Analiz
Giriş Tarihi : 08-11-2018 11:42   Güncelleme : 08-11-2018 11:42

Olmak mı, görünmek mi?..

Artık her şey gözümüzün önünde oluyor, görmemenin imkânı yok! Artık her şey gözümüzün önünde oluyor

Olmak mı, görünmek mi?..

Artık her şey gözümüzün önünde oluyor; her şeyi görüyoruz…

Görmemenin” imkânı yok artık…

Artık her şeyi görüyor ve “göz yumuyoruz…” Başka türlü olmanın imkânı yok…

Görüyor ve görmemezlikten geliyoruz…

Biliyor ve bilmezlikten geliyoruz…

Tecahül-ü Ârif mi yapıyoruz? Hayır… Bunun hiçbir sanat tarafı da yok.

Lügat böyle diyor tecahül ârif için;

(Tecahülü Ârif (Bilmezlikten Gelme): Bir anlam inceliği yaratmak ya da nükte yapmak için, şairin, çok iyi bildiği bir şeyi bilmiyor görünerek söz söylemesi…)

Sanat yapmıyoruz; bir anlam inceliği yaratmak, bir nükte vurgusu yapmak değil bu.

Artık her şeyi görüyoruz;

Bir Mısırlı anne idama götürülürken çocuğuna son kez sarılıyor, onu hiç tanımasak, bilmesek de buradaki vahşeti ve zulmü görüyoruz; ne yapacağımızı da bilmez bir hâlde kalıyoruz öylece… Myanmar’daki vahşeti de, Suriye’deki zulmü de, Irak’daki kan gölünü de “görüyoruz…”

Artık her şey gözümüzün önünde oluyor; istesek de istemesek de görüyoruz…

Görmek ve bilmek; ağır sorumluluklar yüklüyor insanlığımıza, vicdanımıza… Ama o kadar çok şey “görüyor ve biliyoruz” ki, artık eziliyoruz bu kadar çok şeyi görmenin ve bilmenin sorumluluğu altında.

Gördüklerimiz karşısında, bazen insanlığımızdan utanıyoruz, bazen vicdanımız kanıyor, bazen psikolojimiz bozuluyor… İnsanlıktan çıkıyoruz, “görmenin” dehşeti karşısında; görmenin ve bir şey yapamamanın…

Artık “görmemenin” imkânı yok…

Kızına tecavüz eden babayı da görüyoruz, babasını doğrayan evladı da… Beş yaşındaki çocuğa tecavüz edip öldüren hayvanı da, kundaktaki bebekleri katleden “demokrasiyi” de görüyoruz, gözlerimizi kör eden yalanı da…

Gördüğümüz birçok şey hem içimizi hem dışımızı darmadağın ediyor.

“Gördüklerimiz” karşısında sağlam kalmak imkânsız…

Yaralanmamak, sakatlanmamak, hasar görmemek imkânsız… Yaralanıyor, sakatlanıyor, ağır hasar alıyoruz…

Sonra?..

Bir süre sonra, gördüğümüz şeyler bizi şaşırtmaz oluyor…

Daha “şok edici” görüntüler sokuluyor gözümüze bu defa!

“Şok edici” görüntüleri, başkalarını da şok etmek için paylaşmaya başlıyorlar bu defa sosyal medyada…

Gördüğümüzde havaya zıplamamız gereken hadiseleri gördüğümüzde, havaya zıplamıyor, alıyor o hadiseyi, “başkalarına göstermeye” davranıyoruz?

Niçin?...

Görmenin dayanılmaz ağırlığından kurtulmak için mi? Hayır! “Başkalarına göstermekte” bir bakıma, “kendini göstermek” te olduğu için! En iğrenç olanı bu sanıyorum!

Sonra?..

Sosyal medyada insafsız görüntüler paylaşarak “ağlamak”(!), “İslami ve insani bir mücadele”(!) oldu, oluyor artık… Görüyor ve kusuyoruz her defasında. Görmemek imkânsız o kadar şeyi...

-II-

Her adımda bir kere daha;

“Ne yapabiliriz?” diye sormaktan da yoruluyor insan…

Kalitesizlik… Seviyesizlik… Bayağılık…

Bu malûm kesimin en bariz vasfı oldu… Utanma yok! Yüzüne tükürsen yağmıyor yağıyor deyip geçiyor adam(!)…

Tek derdi kendi iğrençliğini maskelemek, podyuma çıkmaya hazırlanan manken duyarlılığı içinde “dava” kasan aşağılık bir tip türedi; görüyoruz…

Geçen gün bizim de sürekli üzerinde durduğumuz bir bayağılık-çürüme yozlaşma meselesini, sosyal medya üzerinden, -galiba- bizim bağlı olduğumuz dünya görüşünden apararak yazmış, ismi lazım değil biri… 

-III-

“Olmak” mı, “görünmek” mi?

