Kültür
Giriş Tarihi : 17-06-2018 15:00   Güncelleme : 17-06-2018 15:25

Ölüm İmparatorluğu - Rockefeller Ailesi

Ölüm İmparatorluğu - Rockefeller Ailesi

Evenjelist Protestan (Evanjelizm; Kitab-ı Mukaddese Yönelmek) görünümlü fakat gerçek kimliklerini koruyan Rockefeller Ailesi, Sefarad (İspanyol) Yahudi dönmesidir.

Şunu hemen bir not olarak ifade edelim ki; dünyanın hemen her tarafında Protestan, Katolik, Ortodoks vb. görünümlü olup, Havra ve Diaspora’da Yahudiliğini muhafaza eden binlerce Yahudi Dönme vardır. Bunlar ikamet ettikleri ülkede iktisadî kontrolden siyasî yönlendirmelere, ideolojik akımlardan felsefî doktrinlere, medyatik faaliyetlerden kültür ve sanat dünyasına, hattâ terör örgütlerinden kaçakçılığa kadar toplumu öyle veya böyle alâkadar eden bütün kurum ve teşkilâtlara; fikir ve hâdiselere yön ve şekil vermekte, dolayısıyla devletleri, işbirlikçileri vasıtasıyla sevk ve idare etmektedir…

Rockefeller Ailesi için; “Evanjelist Sabetaycı” denilebilir. Bilindiği üzere 1666’da İzmir’de Mesih olduğunu dünyaya ilân eden, daha sonra; “Reaya arasında huzur ve istikrarı bozmak ve Musevî halkı Âl-î Osman’a karşı isyana teşvik etmek” gibi suçlarla yargılandığı Osmanlı mahkemesinde, İbni Teymiyye perestişkârı Kadızadelerden Vani Efendi’nin ayartmasıyla; “ölüm!” yahut “din değiştirme” arasında bir tercih yapmaya zorlanan ve Müslüman (!) olan Sefarad Yahudisi Sabetay Sevi, Dönmelerin bir numaralı mihrak şahsiyetidir ki, Yahudilerin “Davud Yıldızı” âdeta O’nunla birlikte parlamıştır…

1839 senesinde Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) altı çocuklu fakir bir ailenin ikinci çocuğu olarak doğan Rockefeller, 1855 yılında baba Rockefeller’in “bir daha dönmemecesine terkettiği” ailesinin geçimini üzerine alır.

 Tam bir Yahudi zekâsıyle ticaret hayatına atılan ve Petrol şirketi “Standart Oil” ile zirve yapan Jonh Davıd Rockofeller, ticarî rekabetinin acımasızlığından mülhem olarak rakiplerinin hışmına uğramış; 1884 ve 1896 yıllarında suikasta mâruz kalmıştır. Hayatı boyunca nice badireler atlatan ve hırsı gemlenemeyen ve adım adım hedefini gerçekleştiren Rockefeller, 1937’de 98 yaşında öldüğünde, ailesine 912 milyon dolarlık bir servet bırakmıştır. Bu rakam günümüz ekonomik verilerine göre 189 milyar dolara tekâbül etmektedir…

Bugün ABD’de Petrol çıkarma, sevkiyat ve satış işlemlerinin % 85’i, “Standart Oil” ve diğer petrol şirketlerinin sahibi olan Rockofeller ailesinin tekelindedir. Dahası: Ortadoğu petrollerinin ise % 99’u yedi büyük Petrol şirketi tarafından kontrol edilmektedir. Bu şirketlerin 5’i Yahudi Rockefeller ailesine aittir. Geri kalan iki şirketten Shell’in sahibi Marcus Samuel ve “Royal Dutch”in sahibi William Detending de Yahudi’dir. Yâni bu Musevî tüccarlar, Petrol üreten ülkeleri dahi iliğine kadar sömürüyorlar. Petrol çıkarılan her ülkenin refah içerisinde olduğu varsayımı bir yanılgıdır. Meselâ Ekvator’un Amazon havzasında petrol çıkarılması 1960’ların sonunda başlamıştır. Lâkin 30 yıl içinde ülkenin resmi yoksulluk oranı % 50’den % 70’e, açık işsizlik % 15’den % 70’e, kamu borcu da 240 milyon dolardan 16 milyar dolara çıkmış ve ulusal bütçenin % 50’si borçlara tahsis edilmiştir…

Bolşevik İhtilâli’nin (1918) başarı ile sona ermesi ve Çar’ın idam edilmesinin ardından Komünist Devrimci yoldaşlarla ilk antlaşma imzalayan ve Hazar Petrollerinin çıkarılması için imtiyaz elde eden şirketin Rockefeller’in sahibi olduğu “Standart Oil” olduğunu da ifade edelim.

Demek ki; “Kahrolsun Emperyalizm” sloganıyla Devrim yapan Komünist Bolşevikler, ertesi gün kendilerini Kapitalizmin şefkatli kollarına teslim etmişlerdir. Nasıl etmesinler ki?

Zira Komünizm, Çin-Moskova patentli değil, Paris-Londra-Berlin patentli bir ideolojidir. New York’taki Musevî para oligargları tarafından güdülmektedir. Kapitalist Efendiye kafa tutan kölelerin, er veya geç Romalı Gladyatör Spartaküs’ün âkıbetine uğratılacağını, Yoldaş Troçki gayet iyi bilse gerektir… Bununla birlikte İkinci Dünya Savaşı öncesinde Nasyonal Sosyalist Hitler’e askerî gücünü artırması için yardımlarını esirgemeyen işadamının, İngiltere’de yaşayan Yahudi Rothshild ailesi olduğuna dair iddialar mevcuttur ki, şu sıralar İngiliz Kraliyet Ailesi ile Rothshild Hanedanlığı arasında bir gerginlik yaşandığı; bir iktidar mücadelesi yaşandığı mevzubahistir.

