Genel
Giriş Tarihi : 06-12-2016 15:26   Güncelleme : 06-12-2016 15:26

o gün

​Yasin Börü ve arkadaşlarının sığındıkları apartman dairesinden ağır yaralı olarak sağ çıkabilen tek kişi Yusuf Er’di. Hastaneye ulaştığında iki kurşun, 38 bıçak, satır ve sopa darbesi tespit edildi. Er, aradan iki yıl geçmesine karşın o gün yaşadığı ‘en uzun bir saati’ aklından çıkaramıyor.

o gün

2014 Ekim ayının başında DAEŞ’in Kobani’ye başlattığı saldırının ardından HDP’den yapılan ‘Sokağa çıkma, alan tutma ve süresiz direniş’ çağrısı ile Doğu illeri başta olmak üzere pek çok yerde yaşanan ve ‘6-7 Ekim Olayları’ olarak bilinen olaylarda elli kişi öldü onlarca kişi yaralandı. Olayların en yoğun geçtiği kent Diyarbakır’dı. Diyarbakır’da kurban eti dağıtmak üzere girdikleri mahallede göstericiler tarafından DAEŞ’çi oldukları gerekçesiyle kovalanan ve sığındıkları evde saldırıya uğrayan beş kişiden tek kurtulan kişi Yusuf Er’di. ‘Her gün o günü yaşıyorum’ diyen Yusuf Er yaşadıklarını da yaşamındaki en uzun bir saat olarak tanımlıyor.

Unutulan etler

Bir dernek çatısı altında kurban eti dağıtım organizasyonunda yer alan Yusuf Er, dağıtım bittikten sonra kesimhanede yapılacak temizlik işi içi Diyarbakır’ın ÜçkuyuKöyü yakınlarındaki TOKİ konutlarına gittiklerini anlatıyor. Her şey orada başlamış.

“Kurbanlıkların kesimlerinin yapıldığı kesimhaneyi temizlememiz gerekiyordu. Arkadaşlarla birlikte gidip işimizi bitirdik ama dağıtım yapılırken buzdolabında altı pay etin unutulmuş olduğunu gördük. ‘Emanettir’ diyerek sahiplerine verilmek üzere alıp çıktık. Kolay olmayacağını tahmin ediyorduk; çünkü Selahattin Demirtaş ve HDP,Kobani için halkın sokaklara çıkması çağrısı yapmış, Diyarbakır’ın her yerinde olaylar vardı. Gökyüzü dumandan simsiyah olmuştu. Ancak emaneti dağıtmaktan başka bir şey gelmedi aklımıza. Altı kişiydik. Yasin Börü, Hasan Gökguz, Riyad Güneş, Ahmet Hüseyin Dakak, kardeşim Muhammed Er ve ben. Etleri alıp minibüsle yola çıktık. Bağlar Mahallesi İskanevleri semtine güçlükle geldik. Yolda pek çok yerde olaylar vardı ve pek çok yol kapalı olduğundan dolana dolana ulaşabildik.”

“Kardeşimi arabada bıraktık”

İskanevleri bölgesinde olayların yoğunlaştığını gören Yusuf Er ve arkadaşları, arabayı ara bir sokağa park ederek Er’in kardeşi Muhammed’i de bırakarak çabucak dağıtıp dönmek üzere sözleşirler.