İnsanı ve toplumu, insan ve toplum yapan bütün değerleri yok eden bir salgın hâlinde; “görünmek” telâşısarmış herkesi…

Kimsenin; “Olmak, ne olmak, nasıl olmak?” diye bir derdi kalmamış… “Sahici bir derdi…

“Görün” de nasıl görünürsen görün!

Evet, artık kimsenin “olma” diye bir derdi yok, herkesin tek hevesi “görünmek…

Bizim mahallenin “güzelleri”(!) en önde bu konuda maalesef;

Bir endam, bir kıvırma, bir poz… Aman aman!.. Görüyor ve kusuyoruz…

Şu ismi lazım değil dediğim adam; “Kendini sergileme arzusu” diyor…

Kendini sergileme arzusu?..

Niçin kendini “sergileme” arzusu duyuyorsun?..

“Görülmek” ve “beğenilmek”(!) istiyor…

Bunu, hiçbir gayesi, davası, meselesi, kimliği, aidiyeti olmayan insanların yapması nisbeten anlaşılabilir durum… Peki bir de, sanki bir “iddiası, davası, gayesi, ideolojisi, ahlâkı” varmış gibi yapanların durumunu nasıl açıklayacağız?

Bu çürüme ve yozlaşmayı; "İslâmi ve ahlâki ölçüler" ekseninde sorguladığınızda ortaya çıkan “görüntüyü” de görüyor ve kusuyoruz!

Artık herşey gözümüzün önünde, görmemenin imkânı yok

Derdin ne?..

“Beğenilmek”(!) istiyorsun… Tamam, hadi beğendik(!) Sonra? Daha paylaştığın(!) sözü anlamayacak bir seviyedesin, ama “beğenilmek”(!) istiyorsun, niye?. Bir fikri, bir düşünceyi, bir ideolojiyi, “resimli sözler” kıvamına indirgemeye utanmıyor musun? Nasıl bir mahlûksun, ne ara türedin, hangi iklimde yetiştin? Madem herşey bu kadar “basitti”, diğer insanlar niye çabaladılar, bedel ödediler, “olmaya” çabaladılar?

Hem öylesin, hem her türlü “sahici oluş çabasına” düşman veya uzaksın?..

Artık istesek de istemesek de herşeyi görüyoruz…

Tanımamız gerekmiyor… Bilmemiz gerekmiyor…

“Neyim, olan ne, olması gereken ne, ben kimim, o kim, toplum nerede, ben neredeyim, hangi değerlere göre ben neyim” muhasebesi yok! Buna dair herhangi bir işaret? O da yok!

Varsa yoksa sahnede ve kürsüde olmak istiyor, bilinmek, tanınmak, beğenilmek(!) istiyor. Bunu kadınlar instegramda yapıyorlarmış, anlaşılabilir bir durum, kadının bariz vasfıdır “beğenilmek isteği”, e senin her tarafın kıllı, -şöyle bakınca da insana benziyorsun- senin derdin ne, olmadığın mananın, anlamadığın cümlelerin, bilmediğin şeylerin arkasına gizlenip, böyle “bilinmek isteği”(!)ni nasıl açıklamamız gerekiyor. Sosyal medyaya yansıyan bu cehalet ve sefalet görüntüsünü görmemek imkânsız…

Bu zihniyet kalıbını, psikolojinin laboratuvarına alsak, ortaya nasıl bir manzara çıkar, ne ile karşılaşırız acaba? Hem yirmi dört saat göbek atıp, hem “ciddi adam”(!) havasında dolaşmaya utanmıyor musun?

-IV-

Kumandan’ın tâa 1980’li yıllarda, “Yaşamayı Deneme”de, bir “oluş ıstırabı” içinde kıvranırken söylediklerini hatırlıyorum;

“Düşünebiliyor musun? Olmak, ne olmak, nasıl olmak sorularının cevabı kendi kendimizden de gizli olsa, herkes olacağının tohumunu içinde barındıran bir telaş, heyecan, heves içinde. Şairi, oyun yazarı, romancısı, düşünürü, ve eylemcisiyle, kaynayan bir kazan. Bilgisi, yüreği, ve bileği yerinde «insanlar» topluluğu. Ben de onlardanım demenin gururunu duyacağımız, gıpta edilen ve öyle olmaya özenilen, en azından bir gurup.”

Sahici bir “insan” topluluğu…

Hani, nerde?

Kazancı Bedih'in -sanırım Fuzuli'den- söylediği gibi;

"Tükendi nakdi ömrüm / Dilde sermayem bir ah kaldı... (...)

Elimde bir keşkül, başımda bir külâh / O da bana sermaye kaldı..."

Dediği gibi...

Onca şeyden sonra, elde kala kala, "düşük tabiatlı" bir kaç maskara, "görünme" hevesiyle kudurmuş üç beş maymun kaldı!

Bu ne hâzin bir manzaradır?

Şükrü Sak

adminadmin