Kültür
Giriş Tarihi : 19-03-2017 17:00   Güncelleme : 19-03-2017 17:00

Ölümden Önceki Hayat

Hayatta kötülüğün her zaman karşımıza çıkabileceği bilgisini hatırda tutarak mı yaşamalıyız, yoksa geleceğin içinde hep bir umudun çiçeklendiği temennisiyle mi? Bir yanda, ‘kendin için iyi olanı yeterince güçlü bir biçimde çağırırsan gelecektir’ diyen Secret tarzı sığ kitaplar, beri yanda ‘ölüm, karmaşa ve kötülük hayatın her anında seni bulabilir, o halde hazırlıklı ol’ diyen Seneca öğüdü. Hangi yolda ilerleyeceğiz?

Ölümden Önceki Hayat

Birçok genç dünyayı artık bütün varlıklarıyla değil sadece gözleriyle tanıyor. Göz uygarlığında çoğumuz önümüzdeki ekranların tutsağıyız.  Zaman ilerlemiyor. Anın komutası ve ivedi olanın sultası altında, olduğu yerde deviniyor zaman. Hemen şimdinin baskısı zamanı ve emeği sıkıştırıyor, para çabucacık geri dönsün isteniyor. Her boş arsa, kuşların cıvıldadığı bir küçük ormanı değil parayı misliyle geri döndürecek bir gökdeleni hak ediyor artık. Hayatın anlamını ve evin sıcaklığını saklayan sokaklara açılmıyor yolumuz, aylaklığa zaman yok, ruhumuzu ‘geniş ve lakayd’ bir zamanın içinde iyileştirmeye takat yetiremiyoruz. Ruhu dinlendiren ve iyileştiren molalar nerede? Durup demlenebilmek, kendine ve insana bakabilmek, ‘bugün ben ne yaptım, başıma ne geldi?’ sorularını sorabilmek vaktin nakit olduğu bir çağda pek zor.

Bu çağ hakkında yazan kimi yazarlar ruhun en karanlık gecesini dile getirdiler. Olumsuz kehanetlerin pek çoğu gerçekleşmedi. Zira karanlığı haber verenler, bazen ışığı yakmaya üşenenlerin ta kendisidir. ‘Karanlığa küfredeceğine, bir mum da sen yak’ diyen bilge tavsiyesi, bu yüzden çok anlamlı. Kişisel gelişim kitaplarına göz attığınızda, dünyaya tozpembe bir iyimserlikle bakmamızı önerenler çoğunlukta, ancak karamsarlığın faziletlerini sayanlar da yok değil. Karamsarların, kendilerini bir çaresizlik ve iradesizlik bataklığına sürüklemedikleri sürece, gelecek tehlikeleri daha iyi öngörebildiğini söyleyen uzmanlar var. Körü körüne iyimserlikle, felç edici karamsarlık arasında acaba bir orta yol bulabilir miyiz?

Sığ iyimserlik bir tür manevi astigmatizmle bizi gerçeğe karşı körleştiriyor ve gerçekleri olduğu gibi algılamamızın önüne perde oluyorsa, onun yararından söz edemeyiz. Bugün bazı araştırma bulguları, hafif çökkünlüğü olan insanların gerçekliği daha yerli yerinde algıladığını gösteriyor. Çökkün hastanın gerçekliği olumsuz yöne eğip büken yaklaşımını bir kenara koyarsak, pek çoğumuz gündelik hayatı kendi hakkımızda beslediğimiz olumlu kanaatlerle sürdürüyoruz. Kendimizi olduğumuzdan daha zeki, daha yeterli, daha yakışıklı veya güzel algılıyoruz. Hayatı tozpembe görmek, yaşadıklarımızı sığlaştırıyor ve bizi gerçeklikten uzaklaştırıyor. Olayları ve şeyleri olabildiğince berrak ve yalın bir halde görebilsek, acaba daha doğru eylemlerde bulunabilir miyiz?  Gözlerimizi kapatıp iyi dilekte bulunmak yerine, neyin yanlış gidebileceğini hesap ederek harekete geçsek, daha iyi olmaz mıydı?