Musevî aileler, dünyayı bir ahtapot gibi kuşatmıştır. Hollanda Prensi bile Rockefeller Hanedanı ile ortaktır… “P2 skandalı”na karışan İtalya’nın en büyük bankalarından Bonca Nationale Del Lavoro’nun üyeleri, İsrail lobisinin en önde gelen isimleri Rothshild, Kissinger, Rockefeller ile derin ilişkiler içerisindedir.

Paris’teki İsrail Hamamlar Kurulu’nun malî sorumluluğunda olan Andre Mayer, P2’nin önemli ismi Sindona, Rockefeller ve Angelli arasındaki bağın kilit isimlerindendir.

Mayer, 60 kadar çok uluslu şirketin yönetim kurulunda yer alır. Rockefeller, Angelli’nin servetini yönetir. Müşterileri arasında Vatikan’ın 111 şirketine kadar çeşitli adları görebilirsiniz.

ABD’de büyük maden şirketlerinden tahıl arazilerine, savaş malzemelerinden zehirli ve kimyasal gaz üretimine, ilâç fabrikalarından kürtaj kliniklerine kadar birçok iş sahasında Bir Numara olan Rockefeller ailesinin kontrol ettiği paranın 5 trilyon dolar ile 15 trilyon dolar arasında olduğu tahmin edilmektedir.

Sadece New York’ta 1 trilyon dolarlık gayrimenkûlü olan Rockefeller ailesi, Kolombiya’da Magdelana Nehri kıyısında 1,5 milyon hektar araziyi satın almayı da ihmâl etmemiştir.

Dünyayı yönettiği iddia edilen 13 hanedanlıktan biri olan Rockefeller ailesi, diğer Musevî aile Rothschild ve Soros hanedanlığı ile de derin ilişkiler içerisindedir. Dünyayı iliklerine kadar sömüren 13 ailenin ilk üçü bu ailedir. Göründüğü kadarıyle, İngiliz Kraliyet Ailesini sadet dışı tutarsak “Bir Numara” bazen Rothschild, bazen Rockefeller Hanedanlığı denilebilir…

“Daha iyisi için, iyiden vazgeçebilmek gerçek başarının sırrıdır.” Ve “Ben, her zaman felâketleri fırsata dönüştürmeye çalışırım.” diyen Rockefeller şirketlerinin klasik büyüme taktiği; “rakibi zayıflat, teklif ver ve satın al” şeklinde formüle edilmiştir.

Ne garibtir ki, dünyanın ilk üç zengin ailesinden biri olan Rockefeller ailesinden bir tek isim, Forbes dergisinin açıkladığı “en zenginler” listesinde görülmez.

Mantıkla değil, sembollerle insanlığa tahakküm eden bu aile; “çoğunluğun elindeki gücü, azınlığın isteği doğrultusunda kullanmasını” gayet iyi bilmektedir.

Bu Aile için “başarının sırrı”, işte tam budur…

ROCKEFELLERİN SİYASİ BAĞLANTILARI

Siyonizm’in hedefi olan “Davud’un Krallığı” idealini gerçekleştirmeyi kendisine gaye edinen Rockefeller ailesinin siyasetin merkezinde yer alması 1921 yılında bizzat aile tarafından kurulan Council of Foreign Retati (CFR; Dış İlişkiler Komitesi) ile başlar.

Davıd Rockefeller, CFR’nin onursal başkanı olarak kabul edilir.

FBI, CIA, DIA, DEA ve başka istihbarat şeflerinin bu örgütün de elemanı olduğu ve CFR’nin ilkelerinin dışına çıkamadıkları iddia edilmektedir. Bu örgüt aynı zamanda Mossad ve M16 gibi istihbarat teşkilâtlarıyla de derin diyaloglarını sürdürmektedir.

İstihbarat teşkilâtlarıyla irtibat hâlinde olan CFR aynı zamanda dünyanın hemen her tarafında belli-başlı işadamları ile de irtibat hâlindedir. Meselâ Aydınlık gazetesindeki bir yazıda Rahmi Koç’un CFR’nin Türkiye temsilcisi olduğu ve örgütün Şubat 2001’de Koç Holding binasında Rahmi Koç’un ev sahipliğinde bir toplantı yaptığı ileri sürülmüştür. Hâkeza, Güler Sabancı ile Rockefeller’in aynı foto-flaşa gülümseyen gayet samimi pozları vardır. Yine, 12 Eylül Generali ve Cumhurbaşkanı Kenan Evren’in Amerika ziyaretinde Yahudi Lobisi ile görüşmesi vakidir ve bu lobinin organizatörünün CFR olduğu iddia edilmektedir.

Dahası, 1950’li yıllarda Rockefeller bursu ile Amerika’ya giden ve Harvard Üniversitesi’nde Henr Kissinger’in derslerine katılan Bülent Ecevit, Rockefeller bursu alan HDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş gibi nice siyasi, ülkelerinde âdeta bir CFR temsilcisi gibidir. Hâsılı, ister sağ kanattan ister sol kanattan olsun CFR ile ilişkisi bulunan her şahıs, zümre ve teşkilât, kendilerine tevdî edilen vazifeyi ifâ etmekle yükümlüdür. Meselâ; “Ortanın Solu” tâbirinin mûcidi Ecevit, sosyalist ve komünistleri, “kapitalizme entegre etmek!” vazifesini ifâ etmekte, Demirtaş ise, “Davud’un Krallığı” ilân edilmeden önce, Krallığa, Kuzeyden gelebilecek olan saldırıların önünde bir sed olması için kurdurulacak olan devleti kurmak-kurmaya çalışmakla vazifelidir. Sağ kanattan Fetullah Gülen ve İslâmoğlu, Kuytul ve Yıldız gibi şahıslar ise Müslümanların; “bir Hıristiyan gibi düşünmelerini” sağlamakla vazifelidir; bütün müslümanları “Batı medeniyetine entegre etmek”le vazifelidir.

