Kültür
Giriş Tarihi : 16-12-2018 12:00   Güncelleme : 16-12-2018 12:00

Ölümümüzden Sonra Bizi Toprakta Arama

Ölümümüzden Sonra Bizi Toprakta Arama

İyi bir ilim ve nefis terbiyesi alan Hz. Mevlâna, Şems-i Tebrizi ile tanışıp gönül problemlerinin de bir bir çözülmesiyle, hikmet deryasına dalmış ve Mesnevî gibi bir eser meydana getirmiştir.

Ârif bir insanın sözü…

Ârifleri anlatır…

Ârif, kâl ve hâliyle Rabbini bilendir.

Tek Kâl ilmi yetmez.

Hâl ilmi de gerekir.

Toprak ne verir ki cancazım,

Sen onu sürüp ekmedikçe…

İnsan topraktır.

O sürülmeli, ekip dikilmelidir.

Ancak o zaman fayda verir…

İnsan, kendin bilince Rabbini bilir…

Rabbini bilince kulların bilir…

***

"Ölümümüzden sonra bizi toprakta aramayın. Bizim mezarımız âriflerin gönlündedir," der Mevlana Hazretleri.
Gerçekten de öyle.

 Âriflerin hâl ve konuşmaları birbirine benzer.

Ârifler, aynı dili konuşmasalar da aynı mektepte okurlar.

 Onların mektebi gönül mektebidir.

Gönüller ise Allah'ın mekânıdır.

Bir gönül yapan Allah'ı razı etmiş olur.

Allah dostlarının gönülleri ise "muhabbetullah" sırları ile doludur.

Onlardan birini ziyaret etmek, o sırları dinlemek de, onlardan her birini ziyaret etmek gibidir.

İşte Hazreti Pîr bu manayı dile getirmektedir.

***
ALLAH’A GÖNÜL VEREN İNSANLARIN MİSALİ

Bir ana caddeyi düşünün!

Aralıklarla sağ ve solundaki lambaları göz önüne getirin.

Nasıl da aydınlatıyorlar etrafı değil mi?

O yolda ilerleyen yolcular, rahatlıkla yol alırlar pek tabiî ki!
İşte ârifler de öyledir.

Allah'a gönül veren, Allah'ın da gönüllerinde yer aldığı Allah dostları, o caddeyi aydınlatan ışıldaklar gibidir.

Birinin aydınlığı biterken bir diğerininki başlar.

Biri diğerini sever ve destekler.

Hepsi birden yolcularına sahip çıkar, onlara yol gösterirler.

Hangi birisini diğerinden ayırabilirsiniz ki!
İlmiyle âmil, Hakk'ın sevgisiyle donanımlı âlimler, ârifler ve ehl-i hikmet de aynı gaye etrafında birleşirler.

Onların derdi, tasası insanlardır.

 Onlara yol göstermek…

Onları ebedi hayatın felaketlerinden kurtarmak için gayrettir onların işi.

Çünkü onlar, "peygamberlerin varisleridir."

Yesevî hikmetle,

Diğeri ilahi ile,

Bir başkası da mesnevi ile çağırır Hakk’a!

Sonun hepsi Mevlâ’ya çıkar…

Der ya Yunus hep:

“Çağırayım Mevlâm seni!”

Hep çağırırlar Mevlâ’ya…

Gün olur, şeb-i arûs’tur…

Koşar gider Mevlâ’ya…

Zira Düğün Günü gelmiştir…

Âh, bir gelse…
***

ONLARIN İŞİ

Ne acıdır ki insanların pek çoğu ebedi hayatı düşünmeden yaşarlar.

Gaflet içinde, sadece dünyayı düşünerek hayatlarını sürdürürler.

Bir gün ölümün gelip kendilerini alacağını, dünya arzu ve isteklerinin kesileceğini akıllarına bile getirmezler.
İşte Hz. Mevlana ve benzerlerinin çabası da hep bu insanların kurtuluşu olmuştur.
İyi bir ilim ve nefis terbiyesi alan Hz. Mevlana, Şems-i Tebrizi ile tanışıp gönül problemlerinin de bir bir çözülmesiyle, hikmet deryasına dalmış ve Mesnevî gibi bir eser meydana getirmiştir. Bu eser de asırlardır insanlara, İnsan-ı Kâmil olmanın metotlarını göstermiş ve göstermektedir.

