Fikir
Giriş Tarihi : 15-01-2020 11:28   Güncelleme : 15-01-2020 11:28

“Oku! Zira Okumayan Azgınlaşır”

Efendimiz Aleyhisselâtüvesselâm Hira mağarasında iken, Cebrail Aleyhisselâm O’na “Oku!” diyor. “Okuma bilmem” dediğinde, O’nu kollarının arasına alıp sıkıyor ve bu emri üç kez tekrar ediyor: “Yaradan Rabbi’nin adıyla oku!...” Vahyin ilk emri bu (Alak sûresi, 1.âyet ). “O Rab ki kalemle yazmayı öğretti (4.âyet). “İnsana bilmediği şeyleri öğretti (5.âyet). “Hayır! Doğrusu (kâfir) insan azgınlık (tuğyan) eder” (6.âyet).

“Oku! Zira Okumayan Azgınlaşır”

Bunun içindir ki, “Oku! Zira okumayan azgınlaşır.”
 

Hazreti Peygamber Efendimiz bu âyetle emrolunduktan sonra Allah’ın bütün insanların üzerindeki rahmet ve keremini okudu. Kâbe’nin kudsîliğini, kâinatı, geceyi, gündüzü, mevsimleri, dağları, hayvanatı ve nebatâtı okudu. Kavimlerin helâk oluşlarını, zulümlerini ve nasıl ihya olacaklarını okudu.

 

Kur’ân-ı Kerim üzerinden nebevî ve ulvî okuma emrinin mesajından anlıyoruz ki Kâinattaki her varlığın mâna ve vazifesini anlamak için ilahî “Kitab”a bağlı ilmî, edebî ve fikrî kitapları da tahkiki bir zan da olsa okumak gerek. Bu düşüncemizi kitap yârânı Mehmet Önal, Kitap Postası dergisi Eylül 2006 sayısında teyit ediyor:

 

“Kitapların rüyası ahad ikliminde görülürmüş”

 

“Kitapların mayası, kelâmın mukaddes tutulduğu demlerde atılmış. Tekevvün (oluş) kitabın rüyası. Onun kitabını oku. Diğer kitapları, ona göre oku! Kendinde, o kitaptan bir sayfa bul. Diğer kitaplar, bunların gölgesi. Bir elimde güneş, bir elimde ay... Bütün kitapların birleştiği kitap. Bu vücûdun sâhibi, tasarruf etmeden bize, kim okur gönül kitabını? Son kitap: Et, kemik ve biraz da kan. Okumak: Tahkiki arayan kocaman bir zan. Bism-i sübhâne... kendi kitabını oku.”                                                                                                                           

 

Sonra idrakleri aydınlatıcı şu cümlelerle bitiriyor kitap okumanın ulvî tarihçesini: “Kitapların rüyası Ahad İklimi’nde görülürmüş.” Ahad iklimi, yâni Allah’ın birliği, tekliği ve Kur’ân’ın yürürlükte olduğu bir zaman.

Kitap okumanın mihver sözünü Arif Nihat Asya söylemiş: “Bizde ayrı sayılmaz bir kitap bir mihraptan / ki uğuldar kubbemiz ‘Oku! diyen hitap.”                                                                                                                                                                                                                          

 

“Okumak iki ruh arasında mülâkattır”            

 

“Okumaktan gözleri kör olan dahi” şerefini taşıyan âmâ üstadım Cemil Meriç’in “Okumak, iki ruh arasında âşıkâne bir mülâkattır. Kitaplarda görülen rüyadır” sözü sıradan bir okuyucuyu dahi kitapların âlemine uçurmaz mı?

Âmâ üstad, Fransız yazar Proust’un “Okumak başka, sohbet başka. Okurken bir başka düşünceyle temas hâlindeyiz, ama tek başımızayız. İnsan fikrî bakımdan çok daha güçlüdür. Konuşma, bu gücü dağıtır. Okurken sadece ilham alırız, kafamız dilediği gibi çalışır” sözlerini beğenir, fakat “Bu Ülke” sinde şunları söylemeden edemez:

 

“Kitap her sualimizi karşılayamaz, doğru. Ama hangi sohbetten doyarak çıkarız? Bu kanma bilmeyen susuzluk insanın alınyazısı değil mi? Okuma, içimizdeki meçhul âlemin kapılarını açan bir anahtar. Pekiyi ama, o meçhul âlemin tekevvününde payı yok mu okumanın? İç dünyamızın sınırlarını genişleten kitap değil mi? Marazi okuma sebep midir, netice mi? Bir başka tabirle, insanlar sinir hastası oldukları için mi realiteden kaçar, kitaba sığınır, yoksa uykularını kaybettikleri, kitaba iltica ettikleri için mi sinir hastasıdırlar? Don Kişot’u çıldırtan kitap mı, Don Kişot çılgın olduğu için mi kitap delisi?” 

 

İbrahim Ünal’ın “Kitap Tiryakileri” kitabından okuduğum şahsiyetlerin okuma disiplini karşısında modern çağın bütün “okumuşları” nın utanıp kutuplara kaçması lâzım. 12. asrın âlimlerinden Fahreddin er-Râzî on iki bin sayfa eser yazmış bir zat. Sofraya oturduğunda bir yandan yemeğini yer, bir yandan kitap okurmuş. Bu muhteşem meşguliyet karşısında modern zamanların kitap okumayan sözde üniversite âllamelerinin hâli ne kadar utanç verici!

 

Hz. Mevlânâ’nın yalnızca irşad ve sema eden bir derviş değil, gece gündüz kitap okuyan âlim bir zat olduğunu öğrenince, kitap okumayan ve okumayı lüzumsuz bulan bazı ham sofilerin sığlığını düşünmeden edemedim. 