En güzel bir şekilde yaşanmış bir hayat bile yaşlılık ve ölümden kaçamadığına göre, ıstırabın bir gün bizim de yolumuza çıkacağının bilgisiyle yaşamak, insanı olgunlaştırır. Hikem-i Ataiyye’de söylendiği gibi : ‘Vermemesinin seni üzmesi, Allah’ın bununla muradını anlamadığındandır’ veya ‘Vermediğinin hikmetini anlama kapısını sana açmışsa, esirgemesi, vermenin ta kendisi olur’. Gözümüzü yumup hayallere dalmak yerine gözümüzü hayata açmak tercihe şayandır. Gerçeğe bak ama onunla yetinme, onun da ötesini gör. Ölümden önceki hayata hazırlan. Kötü şeyler olabilir ama hayat hâlâ şükran duyacağımız nimetlerle doludur, öleceğiz ama hayat bize bağışlanmış bir büyük armağandır. Yeter ki dünyaya hayret gözleriyle bakmayı bilelim. O zaman en sıradan şeylerde bile bir harikuladelik olduğunu fark edeceğiz. Akşam bir kaza belaya uğramadan eve dönüp çocuğumuzun başını okşayabilmek mesela, nasıl da şükredilesi bir şeydir. Kötü şeyler olabilir hayatta ama o kadar da aciz değiliz ve mukavemet edebiliriz. Hangi şartlar altında olursak olalım yapabileceğimizin en iyisini yapmak için gayret gösterebiliriz. Hayat kırılgandır ama sahip olduklarımız şükran duymamız için yeter de artar bile. Bir nefesi layığınca içimize alıp dışarı verebilmek bile içimizi şükran ve takdir hissiyle doldurabilir.

Gerçekçi iyimserlik, karşılaştığımız sorunlarla ilgili olumsuz bilgileri dikkate almak, ancak burada takılıp kalmamaktır. Gerçekçi iyimser, çözemeyeceğini anladığı sorunların bataklığında debelenmez ve çözebileceklerine dikkatini yöneltir. Bu yönüyle de körü körüne iyimserlikten ayrılır, zira gerçeği dikkate almayan bir iyimserlik, kolaylıkla insanın kendini kandırmasına dönüşebilir. Zaten pek çoğumuz aslında olduğumuzdan daha iyi sürücüler olduğumuzu düşünür, iş hayatındaki önem ve yerimizi abartırız. Eğer iyimserliğimiz riskleri gözden kaçırmamıza, kendi yeteneklerimizi abartmamıza ve bu yüzden yeterli hazırlık yapmamamıza yol açıyorsa, bize zarar verebilir. ‘Benim iyimserliğim’, diye yazmıştı küçük yaşında gözlerini kaybeden ve sonra büyük bir azimle hayata tutunan Hellen Keller, ‘Kötülüğün yokluğu fikrine yaslanmaz, iyiliğin daha yaygın olduğu ve iyiliğin yanında saf tutmakla başarabileceğim inancına yaslanır. Tanrı’nın bana verdiği gücü, herkeste ve her şeyde en iyiyi açığa çıkarmak için kullanırım.’

Viktor Frankl, ‘trajik iyimserlik’ diyor buna, ona göre  ‘her şeye rağmen hayata evet demek mümkün’.  İnsan; ıstırap, suçluluk ve ölüm trajik üçlüsü karşısında elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışmalıdır. Ve eğer gayret ederse insan,  ıstırabından bir sıçrama ve başarı öyküsü çıkarabilir. Suçluluk hissini, kendisini daha iyi bir insan kılmak yönünde dönüştürebilir. Hayatın geçiciliğini, sorumluluk alma ve eyleme geçme yönünde bir imkân kılabilir.  Mihnette lütuf gizlidir, belada bakarsınız ihsan vardır. Makul iyimserlik de diyebiliriz buna gerçekçi iyimserlik de, yani kendi düşüncelerimizle kendi irademizi felç etme tuzağına düşmeden iyimser olabiliriz. ‘Mevla görelim neyler / Neylerse güzel eyler’.  Geleceğin bize ne sunabileceğine dair olumsuz yargılarımızı bir kenara bırakarak, bütün o gelip geçiciliği içinde, hayatın bize şimdi ne sunduğuna bakabiliriz.

‘Her canlı ölümü tadacaktır’ diyor ilâhi hitap, bize düşen,  ölümden önceki hayatı doğru yaşamaktır.

Kemal Sayar

http://www.gercekhayat.com.tr

 

adminadmin