresi olacak bir yol bulmaya çalışırken ülkenin kahramanları, yiğitleri, cengaverleri bu ejderhayı öldürmek için tek tek bu canavarlar savaşmaya gider ve hiçbirisinden bir daha haber alınamazmış.
Giden geri gelmez olmuş. Artık ülkede kahraman kalmamış, en son kahramanlarını da büyük bir heyecan ve endişe ile bu canavarla savaşmaya uğurlarken herkesin yüreği ağzındaymış.

Son şansları çünkü bu durum. Ülkeyi bir kabusa çeviren canavarın hakkından gelinmediği zaman rahat edemeyeceklerinin farkındalarmış. En son kahraman büyük bir törenle seremoni ile ejderhayı öldürmeye gönderilmiş. Zorlu bir yolculuktan sonra ejderhanın inine gelen adam, karşısında yedi başlı ve kocaman bir yaratık görmüş. Bu canavarla savaşa girişmiş ve yiğitliğini konuşturarak onu öldürmüş.
 
Büyük bir oh çektikten sonra, etrafı kontrol etmeye başlamış. Mağaranın derinliklerinde göz kamaştıran bir hazine ve çevrede irili ufaklı hayvan kemikleri görmüş. Ancak hiç insan kemiği bulamamış etrafta. Şimdiye kadar ejderha ile savaşmaya gelip ölenlerin izine rastlayamamış.

Elini hazineye attığı anda birden kılıç tutan elinin tüylenmiş olduğunu, tırnaklarının uzadığını ve öldürmüş olduğu ejderhaya benzemeye başladığını görmüş.
Korkudan bağırmak istemiş ancak tuhaf bir homurtu çıkmış ağzından…
Evet bu tuhaf. Canavarla savaşırken canavarlaşanların öyküsü.”
Yukarıdaki darb-ı meseli Sadık Yalsızuçanlar’ın Timaş yayınlarından çıkan son romanı Birdenbire’nin 226 ve 227’nci sayfasından aldım.

Okurken, başta dediğim gibi yıllar öncesindeki İşkenceci romanına kadar geriye gittim…
Şimdi kendime ve size soruyorum:
Sahi, işkenceci kim, ejderha, canavar kim?
Nice yiğitlerin nice ulvi dertleri vardı oysa!
Öyle değil mi?

Hasan Öztürk /  Haber 7
adminadmin