“Arabayı park ettik 12 yaşındaki kardeşim Muhammed’e arabada beklemesini söyledim. ‘Bunları dağıtıp hemen geliyoruz’ dedim. Bir sokak arasına bırakmıştık arabayı. Endişeliydik ama etler de sahiplerinin emanetiydi dağıtmamız gerekiyordu. İki ailenin etlerini verdikten sonra dört pay et kaldı. Dağıtılacak yerler ayrı binalardaydı, binaların arasında yüz-iki yüz metre mesafe vardı. Orada özel bir sağlık merkezi var. Tam önünde 50-60 kişilik bir grup yolumuzu kesti. Bize ‘Niye eylemde değilsiniz, yasak ilan ettik, niye dolaşıyorsunuz’ deyince. Biz de ‘Kesimhaneden geliyoruz etleri dağıtacağız’ dedik. Yaşça bizden büyük oldukları için Hasan ve Riyad abi konuşuyordu bunlarla. Tam o sırada arkadan bir kişi ‘Bunlar DAEŞ’çi’ diye bağırdı. Bize taş atmaya başladılar. Aynı anda Hasan abi ile Riyad abiyi tutular. Biz hızla yapışıp ellerinden alıp kaçmaya başladık. Kaçarken bir üst sokakta bizim çevreden bir abiyi yakalamışlardı Mahmut adında; namazında niyazında temiz bir insandır. Hemen oraya doğru koştuk çünkü bir kişi boğazına bıçak dayamış ve ‘DAEŞ nasıl kafa kesiyor göreceksiniz’ diyordu. Hemen araya girerek elinden aldık. Mahmut abinin her yerinden kan akıyordu, defalarca bıçaklamışlardı ama kendindeydi. Mahmut abiyi ellerinden almak için girdiğimiz yerde iki bina arasında sıkışmıştık. Gruptakiler taş atarlarken binadan da taş, sopa, sandalye, divan atıyorlardı üzerimize. Kısılıp kalmıştık. Tam o sırada biri gelip grubun içinde dizlerinin üzerine çöküp nişan alarak tabanca ile bize ateş etmeye başladı. Belli ki eğitimli biriydi. İsabet almadık. Mecburen binalara doğru kaçmaya başladık. Biz koşarken takip edenler grup toplanmaya başladı. Kaçarken bir sokağa girdik. Yüzü kapalı iki kişinin olduğunu gördük. Yüzlerinde maske vardı. Birinin elinde Bixi birinin elinde Keleş vardı. Bizi gördüler ama kim olduğumuzu, niye kaçtığımızı bilmiyorlardı. Yanlarından geçtik, arkadaki grup yetişince o ikisi de silahlarıyla birlikte takip etmeye başladı.”

Özturan Apartmanı

Yasin Börü ve arkadaşlarının linç edildikleri Özturan-3 Apartmanı’nın olduğu sokağa giren Yusuf Er ve beraberindekiler başka bir grup göstericinin önlerini kesmesi sonucu apartmana girerler.