Bir atom çekirdeği misali kendi etrafında dönerek kendisini tanıma, hiç olduğunu anlama, asıl öz ve mayayı keşfetme manalarını ihtiva eden semâ da adeta kişiliğin ve asıl varlığın özümsenmesinde büyük bir rol oynamaktadır.

"Ben yokum Allah var" hakikatinin yaşanmasında teslimiyet, olgunluk, O'na boyun bükme, yalvarış ve yakarışın bir tezahürüdür adeta o.
Allah için bir mecliste, bir Allah adamıyla Hakk'ın sohbetini etmek bambaşka bir zevk ve neş'e âlemidir. İşte doyumsuz aşkın "aşkullah" olduğu bu meclislerde yetişmiştir Mevlana Celaleddin (ks).

"Allah için bir araya gelmek, O'nun için bir araya gelmek üzere ayrılmak," hadislerde tebşiratıyla/müjdeleriyle zikredilen önemli hususlardandır.
Ama bütün bunlar bazılarına hatta pek çoklarına mahremdir. Zira bu bir kabiliyet meselesidir. Akıl terazisi bunu çekmez. Onları bu terazi ile tartmaya çalışanlar maalesef Hz. Mevlana'yı üzmüşler, Hz. Şems'in ise başını yemişlerdir. Onun için bu sırlar, ehlinin dışına açılamaz.
Konumuzun başına dönecek olursak; bilmeliyiz ki bir toplumda ârifler, yani Allah'ı bilenler olmadıkça o toplumda aydınlanmalar olmayacaktır. O halde bizlere düşen şey, nice ârifler, âlim ve sâlihler yetiştirmektir.

DUÂLARI

Büyüklerimizin yavrulara yaptığı duâ ne güzelmiş:

“Hafız ol, âlim ol, âlimlikte kalma; ârif ol!”

Aman Yâ Rabbi!

Ne güzel bu!

Alırsınız yavrunuzu, götürürsünüz bir ârifin yanına. Elini öptürür,  duâsını alırsınız birlikte. O böyle duâ edince sevince gark olursunuz.

Daha yeni doğan yavruyu bir Allah dostuna götürüp tesmiye yaptırırsınız. Tahnikle beraber… Sünnet üzere.

İşte yavru yetiştirmek, işte nesil yetiştirmek…

Bir büyük zâtın kabrini ziyaret edince de bu manalar akla gelmeli. Analar öyle dua edermiş. “Allah’ım, üzerimdeki yavruyu da bu âlim ve âriflerden eyle!”

“Âlim ve ârif olmak!”

Bir başka servet. Onlara ana baba olmak bir başka nimet.

 Öyle dua etmemiş mi İbrahim aleyhisselâm:

“Rabbim, beni namazı hakkıyla edâ eden bir kimse eyle! Zürriyetimden de böyle kimseler lûtfeyle! Rabbimiz, duâmı kabul eyle!” (İbrâhîm, 40)

Yine bir duâ:

“(Ve o kullar): Rabbimiz! Bize gözümüzü aydınlatacak eşler ve zürriyetler bağışla ve bizi takvâ sahiplerine önder kıl, derler.” (Furkan, 74)

  1. MEVLANA’YI ANMAK/ANLAMAK

Onu anmanın/hatırlamanın günlerindeyiz.

Asıl olan anlamaktır tabiî ki!

Anmak anlamaya vesile olsun inşallah.

Onu anlamak şu sözünden geçer:

“ Ben yaşadığım müddetçe Kur’an’ın kölesi, Hz. Muhammed Mustafa’nın ayağının tozuyum. Kim benden, bundan başka bir söz naklederse, ben ondan da bîzarım, o sözünden de.”

“Gel” derken, Hakk’a kul olarak gel der.

“Gel” derken O’nun Rasûlü’ne ümmet olarak gel der…

Yoksa gelmek neye yarar?

Boş ve faydasız…

Dünyadan faydalanarak Rabbe kavuşmak ancak böyle kazançlıdır.

Selâm Peygamberimiz (sav), bütün peygamberler, ârifler, âlimler ve sâlihler üzerine olsun.

Bu vesile ile Konya'mızın manevi dinamiklerinden Hz. Mevlana (ks) ve diğerleri üzerine de olsun. 

Muzaffer Dereli / Diriliş Postası   

adminadmin