Bu arada şu notu takdim etmekte fayda var ki; ABD’de Evanjelist Hıristiyanların inancı veya kehanetine göre; “Mesih-İsa yeryüzüne avdet etmeden evvel, bulutların üzerinde gözde müridleriyle bir müddet “vur patlasın-çal oynasın” havasında eyleşirken, vakit tamama erip, gökten süzülerek insanlığın huzurunda zuhur ettikten hemen sonra 124.000 Yahudi, İsa’nın Mesih’liğini kabul edecek; Hıristiyanlık Dini ile şereflenecektir. Diğerleri; İsa’yı kabul etmeyenler; Hıristiyan olmamakla direnenler ise helâk olacaktır!..”

Dolayısıyle Evanjelist Hıristiyanlara da, Siyonist Yahudilere de “hizmetin” şimdilik aynı anda ve bir arada yürütülmesinde herhangi bir beis yoktur…

Rockefeller ailesinin diğer belli-başlı diyalogları şu şekilde özetlenebilir:

Amerika’nın önemli stratejistlerinden Polanyalı Yahudi Zbigniew Brezinski Rockefeller’in kurduğu dev ekonomik lobinin, Trilateral Komisyonu’nda ilk başkanıdır. İsrail’in varlığını meşrulaştıran Camp David antlaşmasının mimarlarındandır… Nikon ve Ford dönemlerinde ulusal güvenlik danışmanı ve Dışişleri bakanı olan Kissinger, Alman Yahudisi’dir. Nazilerden kaçıp ABD’ye sığınmıştır. İkinci Dünya savaşında Amerikan Ordusunda istihbaratçı olarak görev yapmış, savaş sonrası askeri istihbarat okullarında ders vermiştir.

Bilderberg Grup: Hollanda’nın Osterbeek kentinde 1954 yılında Bilderberg Oteli’nde toplanıldığı için bu ad ile yâd edilen bu teşkilât David Rockefeller, Henry Kissinger, Giovanni Angelli, Giseard d’ Estaing, Lord Carrington, Brezinsgi gibi kalburüstü seçkin şahsiyetlerin sevk ve idaresi altındadır. Bu teşkilât; “Gümrük sınırlarının kaldırılması, Uluslararası Polis Teşkilâtı kurulması, Uluslararası Parlamento’nun kurulması” gibi hedefleri gerçekleştirmek için vardır.  Kısaca bu örgüt; “Yeni Dünya Düzeni”; Tek Din, Tek Vatandaşlık gaye ve idealine âmâdedir. Medya kuruluşlarına kapalı olan ve not alınmasına dahi müsaade edilmeyen katılımcıların, çok kısa süre konuşma yaptığı seminerler (!) “Beyin Fırtınası” şeklinde hülâsa edilir.

P2 Mason Locası: Yahudi Lobileriyle derin bağlantıları olan ve Vatikan’da Papa seçimlerine “Fesat karıştırmak” gibi haltların altında imzası olan P2 Mason Locası’nın Üstad-ı Âzam’ı, Licid Gelli’dir. Gelli, CIA’nın İtalya’da en güvendiği isimler arasındadır…

P2 Mason Locası Gelli’nin zirvede yer aldığı bir pramide benzetilmişti. Bununla birlikte Gelli’nin de üzerinde “ters döndürülmüş” bir pramid vardı. P2’nin 33. Dereceye yükselmiş masonlardan oluşan üst konseyi Monte Carlo Komitesi adı ile tanınmaktadır. ABD eski Dışişleri Bakanı Henry Kissinger’in bu komitenin seçkin simalarından birisi olduğunu hatırlarsak, dünyayı sömüren ahtapotun devasalığı âyan olur.

Hâsılı, Rockefeller ailesinin dünyadaki hemen her devlet ile öyle veya böyle diyalogu olduğu gibi, İlluminati ve diğer Mason Locaları, Yahova Şehitleri, Tapınak Şövalyeleri, Kuru Kafa ve Kemik Tarikatı, Ku Kluk Klan, Maon Tarikatı, Işık Rahipleri gibi Gizli, Ezoterik ve Yasadışı örgütler ve Mafya ile de derin diyalogları vardır.

Kendisini “Dünya Siyaset Adamı” olarak takdim eden Rockefeller, bu Ezoterik ve Yasadışı örgütlerle diyaloglarını saklamadığı gibi, -her ne kadar tafsilata girmese de- bunların büyük bir kısmının kendileri tarafından sevk ve idare edildiğini dahi söylemekten çekinmez…

AMERİKAYI KİM YÖNETİYOR

Başkan Roosevelt;  “Amerikan Devleti’nin gerçek sahibi (Federal Rezervi oluşturan özel) bankerlerdir.”

ABD’deki bu Musevî Bankerler, yeşil bir kâğıt parçası olan dolar üzerinde icra ettikleri Senyoraj ile hemen bütün insanların emeklerini sömürmektedir. (Senyoraj: Paranın üretim mâliyeti ile üzerindeki yazılı değer arasındaki fark.)

Başkan Kennedy’in babası ise; “Amerika’yı en fazla 50 kişi yönetiyor, belki bu sayı bile fazladır” demişti.