“Binanın sokağına girince karşı tarafta başka bir grupla karşılaştık. Arkadan gelenlerle bunların arasında kalacaktık mecburen Özturan-3 Apartmanı’na girdik. Bizi görmemişlerdi binaya girerken. Dış kapısını kapatarak soluklanmaya çalıştık. O sırada binadan bir kadın ‘Kovaladıklarınız bu binaya girdi’ diye seslendi. Bunu duyunca çok korktuk, kapıyı tekmelemeye başladılar. Merdivenlere koştuk, ikinci katta binanın yöneticisi olduğunu öğrendiğimiz 60 yaşlarında bir kadın binadan çıkmamızı çünkü kapılarının kırılacağını söyleyince, ‘Abla biz kapıyı yaptırırız, bizi öldürecekler, DAEŞ ile itham ediyorlar, biz kendi halinde insanlarız, kurban eti dağıtıyoruz bir şey yapmadık’ dedik ama bizi dinlemedi. O esnada bizim konuşmamıza şahit olan üst kattaki bir kadın bizi çağırarak evine aldı, ‘Gelin saklanın’ dedi. Evine girdik koşarak, çift kapılı bir daireydi. Dış kapı çelik panjur ve iç kapı vardı. Kadın kapıyı kilitledi, perdeleri çekip ışıkları söndürdü. Ben mutfağın penceresini kapatmaya gittim. Kapatacakken bizim hizamıza düşen karşı binanın balkonundan aşağıdaki olayları izleyen birilerini görünce beni görmesinler diye kapatmadan geri çekildim. İçeride oturup beklemeye başladık. Bu arada binanın kapısını kıran güruh çatıya çıktı. Orada bizi bulamayınca tek tek daireleri aramaya başladılar. Seslerden anlayabiliyorduk. Kapıları çalıyorlar açmayanlarınkini kırıyorlardı. Derken bizi içeri alan kadının eşi geldi anahtarla kapıyı açarak. Bizi görür görmez cebinden bir bıçak çıkartarak ‘Ne işiniz var benim evimde kimsiniz’ dedi. Soluk soluğaydı, üzeri duman kokuyordu. İçimden ‘Belki de bizi kovalayanlardan birisi de budur’ diye geçirdim. Kapıya yöneldi bizi çıkarmak istiyordu. Benle Hüseyin önüne geçerek kapıyı açmasına izin vermedik. Hasan ve Riyad abi konuşmaya başladı. Durumu anlatmaya çalıştı. Bize siz DAEŞ’çisiniz deyince doğru olmadığını, DAEŞ’in kötü insanlar olduğunu anlattık, yaptıklarının yanlış olduğunu söyledik. Biraz ikna olur gibiydi, geri çekildi. Biraz da tedirgindi. O esnada Riyad abi 155’i aradı. Biraz konuştuktan sonra kapattı. Baktım morali bozulmuştu. Sordum ‘Ne oldu’ diye, polisin telefonu suratına kapattığını söyledi. Ben de aradım, meseleyi anlattım, adresi verdim ve sıkıştığımızı ellerinde ağır silahlar bulunan PKK’lıların bizi öldüreceklerini söyledim. ‘Yeter ki gelin bir gaz bombası atarsanız biz kaçarız’ dedim. Polis ‘İyi günler’ deyip telefonu kapattı.”

“Kimse gelemiyor”

Yusuf Er ve arkadaşları polis gelmeyince arkadaşlarını, tanıdıklarını ararlar, ancak olaylar nedeniyle kimsenin gelecek durumu yoktur. 
“Polisin gelmeyeceğini anlayınca arkadaşlarımızı aradık, derneği aradık; kimi aradıksa kafalarını dışarı çıkaramadıklarını, saldırı altında olduklarını söylediler. Bir başımıza kalmıştık. Babamı aradım, sıkıştığımızı söyledim, bizi öldüreceklerini söyledim. Babam ev sahibini istedi. Ona ‘Ben gelinceye kadar onları koru’ dedi, ‘Polisle geleceğim sen muhafaza et’ dedikten sonra telefonu bana uzattı. Babam ‘Ben geliyorum’ dedi. Biz Bağlar’dayız babam Sur’da. Çarsı Karakolu’na gidiyor babam, oradaki amirle görüşüyor durumu anlatıyor. Amir ‘Bizim yapabileceğimiz bir şey değil 155’i arayın’ deyince babam durumumuzu anlatmış, ama polis görev alanları olmadığı için gidemeyeceklerini söylemiş. Babam da ‘Madem oraya gedemiyorsunuz bak 150 metre aşağıda Cami-Der’de de sekiz arkadaşımızı sıkıştırmışlar, senin yetki alanında değimli oraya git bari’ demiş. Amir can kaybı olmasın diye müdahale edemeyeceğini söylemiş.”

“Kendi başımıza kalmıştık”

