Kültür
Giriş Tarihi : 25-08-2019 10:30   Güncelleme : 24-08-2019 15:57

Öğretilmiş cehalet!

Öğretilmiş cehalet!

Gençliğimizi şekillendirmek için ülkemizde bugüne dek iki farklı torna tezgâhı kuruldu ve işletildi. Bunlardan birincisi, Kemalist zihniyetin hiçbir ulvî değere yer bırakmayacak şekilde, idrakleri iğdiş edici materyalist ve faşist zihniyetinin ürünüydü. Cumhuriyetin ilk yıllarından başlayarak insanımızın dilini, dinini, kültürünü ve maneviyatıyla beraber bizi biz yapan her şeyi bir pota içinde eritmek ve ardından da İslâm düşmanı Batıcı kalıplar içinde dondurmanın hedeflendiği dönemdi. 28 Şubat sürecine kadar bu insan üretim süreci kesintisiz bir şekilde işletildiyse de, Anadolu’dan büyükşehirlere doğru yaşanan göç ile beraber gelen bâkir maneviyat sayesinde dilimiz, dinimiz, kültürümüzle olan bağlarımız tazelendi ve Müslüman Anadolu kendisini bu tahribattan korumasını bildi. Akabinde FETÖ marifetiyle işletilen ikinci dönem başladı. Kemalistlerin sergilediği tüm çabaya rağmen Batıcı kalıplar içinde dondurulması mümkün olmayan maneviyâtımıza bu sefer çok daha alçak bir yol izleyerek, takiyye ile musallat oldular. Bu süreçte namaz kılan ve aynı zamanda diline, dinine, kültürüne ve maneviyâtına düşman bir nesil imâl ettiler; geri kalan ele geçiremedikleri gençliği de sergiledikleri rezalet üzerinden İslâm’a düşman ettiler.

Bin yıl süreceği iddia edilen 28 Şubat sürecinin hemen akabinde, zaten 1980’li yıllardan beri rejim tarafından korunan, kollanan “Altın Nesil”e yol verilmesi, insanın aklına ister istemez, bu sürecin, Ilıman İslâm’ın önündeki engelleri temizlemek ve bununla beraber doğacak tepkiden hâsıl olacak akışı o tarafa doğru yönlendirmek için gerçekleşmiş bir hâmle olması ihtimâlini kuvvetlendiriyor.

Kemalist rejim döneminde sosyal hayata girmesine izin verilmediği için, yukarıda sıraladığımız değerlerini muhafaza etmesini bilmiş insanımızın istikbâli olan gençliğini, küfür düzenine karşı olmak iddiasıyla, açılan yüzlerce dershane, üniversite ve iş üzerinden sosyal hayata entegre edip, senelerdir korunan değerleri hem iğdiş etti hem de peşkeş çektiler. Yine az evvel ifâde ettiğimiz gibi, gençliğin kendi tornalarından geçiremedikleri kesimini de bu süreçte İslâm adına sergiledikleri rezillikler ile ruh köklerimize düşmanlaştırdılar. 

Teşhisten evvel hastanın hasta olduğunu kabul etmesi gerekir ki tedavi uygulanabilsin. Yaşanan bu dalgalanmalar ardında öyle bir gençlik tortusu bıraktı ki, kendisi tahrib olduğu gibi aynı zamanda tahrib makinesine dönüşmüş, iletişime kapalı ve bünyesi içinden çıktığı topluma yabancı bir gençlik. Köksüz, aşksız, vecdsiz, edebsiz, ciddiyetsiz, kültürsüz, şuursuz, bilgisiz, hâyâsız, çaresiz, hissiz, ruhsuz ve taklidçi bir gençlik. Gençliğimizin ciddi bir kısmı bu halde ve işin doğrusu bu meselede en az kabahat onlarda.