ABD’nin 32 Başkanı üst dereceli masondur. 1911’de New York’taki Holland Locası’nda tekris edilen Roosevelt, 32. dereceye 28 Şubat 1929’da Albany Locası’nda ulaştı. Roosevelt 1933’de “Üstad” oluşundan sonra, 1934’de bir başka önemli dereceye daha atlamış ve Tapınakçıların Büyük Üstadı Jacguesde Malay adına locaya kabul edilmişti.

Meşhur İngiliz politikacı, Rothschild’in yakın adamı Yahudi asıllı Benjamin Disraeli bir yakınına; “Görüyorsunuz ya, bütün dünya sahnede görünmeyen perde arkasındaki güçler tarafından yönetilmektedir” şeklinde yazmaktadır.

Başkan Roosevelt’in CFR üyesi ve Dışişleri Başkan Yardımcısı olan Edward Stettinius ise; “Filistin, Yahudilerin olacak ve içinde tek bir Arap bile kalmayacak…” şeklinde nutuk irad ediyordu.

İsrail’in eski Cumhurbaşkanı Ben Gurion 6 Şubat 1962 tarihli Look Magazin’deki demecinde; “Bütün dünya, merkezi Kudüs olarak yeni bir Birleşmiş Milletler’in Federatif bir üyesi hâline gelecek, bütün ordular feshedilecek ve böylece Yeni Dünya Düzeni gerçekleşecektir” diyordu.

17 Şubat 1959’da ABD senatosunda konuşan Siyonist James Warburg; “Sevseniz de, sevmeseniz de, zorla veya antlaşma yoluyla, ama mutlaka bir Dünya Devleti’ne kavuşacağız” diyordu.

Daha neler ve kimler ki, insanlığın hâfızasını iğdiş eden, toplumları ve devletleri iliklerine kadar sömüren, mânevî duygularını iğfal eden bu melânet teşkilât, elbette kendisini gösterdiği yahut kendilerini gören cephelerden de bir hayli tepki topluyordu. Bunlardan bir tanesi de bir Cizvit Papazı idi.

27 Ocak 1965 tarihli UPI haberine göre Latin Kilisesi Cizvit Tarikatı Başpapazı Peder Petro Arrupe, kilise kurultayında; “Masonluk denen tanrısız teşkilâtlar eliyle dünya hâkimiyetini amaçlayan Siyonistler çok ince bir strateji tâkip ederek; finans kurumlarından kitle iletişim araçlarına, uluslararası kuruluşlardan din adamlarına, maalesef neredeyse tam bir hâkimiyet oluşturmuşlardır. Komünizm de, kapitalizm gibi bu şeytani komplonun bir koludur ve Moskova-Pekin çıkışlı değil, merkezi Paris, Londra ve New York’ta bulunan malûm ve mel’un güçlerin bir uzantısıdır” şeklindeki ifadelerle bütün dünyayı bu ahtapota karşı uyarıyordu…

ABD, dolayısıyla dünya, Rockefeller, Rothschild, Soros hanedanlıkları ve Brezinski ve Kissinger gibi Yahudi şahsiyetlerin sevk ve idaresinde olan İlluminatici Mason Locaları tarafından yönetilmektedir. Bu gizli veya perde arkası yönetim; “Kontrollü krizler” kullanılarak sağlanmaktadır. Temel Stratejileri, Topyekûn Savaş değil; “Sınırlı Savaş Teorisi” ve “Dolaylı Saldırı” şeklindedir. Zira Kissinger’e göre; “topyekûn savaş, ABD için, dolayısıyle Kapitalizm için intihar” olur…

David Rockefeller’in kimlik kartında kendisini, “ABD Vatandaşı” olarak değil; “Dünya Devlet Adamı” olarak ilân etmesi de, ABD’nin kimler tarafından yönetildiğine dair bir argüman olsa gerektir.

ABD, Evanjelist Hıristiyanlar ve onlarla iç içe olan Yahudi Lobisi ve Musevî Bankerler tarafından yönetilmektedir ki, bunların gaye ve önerilerinin karşısında olanlar ABD Devlet Başkanı dahi olsa, hayati güvenceleri yoktur. Her daim bir suikasta uğramaları kaçınılmazdır.

Suikast ile Öldürülen ABD Devlet Başkanları:

1-Abraham Lincoln: 14 Nisan 1865’de John Wilkes Booth’un kurşunlarına hedef oldu. Ertesi gün öldü…

2-James Garfield: 2 Temmuz 1881’de saldırıya uğradı. 19 Eylül’de öldü.

3-William Mckinley; 6 Eylül 1901’de Buffalo’da kurşunlandı ve 14 Eylül’de öldü.

4-John Kennedy: 22 Kasım 1963’te Dallas’ta makam arabasında öldürüldü. Yanındaki Texas Valisi John Connaly de yaralandı.

Suikast Girişiminden Kurtulan ABD Devlet Başkanları:

1-Theodore Roosevelt: Beyaz Saray’da görev yaptıktan sonra, 14 Ekim 1912’de bir kampanya sırasında kurşunlandı, ama ölmedi.

2-Franklin Roosevelt: Miami’de 15 Şubat 1933’te uğradığı saldırıdan yara almadan kurtuldu. Olayda saldırgan Giuseppe Zangara’nın kurşunlarına hedef olan Chicago Belediye Başkanı Anton Cermak öldü.

3-Harry Truman: 1 Kasım 1950’de iki Porto Riko milliyetçisinin saldırısından yara almadan kurtuldu.

4-Gerald Ford: 5 Eylül 1975’de ve 22 Eylül 1975’de iki kez suikast girişimine uğradı. İki olayda da saldırganlar kadındı.

5-Ronald Reagan: 30 Mart 1981’de Washington’daki bir otelin girişinde aktrist Jodie Foster’a aşkını kanıtlamak isteyen John Hinckley’nin kurşunlarına hedef oldu. Yaralandı ve uzun bir süre hastanede kaldı.