Telefonla aranan ne polis ne de tanıdıklar gelmeyince bir başlarına kaldıklarını anlayan gruptakiler başka bir şey denemeye karar vermişler.
“Bir süre bekledik ama kimsenin geleceği yoktu. Hasan dedi ki: ‘Ev sahibiyle konuşalım grubun içerisinden tanıdığı biri varsa konuşsun, grup gitsin biz de evi terk edelim.’Ev sahibine söyledik, onun da işine geldi. Sonuçta çıkıp gitmemizi istiyordu. Telefonla birini aradı, kapının önünde bekleyenlerden birinin telefonunun çaldığını duyduk. Dedi ki: ‘Aradığınız kişiler bizim evde, siz çıkın onlar da çıkıp gidecekler.’Bunu der demez konuştuğu kişi aşağıya seslenerek, ‘Gelin DAEŞ’çiler buradaki dairede” dedi. Bunu demesiyle kapı tekmelenmeye başlandı. Üç el silah sıktılar kilidi kırmak için. Ev sahibine yine dedik ‘Dışarıdakilerle konuş’ diye ama aradığı kişi onu dinlemiyordu. Dış kapıyı kırdılar saç kapıya gelince bir ses geldi, içlerinden biri ‘Dinamit getirin kapıyı uçuralım’ dedi. Bunu der demez biz kapıdan uzaklaştık.”

Eve giriyorlar

Kapının patlatılma ihtimali üzerine gruptakiler geri çekilince üst kattaki daireye girenlerden biri perdeleri birbirine bağlayarak aşağıya sarkar. Gruptakiler o anda geri çekildikleri için bunu görmemişler.

“Biz daire kapısından uzaklaşınca üst kattaki daireye giren gruptakilerden bazıları perdeleri birbirine bağlayarak aşağı sarkıtmış. Geri çekildiğimiz için mutfağın içini göremiyoruz. Bir kişi içeriye girmiş. Daha sonra o kişinin Uğur adında çok namlı bir hırsız olduğunu öğrendim, binaların dış yüzeyinden beşinci kata kadar tırmanabiliyormuş. Mutfağa giriyor benim kapatamadığım pencereden. Kafasını mutfaktan çıkarır çıkarmaz fark ettik bunu. Bize ‘Kimsiniz oğlum’ der demez elindeki tabanca ile bir el ateş etti. Mermi Hasan’ın karnına isabet etti. Arkadaşlarımız Hasan abiyi çekip banyoya soktu, ev sahibi yatak odasına kaçtı, bayan ve iki çocuğu zaten hep yatak odasındaydı. Ben ne yapacağımı şaşırmıştım, tuvaletin duvarına yasladım kendimi. Yerde paspas vardı onu alıp sallamaya başladım salona doğru, bana yaklaşmaması için. Sonra fayanstan aksini gördüm bana doğru geliyordu. Sıvı sabun kutusu vardı lavabonun kenarında alıp onu fırlattım, sabunluk göğsüne değince silahı elinden düştü. Almaya bile yeltenmeden ikinci silahını çıkardı. Kendi kendime ‘Artık yapacak bir şey yok’ dedim. Öldürüleceğimi anlamıştım. Şahadetimi getirmeye başladım. Hasan abiyi merak ediyordum; Riyad abiye seslendim ‘Hasan abinin durumu nasıl’ diye sordum. Onlar banyoda ben tuvaletteydim çünkü. Seslenmemle bu hırsız bana ateş etti. Kurşun parmağıma geldi kanamaya başladı. Tuvalette daha geriye sığındım ama bir tane daha sıktı, o da bacağıma isabet etti. Kapıyı kapatırken ev sahibinin anahtarı yerden bu hırsıza attığını gördüm. Kapıyı kilitledim ama bu Uğur denilen kişi alıp kapıyı açtı, herkes içeri girdi. Girenlere ‘Banyodalar’ dedi. Seslerden banyoya girdiklerini anladım. Zaten ardından arkadaşlarımın sesini duydum; ‘Yapmayın, biz DAEŞ’çideğiliz’ dediler. Sonra üç el silah sesi geldi, arkadaşlarımın sesi kesildi.”

“Balkondan attılar”

Sığındığı tuvaletten sesleri dinleyen Yusuf Er banyoda vurulan arkadaşlarının sürüklenerek mutfağa doğru götürüldüklerini duyar. Seslerden başlarına geleni anlar.

