Genel
Giriş Tarihi : 06-07-2016 10:07   Güncelleme : 06-07-2016 10:07

Nelerin Reddi, Neyin Kabulü Veya Hangi armut pişecek, kimin ağzına düşecek?(ıı)

Akıntıya karşı olma hali bize, biz Müslümanlara, biz Türklere hemkendimiz olmanın bilincini kazandırmış, hem de elimize istikamet ruhsatı geçmesini sağlamıştır

Nelerin Reddi, Neyin Kabulü Veya Hangi armut pişecek, kimin ağzına düşecek?(ıı)
Akıntıya karşı olma hali bize, biz Müslümanlara, biz Türklere hemkendimiz olmanın bilincini kazandırmış, hem de elimize istikamet ruhsatı geçmesini sağlamıştır. Bir şeylere boyun eğişimiz, bir şeyleri tasvip edişimiz münasebetiyle değil, bir şeylere meydan vermediğimiz, bir şeylerin iptalini şart koştuğumuz için Müslümanız ve Türk’üz. Allah’tan başka baş tanımamak, Resul-i Ekrem’in izinden şaşmamak şiarımızdır. Çok başlılığın ne nazariyatını, ne de tatbikatını tasvip ediyoruz. Çeşitli ilâhların olduğu kadar her türlü ilâhiyatın da geçersizliğini ilân ediyor, hepsini iptal ediyor, bu bozma faaliyetinden can devşiriyoruz. Irmak akıyor. Kendini akışa bırakanlardan değiliz. Rusların ve Japonların Batı’nın talebesi olmaları sonucunda doğan mahsulde hayret edilecek hiçbir taraf yok. Eğer Türkler de Lâle Devri’yle daldıkları Batılılaşma macerasından onlarınkiyle karşılaştırılabilir bir semere tedarik etselerdi asıl hayret edilecek hadise bu olacaktı. Dünya şeraiti istikametinde akan ırmakta iki kere yıkanma imkânına sahip olmamız şöyle dursun, vücudumuzu girdiğimiz ırmakta bir kez bile yıkayamayız. Çünkü akıp giden sadece sular değildir. Beden de akıp gidiyor. Akan zamanın içinde olmadıkça varlık alanına girmesi mümkün olmayan bir bedenimiz var. Akıntıya karşı temizleneceğiz. Yıkanmasını istediğimiz beden, bedenimiz kirlenmeğe maruz bırakılmıştır. Arınma sabır istiyor. Küfr baştan ayağa necasettir. Başına ne geldiğinden bir şeyler anlamak isteyen, kendini ahvalden haberdar olma merakına kapılmaktan alıkoyamayan insan ise sanki aceleden yaratılmış olmakla kalmamış, o cimri, kan dökücü, her türlü ihanete meyyal insan adeta aceleden mütenakız bir biçimde yaratılmıştır. Ne yapmalı sualine muhatap olunduğunda hiç kimsenin elinde yaşamak işi de dâhil hiçbir işe baştan başlama imkânı, ihtiyarı, imtiyazı yok. Oysa tenakuz icabı elinden insanlığını kaçırmak istemeyen herkesin her işe, her an baştan başlamak mecburiyeti vardır. Başlayan kendi başından başlar. Başkasının başından başlamak diye bir şey olamaz. Faşistler birlikten kuvvet doğduğunu söylerdi. Neyin birliği? Zahmetkeşlerin birliği zahmeti bir güç şekline çevirme sevdasından bir inilti çıkardı. Buna mukabil Müslümanlar Allah’ın birliğini umursamayan kuvvetin şerre hizmet edeceği ikazında bulunmakla akıntının doğurduğu tehlike karşısında yerlerini koruyor. Tarihimiz talihimizdir. Türklerin vatan sahibi oluşu huzurun Allah’ın birliğine sadakatle mümkün olduğunu ispat etti. Türk vatanı demek, parası, silâhı ve bunların gölgesindeki hâkimiyetiyle Türk düzeni demekti. Türk düzeninin tesisi sebebiyle Avrupa’nın payına düşen huzursuzluk Dünya Sistemi’nin doğuşuna önayak oldu. Gaza fikri karşısına finans gücünü çıkarmak gayr-i müslim dünyanın icadıydı.  