Şimdi “Sıra Trump da!” denilmesinin bir “Komplo Teorisi” olduğu iddia edilebilir mi? Elbette bunu zaman gösterecek. Lâkin tarihi tekerrür çerçevesinde ihtimâl o ki, Trump ya Regaan gibi bunların isteklerini reddetmeyip “Uzlaşma” (!) tekliflerine açık olacak veya suikasta uğrayacak.

Trump’un bunlara, unutamayacakları bir darbe indirmesi de mümkün…

DAVID ROCKEFELLER’İN İTİRAFLARINDAN BAZILARI

“Türkiye’ye Adnan Menderes zamanında “Marshall Yardımı” ile el attık.

1980 Darbesi bizim isteklerimiz doğrultusunda yapıldı.

Binlerce Türk genci uydurma ideolojiler uğrunda can verdi.

Özal isteklerimiz doğrultusunda kapıları sonuna kadar açtı.

İsrail Devleti Rothschild ailesinin cömert malî desteği ile kuruldu…

Türkiye’de para itibar gördü. Arkadaş, dost, aile gibi kavramlar unutuldu.

Kürt Devleti Projesi’ni hayata geçirmek için önce örgüt yarattık.

Türkiye bizim için çok önemli. Su kaynaklarının önemli bir kısmı burada…

Türklere köklerini unutturduk.

Türkler medeniyetin beşiğidir ve kökenleri Sümerlere kadar dayanır.

Medeniyetin beşiği olarak Türkleri kabul edemezdik. Bu mirasa el koymalıydık.

Osmanlı’yı yıkmak zor olmadı.

Atatürk adında bir lider ortaya çıkarak plânlarımızı bir süreliğine erteledik.

Hitler, bizim tarafımızdan getirildi. Çünkü buradaki Yahudiler İsrail devletini kurmaya yardımcı olmadılar.

Atom bombası Yahudilerin yaşadığı Almanya’ya atılamazdı. Bu nedenle Japonlar kışkırtıldı.

Sovyetler Birliği’ne yeteri kadar ülke tahsis edilmiş, malî destek verilmişti.

Çin henüz kontrol edemediğimiz bir ülke ama ABD ekonomisine katkısı büyük.

Vietnam, Kore, Kamboçya, Tayland, Endonezya, Afganistan, İran, Irak ve Yugoslavya savaş endüstrisinin deneme ve gelişmesine yaradı.

Zaire, Çad, Yemen, Guatemala, Şili, Brezilya, Dominik, Somali, Panama, el-Salvador, Bolivya, Ekvator, Peru, Uruguay, Angola’daki savaşlar ve darbeler bizim plânlarımızdı.

Bütün ülke yönetimlerini kontrol altında tutuyoruz. Aksi hâlde terör olaylarını devreye sokuyoruz.

Dünyada hiçbir yerde Mafya ve kaçakçılık olayları bizim iznimiz olmadan yapılamaz.

Neden Kuzey Amerika ve Batı Avrupa varlıklı bir yaşam sürer. Dünyadaki 5 milyar insan bizim 1 milyar insanımız için çalışır?”

İnsanların çiplenmesi gerektiğine dair kısa bir iktibas:

Auronrus adlı bir ABD’li, “1970 yılında Nick Rockefeller, küresel merkez sermayesinin toplumun iplerini rahat bir şekilde elinde tutabilmesi için herkesin çiplenmesi gerektiğini iddia etti” diyor. Su püskürterek bile yerleştirebilirsiniz mikroçipleri ya da gökyüzünden atabilirsiniz. [2]

TABİÎ VE BİYOLOJİK SOYKIRIM

Rockefeller’in “Ölüm İmparatorluğu”nun temel stratejisi sadece “Kontrollü Kriz, Sınırlı Savaş ve Dolaylı Saldırı” değildir. “Tabii ve Biyolojik Soykırım” plân ve projeleri de bu KATİL aile tarafından yapılmakta-yaptırılmakta ve icra edilmektedir.

Buna dair anekdotları kısaca şöyle takdim edebiliriz:

Rockefeller ailesine bağlı siyasî bir analist olan Dr. John Coloment enternasyonalsilerin Global 2000 Raporu’nun; tıbbî soykırım, kürtaj, doğum kontrolü hapları, kürtaj klinikleri, ötenazi, intihar, homoseksüellik, sivil halklara karşı bakteri savaşları ve savaş yollarıyle 2030 yılına kadar dünya üzerinde 2 milyar kişinin yok edilmesi ve nüfusta sıfır büyüme oranının yakalanması çağrısında bulunur…

Agent Orange; tarım ilacı ve yaprak dökücü: Vietnam’da Dışişleri bakanlığına göre 4,8 milyon Vietnamlı Agent Orange’a mâruz kaldı. 400 bin kişi öldü, 500 bin çocuk sakat doğdu, düşük oranları arttı…

İnsanların biyolojik dengelerini, dolayısıyla mânevî tavır ve düşüncelerini GDO’lu ürünler vasıtasıyla tahrip etmek veya başkalaştırmak da bu “Katil Aile”nin plân, proje ve icraatları dahilindedir. Dünya Biyo Teknoloji devi olan Monsanto adlı şirket, GDO konusunda dünyada bir numaradır ve bu KATİL Aile tarafından işletilmektedir. Bu şirketin girdiği her ülkede on binlerce çiftçi bunalım geçirmektedir. Meselâ Hindistan’da Monsanto’nun girişinin ardından geçen 16 yılda 250 binden fazla çiftçinin intihar ettiği iddia edilir… [3]

Bütün dünyada başta devlet adamları olmak üzere, çiftçiler, üreticiler, seracılar, köylüler kısaca gıda ile beslenmekten başka bir seçeneği olmayan bütün insanlık GDO tehdidi ile karşı karşıyadır.