“Yasin, Hasan abi ve Hüseyin’i sürükleyerek getirdikleri mutfak balkonundan aşağı attılar. Riyad abiyi merdivenlerden sürükleyerek aşağı indirdiler. Ben kapıyı kilitlemiştim seslerden olanları anlıyordum. Bana silah sıkan kişi tuvalette de biri var onu çıkarın öldürün dedi. Kapıyı kırarak içeri girdiler. Yüzü maskeli biri karnıma tekme atınca yere düştüm. Bıçağını kafama saplamaya başladı. Başka biri bıçağı sopaya bağlamıştı o da uzaktan bana batırıp çıkarıyordu. Şahadetimi getirdim tekrar, ‘Buraya kadarmış’ dedim. Korkmuyordum, tevekkül ettim, beklemeye başladım. Bu sırada dışarıdan başka biri geldi, elinde keser vardı, keserin ucu kan içindeydi. Oradakilere ‘Bunu dışarı çıkarın, biz de vuralım’ deyince sesinden ev sahibinin telefonla aradığı kişi olduğunu anladım. Beni salona çıkardılar, biri kafama sopa vurunca bayıldım. Karaciğerime sapladıkları bir bıçağın sancısıyla kendime geldim. Beni dört kişi tutup salondan mutfağa getirmişlerdi. Anladım ki beni aşağı atacaklar. Çırpınınca ellerinden düştüm, salona kaçtım, Allah güç kuvvet verdi, normalde bir iki darbede biterim ama o gün bambaşkaydı. Salonda da epeyce vurdular, baktım daire kapısının önü boşalmış, fırladım ve kapıdan çıkarak merdivenlerden inmeye başladım. Hava kararmıştı. Merdivenler komple boştu, çok şaşırdım. Zemin kata geldiğimde baktım hepsi kapının önünde ve sokaktalar. ‘Aralarına girersem beni öldürürler’ diye düşünüp merdivenlerin altındaki boşluğa gizlendim. Arkamdan biri gelip odunla vurmaya başladı. Başka biri elinde satırla geldi. Kaldırdı kafama vurmaya çalışınca ayağımı kaldırdım, satır ayağıma çarpınca kırıldı, sapı elinde kaldı. Yukarıdan elinde keser olanla dışarıdan geldiği belli olan militan kılıklı, pos bıyıklı ve yaşı büyük bir kişiyi gördüm. Kendi aralarında konuşuyorlardı. Elinde keser sapı olan benim için ‘Bunu öldürelim’ diyordu. Pos bıyıklı ise ‘Yok bunu ibret için sağ bırakalım’ dedi. Bir ondan bir ondan tartıştılar, en son keserli adam noktayı koydu ve ‘Öldüreceğiz’ dedi. İki kişi koluma girip merdivenin altından çektiler beni. Binanın içindeyken biri çelme takıp yere düşürdü, sürükleyerek binanın dışına çıkardılar. Dışarıda da önüne gelen vuruyordu.”

“Arkadaşlarımı yerde gördüm”

Binadan çıkarılan Yusuf Er arkadaşlarının cansız bedeni ile karşılaşmış.

