Kültür
Giriş Tarihi : 25-11-2018 07:00   Güncelleme : 25-11-2018 07:00

Ne mutlu Allah için verenlere!

Ne mutlu Allah için verenlere!

İslâm, hakikaten hayat dinidir. İnsanların hayatı içerisine girebilmiş ve sorunlarını yakından görmüştür adeta. Yani dinin sahibi yüce Allah (cc), cemiyet hayatında insanın bütün ihtiyacını en iyi şekilde bildiği için, zekâtı da emretmiştir.

İslâm, hakikaten hayat dinidir. İnsanların hayatı içerisine girebilmiş ve sorunlarını yakından görmüştür adeta. Yani dinin sahibi yüce Allah (cc), cemiyet hayatında insanın bütün ihtiyacını en iyi şekilde bildiği için, zekâtı da emretmiştir. Hatta onun da ötesinde hayır yapmayı, tasadduk etmeyi ve Allah yolunda harcamayı teşvik buyurmuştur. Bu güzel denge unsuru hiçbir sistemde bulunamaz.

Allah için ver(ebil)mek!

Ne güzel bir duygu!

Ne eşsiz bir manâ!

Ne yüce bir hakikat!

Bir yetimi, bir açı doyurmak…

Nasıl anlatılabilir ki!

Şu âyet-i kerimede mallarını Allah yolunda verenlerin durumu, bakın nasıl örneklendirilir:

“Allah'ın rızasını kazanmak ve kalplerini sağlamlaştırmak için mallarını sarf edenlerin durumu, yüksekçe bir tepede bulunan, bol yağmur aldığında yemişlerini iki kat veren, bol yağmur yağmasa bile çisentisi düşen bir bahçenin durumu gibidir. Allah işlediklerinizi görür.” (2 Bakara 265.)

Bir diğer ayet-i kerimede ise, karşılığın doruk noktaya ulaştığını görürüz. Herhalde bunlarda etkili olan husus, kulun samimiyet ölçüsü olsa gerektir.

“-Mallarını Allah yolunda sarf edenlerin durumu, yedi başak bitiren ve her başakta yüz dane bulunan bir tohumun hali gibidir. Allah dilediğine kat kat verir ve Allah ihsanı bol, her şeyi hakkıyla bilendir.” (2 Bakara 261.)

Ne güzel birer teşbih ve ne güzel müjde değil mi? Allah’ın kuluna dünyada bahşedeceği karşılık ne kadar çok gerçekten ama kul sadece dünyada almayacak, aynı zamanda âhiret hayatında da alacaktır bunun karşılığını. İşte bunun ispatı:

“-Gece ve gündüz, gizli, aşikâre olarak mallarını sarf edenler, işte onlar için Rableri katında mükâfatları vardır. Onlara korku yoktur ve mahzûn olacaklar da değillerdir.” (2 Bakara 274.)

Bir cami, bir Kur’an Kursu, bir İmam-Hatip yaptıran ya da koşturan kullar. Bakın müjdeye:

“Allah’ın mescitlerini, ancak Allah’a ve ahiret gününe inanan, namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren ve Allah’tan başkasından korkmayan kimseler imar eder. İşte onların doğru yolu bulanlardan olmaları umulur.” (9 Tevbe 18)

Çeşme, aşevi, hastane vs.

Ne güzel birer hizmet bunlar.

Vefat etse de sevabı devam ameller. Defteri açık tutan güzel kazançlar!

Tabii ki kul, Rabbine sevgisi derecesinde infak eder.

Muhabbeti fazla olan, malının en iyisinden verir. Zekâtında da, sadakasında da öyledir. Meselâ koyunlarının zekâtını verirken, onların en kötüsünden vermekle, en iyisinden vermek arasında dağlar kadar fark vardır.

Hayır ve sadakasında da durum böyledir. Nefsine hoş gelen, yanında kıymetli olan bir malı verebilmek gerçekten kolay değildir. Ama bu zoru başaranlara da Rabbi katında büyük lûtuflar vardır. Gerçek iman ve iyilik ancak, onunla mümkün olur. İşte Rabb'imizin bu husustaki haberi:

“-(Allah yolunda) hoşlandığınız şeylerden sarf etmedikçe, asıl iyiliğe asla eremezsiniz. Her ne sarf ederseniz, şüphesiz Allah da onu hakkıyla bilir.” (3 Âl-i İmran 92.)

Sahabeden Ebu Talha hazretlerini hatırlıyoruz bu ayet-i kerime geçince ki o, bunu duyduğu zaman Mescid-i Nebevî’nin karşısındaki en kıymetli hurma bahçesini Allah yolunda tasadduk etmişti.

Efendimiz (sav) de, vermenin güzelliğini şöyle belirtirler:

“Yukarıdaki el, aşağıdaki elden hayırlıdır. Çünkü yukarıdaki el verir (yükselir), aşağıdaki el isteyerek alır (alçalır).” (Müslim, zekât 94.)