Ziyadesiyle “Bu Ülke”de; “bid’at ve hurafe!” mangalında kül bırakmayan Din Adamları denilen zümreler GDO hakkında cemiyeti uyarmalıdır. Ki Hıristiyan dünyada; 14 Nisan 2006’da Roma Katolik kilisesinin en yüksek otoritesi Alman kökenli Papa 16. Benedict, Genetikçileri; “Tanrı olmadan, Tanrı’nın yerini almaya çalışmak riskli, tehlikeli ve delice bir cürettir” şeklinde kınamıştır. Ayrıca; “Aileyi ortadan kaldırmayı hedeflemiş şeytani bir gurur” olan “anti-genesis”den (Yaratılış Karşıtlığı)” bahseden Benedict, genetik bilimcileri, “Tanrı olmaya oynamakla” suçlamıştır.

Bu “Ölüm İmparatorluğu”, bir taraftan bütün insanlığı GDO ürünlerle beslenmeye mahkûm ederken diğer taraftan da tabiî ve genetiği bozulmamış tohumları da muhafaza etmektedir. Bunun için Norveç’in kuzeyindeki Spitsbergen adasında “Svalbord Tohum Deposu” adı verilen ambarı, Mart 2008 itibariyle resmen faaliyete başlatmışlardır.

Donmuş bir dağın 1300 metre altına inşa edilen ambarda şu anda dünyanın dört bir yanından yaklaşık 3 milyon farklı tohum özel ambalajlarda saklanıyor. Kuzey Kutbuna 1100 km. uzaklıkta olan buzdağı ambarında bazı dayanıklı tohumlar 1000 yıl kadar bozulmadan kalabilecek.

Iraklılar kıymetli tohumları Abu Gharib şehrindeki bir tohum bankasında saklıyorlardı. İşgal sırasında çeşitli bombardımanlara mâruz kalan bu tarihî ve paha biçilmez tohum bankası yok oldu.

Tarih 31 Ekim 2006. Ak Parti tarihinin en büyük günahını işledi; “Tohumculuk Yasası”nı çıkarttı. Böylece Türk köylüsü ürettiği tohum üzerindeki tüm hakkını kaybetti…

Tarhana Osman adıyla meşhur Osman Nuri Koçtürk, süt tozu içerisinde kanser yapabilen aflotoksin mantarını ortaya çıkardı ve yıllar sonra yasaklanmasını sağladı… Suikasta uğradı. Konya’da uğradığı suikasttan yara almadan kurtuldu. İkinci isyanı ABD’nin dayattığı Soya’ya oldu. Çünkü ABD süt tozunda olduğu gibi yine “yardım” adı altında Türkiye’ye çok ucuza Soya yağı satınca yerli tereyağı, zeytinyağı pazarı zarara uğradı. Bu arada sürekli halka tarhana yemeyi öğütlediği için adı, “Tarhana Osman”a çıktı… Üçüncü isyanı, Meksika’nın Sonora bölgesinde yetişen hibrit tohumlu Sonora buğdayının Türkiye’ye getirilmesi oldu. Kendi ülkesinde profesör olması bile engellenen bu değerli insan 1994 yılında öldü.

LABORATUVAR ORTAMINDA VİRÜS ÜRETME

Bu faaliyete dair olarak Ali Kuzu’nun “Ölüm İmparatorluğu” adlı eserinden anekdotları kısaca takdim edelim:

1925 İngiltere Winson Churchil: “İnsanlar ve hayvanlar üzerinde bilinçli olarak kullanılabilecek salgın hastalıkları, mahsulleri yok edecek bakterileri, at ve sığırları öldürecek şarbonu sistemli bir şekilde üretebilen bir hükümete ihtiyaç duyulduğu”nu yazdı.

Falanca diş macunun ana bileşenlerinden biri olan florid bir zamanlar fare zehiri olarak kullanılıyordu. Bugün AIDS’ın bir labaratuar çalışmasının ürünü olduğu ortaya çıktı. Bu hususta suçlanan ülke ise ABD’dir…

Son yıllarda sözde Afrika’daki maymunlardan yayıldığı iddia edilen AIDS, Ebola gibi virüsler, Sars hastalığı ve Grip salgınlarının yüzlerce çeşidinin hep araştırma laboratuarlarında üretildiğini hiçbir zaman unutmayalım.

Bugüne kadar dünyada 30 milyon kişinin HIV adlı AIDS virüsüyle enjekte edildiği tahmin ediliyor, ölen insanların sayısı ise tahmin edilemiyor.

Öte yandan Çin’de düşen bir uçakta ölen CIA ajanının çantasından ölümcül bir virüs çıktı. Bu virüs şu ana kadar 9 bin kişiyi öldürdü.

Ölümcül keneleri Türkiye’ye kim saldı? Virüs, dış ortamda dayanıksızdır. Konak dışında uzun süre yaşayamaz. 56 derecede 30 dakikada inaktive olur. Ultraviyole ile hızla ölür. Kanda 40 derecede 10 gün yaşar. Türkiye’de görülen türler Güney-Batı Rusya ve Kosova türleri ile yakın genetik benzerlik göstermektedir.  Türkiye’de yüzlerce yıldır kene yaşıyor ve 2000 yılına kadar da hiç kimse ölmedi…

10-20 tavuktan oluşan küçük tavuk çiftlikleri Kuş Gribi histerisinde hedef olarak gösterildi… Tavukçuluk devleri satın alındı.