“Dışarı çıkınca baktım ki bir köşede Ahmet Hüseyin Dakak, diğer köşede Hasan Gökguz yatıyordu yüzüstü. İkisi de şehit olmuştu. O esnada iki kişi koluma girerek ayağa kaldırdı beni. Burnuma bir duman ve ağır bir et kokusu geldi. Herkes vuruyordu. Baktım caddede biri sürüklenmiş gibi kan lekeleri vardı. Yasin Börü olduğunu anladım. Binadan ana caddeye sürükleyerek götürmüşlerdi. Beni binadan yüz metre kadar uzaklaştırdılar, arkamdan grup geliyordu. Binadan uzaklaşınca gruptakilerden yüzü kapalı olan ve yaşının büyük olduğunu tahmin ettiğim bir kişi arkadan vurarak ‘Hadi git’ dedi. Kaçmaya başladım, çok kan kaybettiğim için hızlı gidemiyorum, bir an için Allah Teâlâ sanki bana ‘Arkana bak’ dedi. Döndüğümde iki kişi oturmuş birinin elinde Keleş birinin elinde tabanca ile bana nişan almışlardı. Beni sırtımdan vuracaklarını anladım. Bunu görünce öyle bir kuvvet geldi ki bana anlatamam hızla koşmaya başladım. İlk sokağa kendimi hızlıca atınca ‘Yakalayın’ seslerini duydum. Ateş etmeye fırsat bulamamışlardı. Arkamdan kovaladılar, bir iki sokak geçince izimi kaybettirdim ama ben de tükenmiştim. Olduğum yere yığıldım. O esnada 15 yaşlarında bir çocuk geldi yanıma, ne olduğunu sorunca PKK’lıların beni bu hale getirdiğini arkadaşlarımı da öldürdüklerini söyledim. Gitti dedesini çağırdı. Dedesi geldi sonra başka bir abi geldi durumu görünce ‘Araba bulayım’ dedi gitti. Başka biri geldi 55 yaşlarında. Ne olmuş diye sorunca anlattılar. ‘Ambulansı aradınız mı’ diye sordu ama ambulanslar gelemiyordu. ‘Tanıdığın biri yok mu’ diye sorunca babamın numarasını verdim, meşguldü amcamı aradık. Adam amcama anlattı durumu. Amcam telefona istedi. Durumu anlattım. Amcam taksi şoförü, yeri tarif ettim. ‘Dayan yeğenim geliyorum’ dedi. Bir süre sonra amcam geldi. Beni tutup arabaya bindirmeye çalıştı ama nereye elini vursa çığlık atıyordum. Vücudumda sağlam yer kalmamıştı. Bir palto getirdi, üzerine çekip palto ile birlikte arabaya koydular.”

“Başka bir grup yolumuzu kesti”

Yusuf Er amcası ile birlikte yola çıktıklarında yolları başka bir grup tarafından kesilir. Amcası durumu biraz farklı anlatınca yol açılır.

“Hastaneye giderken yolda bir grupla karşılaştık, yolu kesmişlerdi. Bizi durdurup ‘Kim bu nereye gidiyorsunuz’ diye sorunca amcam Kürtçe onlardan biriymiş gibi davranıp ‘Yaralı var yolu açın’ dedi. Bunlar yolu hemen açtılar geçtik. Amcam hastaneye doğru sürüyordu. Sultan Hastanesi’ne iki yüz metre kala polis okulunun orada yine yolu kapatmışlardı. Amcam aynı şekilde davrandı ve ‘Yolu açın’ dedi. Açmadılar ‘Başka yoldan gidin’ deyince amcam arabayı bariyerlere vurup geçti. Hemen bir sokağa girdik. Hastaneye ulaştık. İlk müdahaleyi yaptılar, ama ‘Üniversite hastanesine gitmezse kan kaybından ölür, vücudunda pompalanacak kan kalmamış’ dediler. Beni ambulansa aldılar, ambulanstayken babamı gördüm. Olaylar kentin her tarafında devam ediyordu. 15 dakikalık yolu bu nedenle 1,5 saatte zor gidebildik. Yolda ambulansa saldırıp taş attılar. Ancak nihayet Dicle Üniversitesi Hastanesi’ne ulaştık, orada yoğun bakıma aldılar.”

“Parmağım sakat kaldı”

On gün Dicle Üniversitesi ve 20 günde Elazığ’da tedavisi süren Yusuf Er bugün 20 yaşında. ‘O’ günü her gün en az bir kez yaşadığını söyleyen Yusuf Er’in esas canını acıtan ve gönlünü kıran şey arkadaşlarının linç edilmesi olmuş.