Nasıl oldu da bu Batı Medeniyet’i, tek dişi kalmış bu canavar doğdu? Âdem soyunun tarihinde bununkine benzer bir şey hiç görülmemişti. Güneşin battığı yönde serilip dürülen diyarlar dâhilinde, tarih boyunca hayranlık uyandıracak hiçbir şeyine rastlanmamış o Batı’da, garpta, gurbettenasıl oldu da bir medeniyet doğdu? Zurnanın zırt dediği yer burası. Zulmetin bekçileri, hegemonyanın kaşarlanmışları bize nasılını, niçinini bırak; doğduğunu kabul ettiğin medeniyetin gereğini yerine getirmeğe bak diyor. Biz ise (biz kim isek) söylenene karşılık nasıldan, niçinden haberdar olmadıkça neyin bizi özgür kıldığını anlamamızın, dolayısıyla özgürleşme alanına girmemizin imkânsızlığını beyan ediyoruz. Madem doğduğu tevatürüyle ortalığı yakan medeniyet özgürleşmeyi diline dolamadan duramıyor ve madem olan biteni aklamanın yolunu tasarlananın henüz tamamlanmadığı izahatında arıyor; biz de bu medeniyetin nasılında, niçininde takılıp kalma ısrarındayız. Batılıların sunduğu her türlü izahatı ağzı açık ayran delisi gibi dinlemek işin sadece bir tarafıdır. Öbür tarafta hikâyeyle mest olmak var. Kapatıldığı hapishanenin parmaklık demirlerine âşık olma zilleti bilinç yamukluğundan başka bir şey olmasa gerek. Dilimize “batılılaşma” ibaresi geldiğine göre, nelerin başımıza geldiğine dair ve bulunduğumuz yer hakkında bir fikre kavuşmuş oluyoruz. Avrupa medeniyeti yerküre sathında vazgeçilemez bir mevki ele geçirmek için önce kendi rabbi bildiği Tanrı mefhumunu öldürdü, akabinde din adamlarının şişirdiği her cinsten iktidar balonunu söndürdü ve nihayet bütün toplum katmanlarında metafizikle alay etme modasını yayabilme gücü kazandı. Bir yere varacak mıydı bunun sonu? Yedekteki her türlü ütopyaya rağmen varmayabilirdi. Günü atlatacak bir avuntu, gerilmiş sinirleriyle yaylarını gerenler hesabına müsekkin bulunmalıydı. Teselli ilerleme ve gelişme havarilerinin sanat faaliyetleri yardımıyla Avrupa’da bir kanatlanma vuku bulacağı inancı taşımalarında arandı. Batı’nın felâkete uğramaktan, çökmekten, rezaletinin pisliğinde boğulmaktan kurtulması imkânsız. Bunu kendileri de biliyor. Tek tesellileri Türk vatanını yok ederek biraz mühlet ele geçirme faaliyetlerindedir. Türk vatanının yokolma tehlikesi karşısında elimizdeki koz Türk şiiridir. Ortada sihirli bir formül, sihirli bir değnek, hastalığa son verecek bir reçete yok. Şiirden bilinçlere musallat olmuş yamukluğu izale etmesini beklemeyelim. Şiirin bundan sonra yapacağı, bu güne kadar yaptığıdır. Şiir bilinçteki yamukluğa itiraz ederek Türk konuşmasından kabalığı aldı. Bir İslâm dili olarak, Kur’an menşeli Türkçemiz vatanımızın tapusudur. Şiir Türkçenin emrine girmek suretiyle küfrün nüfuz edemediği arazi, kâfirlerin süremediği tarla hususiyeti edindi. İsmet Özel, 5 Temmuz 2016 İstiklal Marşı Derneği
adminadmin