TIP ALETLERİ VE İLAÇ ENDÜSTRİSİ

Bu faaliyete dair olarak Ali Kuzu’nun “Ölüm İmparatorluğu” adlı eserinden anekdotları kısaca takdim edelim:

Tıp Doktoru Hardin Hames 1969 yılında Amerikan Kanser Derneği’ne şöyle seslendi: “Tedavi edilmemiş kanser vakalarının yaşam belirtisi, (Rockefeller’in onayladığı Kemoterapi, cerrahi ve radyasyonla) tedavi edilenlerden daha yüksektir.”

Tomografi hiroşima gibi: Vücudun mâruz kaldığı radyasyon Hiroşima’da atom bombasından kurtulan kişilerdeki kadar, normal röntgenden onlarca kat fazla radyasyon verilmesine neden olan tomografi çekimlerine İngiliz Sağlık Bakanlığı’ndan yasak geldi. Tomografiye giren sağlıklı 50 kişiden birinin mâruz kaldığı radyasyon nedeniyle çekim sonrasında kansere yakalandığı belirtildi.  1 Tomografi 442 Röntgene bedel.

Tıp Doktoru Stuart Berger: “Modern tıp bilimsel değildir. Siyasî olarak güdümlenmiş bu tıp soykırımdır ve şarlatanlıklarla doludur. Çünkü Rockefeller ve ilaç endüstrisine sahip olan ve denetleyen diğer uluslararası haydutlar, aynı zamanda ABD ve dünya çapındaki tüm tıbbî ve bilimsel araştırmaları da kontrol etmektedir.”

Martin Kheel, “Townsend Letter fo Doctor”da (1992), ABD Gıda ve İlaç İdaresi FDA verilerini temel alarak, ABD’de 1,5 milyon kişinin 1978 yılında reçeteli ilaç alımı sonunda hastanelik olduğunu belirtmektedir. Ve hastaneye kaldırılan hastaların % 30 kadarı kendilerine uygulanan terapi sonucunda daha büyük bir hasar görmektedir. Kheel bu noktada şöyle der: “İlaç alarak öldürülen insan sayısının her sene 5 milyon civarında olduğu tahmin edilmektedir…”

Tıp uzmanlarına göre, 6 milyon kadar gereksiz ameliyat için, 123 bin kadar Amerikalı, her sene gereksinim duymadıkları bir operasyon sonucu ölüyor.

Rockefeller’in başlattığı ve finanse ettiği kürtaj klinikleri Koevs Wade gibi şeytani bir karardan beri 90 milyonun üzerinde doğmamış masum bebeğin ölüm fermanını imzaladı.

Stalin, Rockefeller, Rothschild’in ve diğer uluslararası bankerlerin ajanıydı. Bu uluslararası komünistlerin, geçen 100 yıl içerisinde 300 milyonu aşkın insanı öldürdüğü tahmin ediliyor. Buna ek olarak tıbbî soykırımları sonucunda geçen 80 yıl boyunca 95 milyon kişinin ölümüne neden oldular.

Belirli bir aşının aslında etkili koruma sunma şansı % 35 ve % 90 arasında değişir ve bu koruma kısa zamanda sona erer.

Prof Dr. A. Rasim Küçükusta: “Domuz gribi ağır bir hastalık değildir. Belirtileri diğer grip türlerine göre daha hafiftir. Hastaların ateş düşene kadar evde ıstırahat etmeleri yeterlidir. Hastalık kendiliğinden geçer.” 

Bonzai, Türkiye’deki ölümlerle ve aklın kaybedilmesiyle gündeme geldiği gibi, dünyayı yöneten 13 seçkin İlluminati Ailesi’nin ve onların emrindeki uyuşturucu baronlarının yeni silahıdır.

GAYE AŞAĞI IRKLARI YOK ETMEK

“Ölüm İmparatorluğu” eserinden aynen takdim edelim:

Darwin, insan ırklarının bazılarının, örneğin Avrupa ırklarının evrim sürecinde diğer ırklara göre daha ileri olduğunu öne sürmüştü. Bu ileri ırklar dışında kalanlar ise ona göre yarı maymun ilkel canlılardır. Diğer bir deyişle bazı ırklar evrimde çok ileri gitmişken, bazıları hâlâ ilk ataları olan maymunlara yakın bir seviyededirler.

Darwin: “Yakın bir gelecekte, medenî insan ırkları, vahşi ırkları tamamen yeryüzünden silecekler ve onların yerine geçeceklerdir.”

Darwin 1881 yılında W. Graham adında bir bilim adamına yazdığı mektupta teorisinin ispatı olarak Türk milletini örnek veriyordu. Darwin’in bu hezeyanına göre, “Türk milleti yakın bir gelecekte tarihe karışacak olan geri milletler arasında” yer almaktaydı.

Darwin: “Avrupa ırkları olarak bilinen medenî ırklar, hayat mücadelesinde Türk barbarlığına karşı galip gelmişlerdir. Dünyanın çok da uzak olmayan geleceğine baktığımda, bu tür aşağı ırkların çoğunun, medenîleşmiş yüksek ırklar tarafından elimine-yok edileceğini görüyorum.”

Powhatus yerli kabilesinin nüfusu 1600 yıllarında 50 bin iken, İngilizlerin hastalık yayarak yerlileri soykırıma uğratmaları sonucunda 1607 yılında Powhatuslardan geriye ancak 5 bin kişi hayatta kalmıştı.

Ottawa’da İngilizler, kendilerine karşı çıkan bölgedeki Delawera ve Shawnee yerlilerini katletmek için biyolojik silah olan çiçek hastalığını, çiçek hastalığı mikrobu taşıyan battaniyeleri yerlilere dağıtarak yaydılar… Delawera, Shawnee ve diğer Ohio Irmağı kenarında yaşayan yerli halklardan 100 kişi hastalık yoluyla katledildi.