Evet; bir çok husus sıralayabiliriz bu gençliğin düşürüldüğü manevi ve tabii maddi çukuru göstermek için, ancak içlerinden biz bir iki tanesini meydana koymakla yetinelim:

Tüm zamana ve mekânâ şamil İslâm’ı, bundan 1400 yıl evvel gelmiş, “kendi aklıyla uyuşmayan” “çağ dışı” kalmış bir din olarak görürken, kaynağını İslâm’ın yıktığı putların teşkil ettiği, tashihini Yahudilerin yaptığı Hristiyanlık ve anti-hristiyanlıktan doğan inanış yahut inanmayışları çağdaşlık addeden, buna inanmaya itilen bir gençlik.

Âşık olmak çilesinden kaçmak için cinsler içi münasebet sapkınlığına kapı aralamaya çalışan yahut bunu mazur görecek kadar midesi geniş bir gençlik.

Asaletin, zarafetin ve medeniyetin aslî icablarından olan mahremiyet ölçülerini kaba saba görüp, hayvanlar gibi çıplaklığı özgürlük addeden bir gençlik.

Toplum müessesesinin varlığının temel dayanaklarından biri olan karşılıklı münasebetleri belirleyen adab-ı muaşeret ölçütlerini toptan küçümseyip, onun yerine edebsizliği hâkim kılmaya çalışan ve böyle yaparak şuurunda olmasa da toplum düzeninin temellerini dinamitleyen gençlik.

Varlığın kaynağı, bilginin kaynağı, zaman ve şuur gibi bir kültürün en temel meselelerinden ya habersiz yahut haberi olsa bile bunları kendi kültürünün “Mutlak Fikir” kaynakları yerine çürük Batı materyalizminde arayan bir gençlik.

Nusret’in kapısında sıraya girip, Kurban Bayramına vahşet diyen bir gençlik.

Çöl olsa içinden çıkılmaz denen ciddiyetin, üzerinde olunan mesele yahut mevzu hakkında muhatabını belli bir seviyeye davetinden kaçmak için her şey ile dalga geçen ve bu sayede üste çıktığını zanneden bir gençlik.

Tüm bu bedbaht hâline mukabil, yaralarını tedavi etmek için çırpınandan çok derinleştirmek için uğraşanlarla muhatab olmak zorunda bırakılan bir gençlik.

Bugün böyle bir gençlik agoraya hakim: Nereye başımızı çevirsek onların herhangi bir gavurdan ayıramayacağımız simalarıyla karşılaşıyoruz. Sosyal medya, üniversite, meydanlar onların tekelinde…

Bir düşünün. Bugün Ak Parti gider de yerine meselâ Ekrem İmamoğlu gibi CIA’in Türkiye masası planları çerçevesinde kendisine rol verilmiş biri başkanlığa yahut iktidara gelirse Türkiye’nin meselelerine çözüm olacağını zanneden büyük bir kitle var. Bakın, Ak Parti kalırsa Türkiye’nin meselelerini çözüme kavuşturur demiyorum; onun statükodan yana olduğu için kötü olan siyasetinin faturasını İslâm’a kesecek kadar salak, Erdoğan’ı özgürlük düşmanı görüp yabancıların Türkiye üzerindeki hâkimiyetlerini pekiştirecek tipleri özgürlükçü addedecek kadar ahmak, Ak Parti kadrolarını Kemalist düzenin birer unsuru oldukları için değil de Müslüman oldukları için yiyor zannedecek kadar cahil bir gençlik bu. Aslında biraz şuur sahibi olsalar, yanlış eğitim ve kültür politikaları dolayısıyla bu gençliği, yani kendilerini peydahlayanın da Ak Parti olduğunu bilebilirlerdi.