Kâinatın Serveri (sav) kadınları da unutmamışlar ve bir gün onlara şöyle hitab buyurmuşlardır:

“-Ey mü’mine kadınlar! Sizden biri ütülenmiş bir koyun paçası da olsa, komşusuna hediye vermesini küçük görmesin.” (Muvatta, sadaka 4, sıfetü’n-nebi 25.)

Herkes durumuna göre, Rabbinin rızasını kazanmak için verebilir. Az da olsa. Bu güzeldir. Hadis-i Şerifte şöyle buyurulur:

“-Bir hurmanın yarısı ile olsa bile, ateşten korununuz.” (Buhari, edeb 34.)

İşte ateşten kurtulmak. Önemli olan ihlâs sahibi olarak vermek, isteyeni boş çevirmemek ve onun gönlünü almaktır.

ZEKATTAN KAÇINANLAR
 
Vermekten kaçınanların hali ve akıbeti gerçekten çok çetin olmuştur. Bu konuda Karun önemli bir örnektir. O, malıyla gururlanmış, Rabbinden kendisini müstağni saymış ve malından fakirlere infak etmemişti:

“-Karun ise, “O (servet) bana ancak kendimdeki bilgi sayesinde verildi,” demişti.

Ama sonucu da çok büyük bir felaket olmuştu. İşte bunun haberi:

“-Nihayet biz, onu da, sarayını da yerin dibine geçirdik. “(Bkz. 28 Kasas 76-82.)

Bu konuda Kur’an’dan iki bağ sahibi adamın akıbeti de unutulmamalıdır. (18 Kehf 32-42.)

Bunlar bizlere önemli bir örnek olarak zikrediliyor.  Zekâtı vermekten kaçınanların âhiret cezasına gelince o da, Kur’an-ı Kerim ve Sünnette haber verilmiştir. Yüce Allah (cc) şöyle buyurur:

“...Altın ve gümüşü biriktirip de onları ALLAH yolunda sarf etmeyenleri, cehennem ateşinde kızdırılıp onunla alınlarının, yanlarının ve sırtlarının dağlanacağı;

“- İşte bu, kendiniz için biriktirdiğiniz şeylerdir, o halde bu biriktirdiğiniz şeyleri tadın,” denileceği günkü acıklı azap ile müjdele!” (9 Tevbe 34-35.)

Bu konuda uzunca bir hadis-i şerif de nakledecek olursak, tehdidin ne denli büyük boyutta olduğu daha iyi anlaşılacaktır.

Hz. Ebû Hureyre ve Hz. Câbir anlatıyorlar:

“- Deve, sığır veya davar sahibi olup da, bunlardaki Allah’ın hakkını vermeyen herkese, kıyamet günü bu mallar olduğundan daha çok ve mümkün olduğunca iri ve şişman olarak geleceklerdir. (Dünyada iken onların sahibi olan) adam, onlar için düz ve geniş bir yere oturtulacak, hayvanlar bacakları ve tabanlarıyla onun üzerinden geçeceklerdir. Geçiş sırasında boynuzlarıyla vuracaklar ve ayaklarıyla ezeceklerdir.

İçlerinde boynuzsuz veya boynuzu kırık biri bulunmayacak. Bu şekilde sonuncusu da onun üzerinden geçince, birincisi aynı geçişe tekrar başlayacak. Mahlûkatın hesabı tamamlanıp hüküm verilinceye kadar bu hal devam edecek.

Yine hazine sahibi olup da, ondaki (Allah’ın) hakkını ödemeyen herkese, kıyamet günü o hazinesi çıplak başlı bir yılan olarak gelecek, ağzını açıp peşine düşecektir. Yılan yaklaştıkça adam ondan kaçacak, yılan sonunda ona;

Gizlediğin hazineni al! Ben ondan uzağım, diye bağıracak. Adam sonunda, yılandan kaçma çaresinin olmadığını anlayınca elini yılanın ağzına sokacak, yılan da onu atın kemirmesi gibi kemiriverecektir. (Buhari, zekât 3.)

ZEKATIN SOSYAL YÖNÜ
 
İslâm, hakikaten hayat dinidir. İnsanların hayatı içerisine girebilmiş ve sorunlarını yakından görmüştür adeta. Yani dinin sahibi yüce Allah (cc), cemiyet hayatında insanın bütün ihtiyacını en iyi şekilde bildiği için, zekâtı da emretmiştir. Hatta onun da ötesinde hayır yapmayı, tasadduk etmeyi ve Allah yolunda harcamayı teşvik buyurmuştur. Bu güzel denge unsuru hiçbir sistemde bulunamaz.