İsviçre’nin Basel şehrinde Yahudilerin canlı canlı ateşe atılarak yakıldığını tarihler yazar. Strazburg’da 2 bini Maizn’de 12 bin, Bürüksel’de 600 olmak üzere Avrupa’da 15 binden fazla Yahudi, Karahumma’nın müsebbibi olarak soykırıma uğrar.

Bazı siyaset stratejistleri ve bilim insanlarına göre İsrail, Ortadoğu merkezli küresel savaşı klasik ve nükleer silahlardan genetik ve biyo-teknolojik silahlara kaydırmak istiyor. Nitekim biyolojik silah mâliyeti oldukça düşüktür. 1969’da Birleşmiş Milletler verilerine göre 1 km. alanda konvansiyonel silah kullanımı 2000 dolar, nükleer silah kullanımı 800 dolar, kimyasal silah kullanımı 600 dolar, biyolojik silah kullanımı ise 1 dolar maliyet yetmektedir.  Hollandalı uzmanlar H5N1 olarak bilinen Kuş Gribi virüsündeki 5 genin mutasyona uğraması hâlinde hava yoluyla insandan insana geçerek öldürücü bir salgına dönüşeceğini ortaya çıkardı.

ABD’li doktor Davıd Fedson, dünyayı yakın gelecekte bir grip salgınının beklediğini ifade etti. Fedson, salgının Kuş Gribi virüsünden (H5) kaynaklanması durumunda dünya genelinde 1 ile 2 milyar arasında insanın ölebileceği uyarısında bulundu.

Avrupa Konseyi Sağlık Birimi Şefi Wolfgand Wogard, Domuz Gribi salgınının dünya çapındaki panikten faydalanmak isteyen ilaç firmalarının başlattığı “sahte bir salgın” olduğunu söyledi.

Kuş Gribi dünyaya 2,2 trilyon dolara mâl oldu. Domuz Gribi’nin ise 4,2 trilyon dolara mâl olacağı hesaplanıyor.

Rusya basınında açıklamada bulunan Politolog Sergey Markelov önemli iddialarda bulundu. Markelov, gribin Rockefeller’in Meksika ormanlarındaki laboratuarlarında geliştirildiğini ve krize karşı kullanıldığını iddia etti.

Fillandiya eski Sağlık Müdürü Dr. Rauni Kilde; “Bu aşı ile mümkün olduğunda dünya nüfusunun çoğu öldürülmek isteniyor” dedi. Bu düşüncenin eski ABD bakanlarından Henry Kissinger’e ait olduğunu söyleyen Kilde, 14-15 Mayıs 2009 tarihinde yapılan Bilderberg toplantısında bu kararın alındığını belirtti.

Dr. Kilde bir televizyona yaptığı açıklamada, “ABD, hiçbir maddi kayıp yaşamadan, hattâ milyarlarca dolar kazanarak dünya nüfusunu üçte iki oranında azaltmayı hedeflemektedir” diye konuştu.

Biyolojik ve kimyasal silahlar sadece tek bir ırkı etkileyebilecek duruma getirilmiştir.

Almanya’da yayımlanan Der Spiegel dergisinin Nisan 2004 sayısında yer alan bir yazıya göre bu durum geçmişte de yapılan “Irka, etnik kökene göre tıp” tartışmalarını alevlendirmektedir.

Sonuç olarak maksada göre Genetik ve Biyomühendislik hem Mesih, hem Deccal.

“Uygun Adım” senaryosuna göre, dünya H1N1 virüsünden daha beter bir virüs ile karşı karşıyadır. Vahşi kazlardan bulaşan virüs, en hazırlıklı ülkeleri bile dize getirir. Alınan hiçbir tedbir, virüsün yayılmasını engelleyemez.

Havalimanları ve diğer kurumsal alanlarda MRI cihazları bulundurulacak. Bu cihazlar sayesinde kalabalık içerisinde “anormal davranışlı” kişiler kolayca tesbit edilebilecek”.

2003 yılında “gelişmiş” veya “gelişen uluslar” kavramı anlamsız hâle gelecek. Kezâ ortada ulus falan kalmayacak. [4]

Hâsılı Rockefeller Ailesi ve beslemeleri, hukuk veya başka meşru bir yolla hâlledemedikleri işlerini gayr-i insanî yöntemlerle hâlletmekten çekinmez. Buna dair bir misâl ile mevzuyu noktalayalım:

Rockefeller’in Colorada Fuel Iron Company’sının bölgedeki yönecisisi Lament Bowers; “Sendika örgüt üyeleri hapishaneye, reformdan yana çıkan sanayiciler de tımarhaneye atılırla sorun kalmaz.”

********

Bu yazı, Ali Kuzu, Rockefeller Ailesi – Ölüm İmparatorluğu, 3. Basım, Kariyer Yayınları, İstanbul 2015) adlı eserden hülâsa edilerek tahlil ve mülâhaza edilmiştir.

2  Ramazan Kurtoğlu- Cansu Canan Özgen, Küresel Düzenin Şifreleri, Asi Kitab Yayınları, s. 99.

3 “Bir canlıda genetik özelliklerin insan eliyle ve laboratuar ortamında kopyalanarak başka bir canlıya aktarılmasıyla elde edilen ürüne GDO denir. Veya başka bir ifadeyle GDO; “Kendi türü dışındaki bir canlıdan gen aktarılarak bazı özellikleri değiştirilen bitki, hayvan ya da mikro organizma”dır.

4 Ali Kuzu, Rockefeller Ailesi – Ölüm İmparatorluğu, 3. Basım, Kariyer Yayınları, İstanbul 2015

Kaynak: Akademyadergisi.com

adminadmin