Meselâ geçtiğimiz hafta gündeme gelen Netflix ve Youtube’a sansür üzerinden koparılan vaveyla… Milletlerarası planda faaliyet gösteren ve bütün dünyanın iliğini kemiğini sömüren Batılı düzenin bekâsı için toplum mühendisliği yapan Netflix ve Youtube’un avukatlığının yapılması, bu veçheden bakınca ne kadar da saçma değil mi? Bu gençlik değil mi, girdiği sözlük ve sosyal medya hesaplarından sabahtan akşama kadar “toplum mühendisliği yapıyorlar” diye yaygara koparan, aynı mecralarda sabah akşam “kültür emperyalizmi” anlatan? Sansürmüş. İşin bize kalırsa asıl kötü yanı, siyasî iktidarın Türkiye’de yazılı, görüntülü ve sosyal medyada millî menfaatlerimize ve tüm menfaatlerimizin bekâsını teşkil eden gençlik, aile ve toplumu koruyacak süzgeç/filtre geliştirememiş ve böyle giderse de asla geliştiremeyecek olmasında. Buradan birileri söyleyince kaale almazlar ama bak elin Japon’u bile ne diyor:

Japon bilim adamı Kalyo Yasuo, Türklerin nesillerine sahib çıkmadığını söyledi ve daha sonra şu açıklamada bulundu; “Üç yıldır Türk kültürünü inceliyorum, bir şey çok korkunç, diğeri de garib. Korkunç olan, Batı, bir ülkeyi savaşmadan yok ediyor. Türkiye’de 3-5 dizi hariç hepsi Türk din ve geleneğine ters. Garib olan ise herkes bunu biliyor ama yine de izliyor. Anne baba, çocuğu ile izliyor. Türklerin bu garib hâline şaşırıyorum.” Sayın Yasuo, emin olun ki biz de çok şaşırıyoruz.

Hakezâ şu Kaz Dağları maden meselesi. Hadisenin bütün taraflarını bir kenara bırakalım, protesto için gittikleri maden sahasındaki taşlar arasında altın aramaya koyulan protestocuları ele alalım. Memlekette işini doğru düzgün yapan bir savcı olsa, maden arama ve işletme ruhsatı olan birinin arazisinden bırak altını, bir avuç toprak, çakıl taşı araklayan bu sürüye organize ve nitelikli yağmadan açar davayı, bakalım o zaman kalıyor mu ağaç sevgisi falan?..
***
Benzer bir gençlik İkinci Abdülhamid döneminde neşet etmişti hatırlarsanız, sonrasında bunun bedelini yalnız biz değil, bütün İslâm âlemi ve hattâ mevcut manzarasına bakacak olursak bütün dünya ödedi ve ödemeye devam ediyor. Bizim bir kez daha böylesi bir felâketle yüzleşme lüksümüz yok!
***
Kemalizmin 75 senede yapamadığını, bir dönem AB politikalarını idealize eden iktidar ile CIA aparatı Fettullah Gülen’in donunu koklayan manyakların 20 senede becerdiğini kabul etmek gerek. İktidar bu konuda ne yapacağını, nasıl bir siyaset izleyeceğini hâlâ bilmiyorsa bile en azından ne yapmaması gerektiğini öğrenmiştir herhâlde. En azından, Üstad Necib Fazıl’ın İdeolocya Örgüsü’ndeki ruhu ve şekliyle bütün olan müesseseleri yalnız şekil planında kalmak suretiyle tatbik etmenin hiçbir fayda sağlamayacağı anlaşılmıştır herhâlde.
***
Gençliğin hâli artık klinik bir vakaya dönmüş vaziyette. İktidar, senelerdir izlediği yanlış eğitim, kültür ve sosyal politikaların bedelini ödüyor diyelim; fakat gençliğin bu hâli artık yalnız kendisine değil, memleket bünyesinin geri kalanında sağlam kalmış dokulara da otoimmün bir hastalık gibi saldırıyor.

Devletin, geri dönüşü mümkün olmayan noktaya gelmeden evvel, adeta seferberlik ilân etmek suretiyle yeni bir gençlik, aile ve toplum siyaseti geliştirmesi ve işletmesi gerekiyor.

Bundan sonra yetişecek nesil de eğer ki mevcut gençliğin izinden gidecek olursa, bugün konu edinilen meselelerin hiçbir kıymet-i harbiyesi olmayacağını herkesin kafasına sokması şart!

 

Ömer Emre Akcebe
Baran Dergisi 657. Sayı

adminadmin