Bu yönüyle de İslâm eşsizdir. Rabbi’nin rızasını dileyen her mü’min, gücü yettiğince açları doyurur, çıplağı giydirir, öksüzü, yetimi, dulu sevindirir. Allah yolunda ilim ve cihad yapan mü’mini teçhiz eder. Âlimlere hizmetinde destek olur.

 Hatta bazı mü’minler bunları öyle gizli bir şekilde yaparlar ki; insanlar kimden yardım aldıklarını bilemezler. Bazı fakir talebeler okurken, masraflarını kimin karşıladığını öğrenemezler. İşte böyle kıymetli mü’minler gerçekten, Cenab-ı Hakk’ın salih kulları arasında olurlar.

Zekâtını verdikten sonra bu tür yardımları yapabilen zengin mü’min ve mü’mineler, “cömert olma” sıfatını elde ederler. Dikkat ediniz; sadece zekâtını vermekle yetinen bir Müslüman, cömert sayılamaz. O kimse farz yükümlülüğünden kurtulur. Tabii ki bu emri yerine getirdiğinden dolayı da Rab’binin rızasını ve O’ndan sevabını alacaktır ama bir mü’min zekâtının üzerinde infak ederse, ancak o zaman cömertlerden olur.

ZEKAT CİMRİLİKTEN KURTARIR 

İnsanoğlunun malı sevdiğine dair pek çok haberler gelmiştir Kur’an ve Sünnette. İmtihanın bir parçası olarak dünyaya ait şeyler insana sevdirilmiştir:

“Kadınlara, oğullara, kantar kantar altın ve gümüşe, nişanlı atlar ve develere, ekinlere karşı aşırı sevgi beslemek insanlara güzel gösterilmiştir. Bunlar dünya hayatının nimetleridir, oysa gidilecek yerin güzeli Allah katındadır.” (3 Âl-i İmran 14.)

Bununla birlikte, insan oğlunun dünyalık şeylere ihtiyaç duyması da vardır ki bu da, onun bu ihtiyaçlarını hangi doğrultuda gidermeye çalışacağı eğilimi ile, imtihan dahilinde olacaktır. Önemli olan kişinin onu nasıl, ne şekilde ve kim için harcamasıdır. Eğer insan bunların şuuruna vararak dünya ile irtibatını devam ettirecek olursa, ondan dolayı kazanç sahibi olacaktır. Kur’an’da bu manayı da apaçık bir şekilde görmekteyiz: 

“Servet ve oğullar, dünya hayatının süsüdür; ölümsüz olan iyi işler ise Rabbinin nezdinde hem sevapça daha hayırlı, hem de ümit bağlamaya daha lâyıktır.” (18 Kehf 46.)

Dünya rağbetini giderip âhiret hayatına özlem hissettiren şu âyet-i kerimeye kulak verelim:

“De ki: Bundan daha iyisini size haber vereyim mi?

Allah'a karşı gelmekten sakınanlara, Rab'lerinin katında, altlarından ırmaklar akan ve orada temelli kalacakları cennetler, tertemiz eşler ve Allah'ın rızası vardır. Allah kullarını hakkiyle görücüdür.” (3 Âl-i İmran 15.)

Gerçekten de insan için hayırlı olan, nimetleri Allah’ın verdiğini bilerek onlardan istifade etmek ve onlar için yüce Allah’a şükretmektir. Bunun sonucunda insan varılacak yerin en güzeli olan cennete kavuşacak ve Rabbinin cemalini görecektir.

Bu şuur içerisinde hareket eden insan, Allah’ın kendisine bahşettiği rızıktan O’nun için infak eder. Kul böyle yapmakla mala dair şükrü yerine getirirken, aynı zamanda ebedi olan âhiret yurdunu da kazanmış olacaktır.

Mü’mindeki mal sevgisi de ancak böyle olmalıdır. Yani o malı âhiret yurdunu, dolayısıyla Rabbinin rızasını elde etmek için sevmiş olacaktır. İşte böylesine bir sevgi, böylesine bir şuur kişiyi cimrilikten kurtaracaktır.

Kişi sırf dünyasına harcamakla cömert olamaz, o ancak israf edenlerden olur. Çünkü onun harcamadaki ölçüsü sadece dünyadır. O bunun için mal toplar:

“Malı pek çok seviyorsunuz.” (89 Fecr 20.)

Halbuki akıllı bir mü’minin harcamadaki ölçüsü âhiret hayatıdır. Tabii ki çoluk-çocuğuna ölçülü bir şekilde harcaması gerekir ve bu zaten ibadettir. O, israftan da kaçınır. Allah için verir ve kazanır.

Böyle bir kul da Allah’ın rızasına taliptir ki yukarıda geçen Al-i İmran on beşinci âyet-i kerime bunu çok güzel bir şekilde açıklamıştır.

Ne mutlu o kullara!

Rabbimiz cümlemizi onlardan eylesin!

Muzaffer Dereli / Diriliş Postası

adminadmin