Kültür
Giriş Tarihi : 14-07-2019 14:00   Güncelleme : 14-07-2019 14:35

Ne o taraf ne bu taraftayız, Belki De Âraftayız!

Evet aile daha önceki gündemlerimize nazaran daha sahici bir gündem. Yanlış yerden başlanmış olsa da bizi eve götürecek bir tarafı var. Sorunun özünde tek kelimeyle evsizlik var çünkü.

Ne o taraf ne bu taraftayız, Belki De Âraftayız!

Taşradayız, eşikteyiz, kenardayız ve dışardayız. Hiçbir şeyin içerisine tam anlamıyla dahil olamadık bir türlü. İki cami arasında gibi ne köy ne kasaba ne cehennem ne cennet! Ne o taraf ne bu taraftayız, belki de âraftayız! “Ben”i sağlama alalım, “ben”e bir ev kuralım diye uğraşıp dururken “biz” diye sırtımızı dayadığımız şeyi kaybettik. Dilimiz de dinimiz de evimizdi. O denli sıcak ve o denli huzurlu ve asude. Hem din hem dil ikisi de kamuda çalışıp sokakta sabahlıyor. Dün neden anneannelerimiz babaannelerimiz, dedelerimiz yok diye yakınıyorduk, çoktandır onların sızısı duyulmuyor içlerimizde. Çünkü yokluklarına o kadar kolay alıştık ki. Evimizin bir duvarı çökmüş de umurumuzda değil. Farkında mısınız artık öyle nine ya da dede şiiri falan da yazan kalmadı. Yaşlılarımız şiirden bile çekildiler.

Şimdi de evde annesini arayan çocuklarımızın dramı var. Zarifoğlu’nun “Allah ağrısı” dediği şeye benzer bir ağrı bu: “Anne ağrısı”: “Korkunç bir fırtına çıkıyor annem evden gidince”. Anneler evde niye yok? Bir başka deyişle: Evdeki neden yeterince annemiz değil, diye niye sorup duruyor çocuklar? Galiba biz aileden, nineden, dededen, anneden babadan evvel evi kaybettik.“Evladım, akşam eve geç kalma!” sedasını duyamıyoruz artık pencereden bizi gözleriyle yolcu eden annemizin. Çünkü ne ev kaldı ne pencere! Eskilerin tabiriyle “sureti sireti” olmuş evlerin. Dışı içini, içi dışını yansıtıyor. Kalabalıklar içerisinde yalnız, kalabalıklara rağmen evde tek başına.

Ah şairler! Bakmayın siz onların uzak arayışlara çıktıklarına. Aslında her yolculukları bir eve ulaşmak içindir. Ev arayışları bir ömür sürer onların. Bir türlü yerleşememişlerdir dünyaya. Bir şey varsa şayet başka bir şey eksik ya da hiç yoktur. Evi dünyadan büyük şairimiz Ziya Osman Saba’yı okurken sizde de o güzelim şiirler bir tür eve dönüş sevinci yaşatmaz mı? Behçet Necatigil’in “Evin Halleri” şirini okurken eviniz nasılda gelip gider gözlerinizin önüne. Ya Necip Fazıl’ın bir türlü yerine oturmayan evi:

Üç katlı ahşap evin her katı ayrı âlem

Üst kat: elinde tespih ağlıyor babaannem

Orta kat: (Mavs) oynayan annem ve aşıkları

Alt kat: Kız kardeşimin (tamtam)da çığlıkları.

Cemiyetin ahvalini üç katlı ev manzarasıyla ifade ediyor Necip Fazıl. Ev bozulursa toplum bozulur, kuşaklar birbirine yabancılaşır, aile başıbozuk bir cereyana kapılıp gider. Keşke bugün de evin en tepesinden en aşağısına kadar bütün fertleri bir evin katlarını paylaşmış olsalar. Kız kardeşiniz çığlıklarını duyamayacağınız uzaklıkta, babaannenizi üst kata kim yerleştirir ki elinde tespihle ağlasın? Bu manzara birbirimizden hızla uzaklaştığımızın resmidir. Uzaklaşmak için birbirimizden uzakta oturmak falan da gerekmiyor artık; yönünüzü çevirdiğinizde, sokağınızı ve de bakışınızı değiştirdiğinizde bir anda en yakınınızdan uzaklaşmış oluyorsunuz.

Bütün akrabalarınızdan uzak düşseniz ya da bütün komşularınız ve de akrabalarınız sizden uzak düşse haliniz arz edip çekinmeksizin evinde sabahlama için kime başvururdunuz? Etrafınız nasıl da ıssızlaşıyor birden değil mi? Neden olası perişanlığınızda içinizi ferahlatacak isimler ve insanlar gözlerinizin önüne gelmiyor? Tek bir sebebe iltica ediyorsunuz değil mi? Kimseye zahmet vermeyeyim! Halbuki insan insana zahmet verdiği oranda keyfiyet kazanır. Aileyi evden kovduk, fakat sokakta da tesis edemedik aile sıcaklığını. Çünkü sokak soğuk, sokağın kelimeleri soğuk, yasaları buz gibi. Evi gittiğimiz yere götüremediğimiz için aile sıcaklığını bir türlü tesis edemiyoruz. Kelimelerimizle bile başımızın üstüne çatı çatacak bir cümle oluşturmaktan yoksunuz. O ne büyük bir heyecan ve ne büyük bir hasrettir Ziya Osman Saba’daki:

Evim! Evim!.. Ellerimle asacağım

Camlarına perdelerini

Yatak odasında düşüneceğiz bir an

İki kişilik karyolanın yerini.

Bekar şairlerimiz evleninceye kadar evin türlü hallerini derinden hayal eden saadet dolu şiirler yazarlar. Evlendikten sonra nedense sonrası gelmez. Evi yeterince anlayıp keşfedemediklerinden midir acaba? Evin huzura dönük ısısını alamadıklarından mı? Ev şiiri neden iki şair arasında dönüp duruyor; Ziya Osman Saba ile Behçet Necatigil arasında. Sanırım ezberi bırakıp evi bir de yüzünden okumamız lazım.  Yıllar öncesine ait “Gittikçe Soğuyan Uzak Evler” şiirimden bir bölümle bitireyim:

En baş köşede tenha, kurulmuş eski dilden

Konuştukça artıyor sızısı semaverin

Şiltesine kıvrılmış uyukluyor beybaba

İniyor göz kapağı içi geçmiş günlerin,

On parmağında hüner, evin en küçük kızı

*

Boş beşikte sallanır, hayalleri kaçamak

Ne yapsın da geçirsin sıkıntıya tığını

N’olurdu bizi bir kez göze alsa yaşamak

Hatırlasa yürürken yalnız bıraktığını

Evlerin kapılardan dışarı aktığını

Hüseyin Akın

https://www.dunyabizim.com

adminadmin