“Bütün samimiyetimle söylüyorum, Dicle Üniversitesi’nde parmağıma kurşun yediğimi defalarca söylediğim halde bir film bile çekmediler, iyi bakmadılar. Bu nedenle sakat kaldı. Ailem daha iyi bir tedavi görebilmem için Elazığ’a götürdüler ama gecikildiği için bir şey yapamadılar. Karaciğerim hâlâ çok ağrıyor, biraz yol yürüsem nefesim kesiliyor. Yine de ne yaşadıklarım ne de vücudumda kalan arazlar canımı acıtıyor. Esas içimi acıtan Yasin Börü, Hasan Gökguz, Riyad Güneş ve Ahmet Hüseyin Dakak şehit oldular. İnsanların başka insanlara bu kadar gözü dönmüş ve acımasız davranabilmeleri çok yaralayıcı. Düşünün arabada bıraktığımız kardeşim Muhammed arabadayken bir kadın ‘Bu DAEŞ’çilerin arabası’ demiş ve ardından taşlamışlar. Küçük çocuk, çok korkuyor ve kaçıyor ama kadın ‘Arabadan küçük bir çocuk kaçtı onu da öldürün’ diye bağırmaya devam ediyor. Genç bir kız evine alarak kurtarıyor kardeşimi. Bunu aklım almıyor, insanların bu kadar acımasız ve vicdansız olmasını.”

“Birbirinden güzel insanlardı”

Sığındıkları evden dört arkadaşının öldürülmesine şahit olan Yusuf Er, her birinin iyilikten başka bir şey düşünmediklerini anlatıyor.

“Hasan abi ile Riyad abi sürekli dernekte kalırlardı. Evleri olmasa 24 saat beraber kalacaklardı. Birbirlerinin çok iyi dostlarıydılar. 
Dini sohbetler ediyorlardı, şakacı, mukallit insanlardı. Kendilerini çok iyi yetiştirmiştiler. İkisi de inşaat işçisiydi. Hep aynı yerlerde çalışıyorlardı. Onlarla oturduğumuzda sürekli sohbette bulunuyorlardı, çocuklara kıt paralarıyla hediyeler alırlar ve herkes iyi insan olsun diye uğraşırlardı.Melek gibi insanlardı. Onları DAEŞ’çi diye şehit ettiler ama dağıttığımız etlerin büyük bölümü Kobani’den DAEŞ zulmü nedeniyle kaçan insanlara verildi. Hüseyin Dakak sonradan tövbe edip aramıza katılan biriydi. Özellikle emanet konusunda çok hassastı. Biri ona emanet verdiği zaman kendi canından önemli görürdü. Kurban etlerini dağıtmaktaki hassasiyetimiz bu nedenleydi. Yasin Börü henüz 16 yaşındaydı. Çok temiz bir çocuktu. Yan yana oturduğumuzda hiç konuşmazdı. Utangaç ve konuşmaktan daha çok dinlerdi. Hayâ ederdi, ona şaka yaptığımızda yüzü kızarır utanırdı. Bu insanlar en ağır işkencelerle linç edilmekle kalmadılar, cesetlerine bile türlü zulüm yaptılar.”

“Bir saat”

Et dağıtmak üzere İskanevleri semtine 17:30’da arkadaşlarıyla gelen ve amcasının gelip kendisini almasına kadar geçen bir saatin yaşamının en uzun bir saati olduğunu belirten Yusuf Er çıkan olayların sorumlusu olarak HDP’lileri görüyor. “Selahattin Demirtaş, Gültan Kışanak ve Zübeyde Zümrüt’ün çağrılarıyla halk sokaklara döküldü. Eğer o çağrılar olmasa o kadar insan ölmeyecekti. Beni çok inciten şey, Allah’ın takdiri bu itirazım olamaz o vahşeti yapan kişilerin bugüne kadar cezalandırılmaması. Bizi DAEŞ’çi olarak suçladılar ama DAEŞ’in yaptığı vahşetten daha fazlasını bize yaşattılar.”

SERCAN AKKUZU

 

adminadmin