 

Endülüslü İbn Rüşd’ün hayatı boyunca kitap okumadan geçen yalnızca iki gecesinin, ilki evlendiği gece, ikincisi ise babasının vefat ettiği gece olduğunu okuyunca ürperme gelmişti içime.

 

Bir cihan hükümdarının okuma aşkı

 

Okumaktan hazzetmeyen modern zaman akademisyenlerine, bürokrat ve devlet erkânına, okuma tiryakileri arasında bir cihan hükümdarının da bulunduğunu söylesek okumaya başlarlar mı acaba? 

 

Bütün hünerinin üstün dirayet sahibi ve nizam adamı olduğunu zannettiğim Yavuz Sultan Selim’in çoğu geceler sabahlara kadar kitap okumaktan gözlerinin kan çanağına döndüğünü, Mısır seferine giderken yanında üç katır yükü kitap götürdüğünü ve dostu Hasan Can’ın, “Gözünden hiç kitap gitmezdi; daima okur, uykuya ve yemeğe rağbet etmez; günde ancak bir kez yemek yerdi” sözlerini okuyup öğrenince okumayla geçen zamanların boş iş olmadığını anladım.

 

17. Asır Osmanlı âlimlerinden Kâtip Çelebi’nin "Mumlar tükenir, güneş doğar, ben hâlâ okurdum; gözüme uyku girmezdi…"  demesi, “kitap okumak eziyet” diyen günümüzün çakma bilim insanlarını utandırmıyor mu?

İslâm medeniyetinin mirasçısı bu necip milletin “okumuşları” eğer kitap okumaktan imtina ediyorlarsa başka türlü yol bulmak lâzım. Meselâ, Samanoğulları Devleti’nde bir dönem, suçluyu suçuna göre bir kütüphâneye hapseder, belli bilgileri öğrenmek için kitap okumasına karşılık cezası kaldırılırmış.

 

Birkaçını anlattığımız büyük şahsiyetlerin okumak aşkı böylesine derin ve imrendirici. Bundandır ki tarihten bugüne kitap ustalarının okumak üzerine düşüncelerini bir kitapta toplayarak ilk mektepten üniversiteye kadar ders kitabı olarak okutulmalı. Belki bu sâyede müzmin bir hastalığımız olan zihin ve fikir tembelliğimiz bir parça hallolur.

 

Hâsıl-ı kelâm, Meşrutiyet münevveranından Ferit Kam’ın ifadesiyle okumak, ibadetlerden sonra hayatın en bedii, en esrarlı, en fikirli bir faaliyetidir. Okuyun Allah aşkına! Okumadan bir şey olunmuyor.                                        

*****                                                                         Hece Taşları

 

Yayın Müdürlüğünü şair Tayyib Atmaca’nın yaptığı Hece Taşları Aylık Şiir Dergisi Ocak 2020 / 59. sayısıyla gelenekli hece şiiri ve şiir üzerine mutevalı mülakatlarıyla çizgisine devam ediyor. Tayyib Atmaca’nın “Sen gittin gideli değişti dünya” adlı denemesi pek acıklı ve üsluplu bir yazı… Bu sayının önemli yazısı Tayyib Atmaca’nın Prof. Dr. Fatih Okumuş’la yaptığı “Şiir ve Gelenek Üzerine Konuşmalar /yirmibeş” başlıklı mülakattır. Şiirle gönül bağı olanların okuması gereken bir yazıdır. Bu sayıda yazanlar:

 

Cemal Kurnaz, Prof.Dr. Fatih Okumuş, Ekrem Kaftan, Ahmet Kâfî, Ahmet Alan, Seyfettin Karamızrak, Lütfi Kılıç, İbrahim Eryiğit, Besti Berdeli, Mehmet Şirin Aydemir, Mustafa Özçelik, Yunus Kara, Gökhan Kaya, Mustafa Ayvalı, Tayyib Atmaca, Tacettin Şimşek, Erdal Noyan, Erhan Çamurcu, Yılmaz Yetiş, Ahmet Kurnaz, Ahmet Arslan, Ali Rıza Kaşıkçı, Metin Özarslan

*****

Açıklama

 

Bir önceki yazımızda, Semerkand Dergisi Ocak 2020 sayısında Ali Yurtgezen hocanın “Can ellerinden gelmişem” ve “Din istismarının istismarı” adlı yazılarına temas etmiştim. Adı geçen derginin Ocak 2020 tarihli matbu sayısını okuyunca, Ali hocamın her iki yazısının olmadığını gördüm. Sabırsızlıktan olacak, derginin internet sitesini okumuştum. “Bu ayın sayısı”nda adı geçen yazıları vermişti. Hülâsa, derginin internet sitesi bizi yanıltmış. Sonra hatırladım; adı geçen yazılar daha önceki sayılarda yayınlanmıştı. Siz siz olun, tam kanaat etmeden internet yayınını dikkate almayın. Derginin bu sayısında değerli yazılar var:

 

M. Mübarek Elhüseyni’nin “Çarşı Pazar Halleri”, Ali Sözer’in “Latifeler”, Cihat Ceylan’ın “Yakîn”, Sıtkı Çoban’ın “Kalp ürpertisi”, Mustafa Yıldız’ın “Nimeti hatırla!”, Dilaver Selvi’nin “10 Soruda tasavvuf nedir?”, Ahmet Kanter’in “Elçi”, Atilla Pamirli’nin “Bağ ve bağlanma”, İstemihan Özkul’un “Tarih neden unutturulur?” yazısı yer almaktadır. “Elçi” başlıklı yazının edebî üslûp bakımından çarpıcı ve etkileyici bir yazı olduğunu belirtmeliyim.

Recep YAZGANRecep YAZGAN