Tarih
Giriş Tarihi : 03-03-2013 15:14   Güncelleme : 03-03-2013 15:14

Ömer Laçiner:

Marx, Afyondur Derken Dini Övüyordu ..

Ömer Laçiner:
Endülüs Kültür Merkezi’nin Endülüs’te Söz & Endülüs Cumartesi Konuşmaları’nın bu haftaki konuğu Birikim Dergisi Editörü Ömer Laçiner’di. Laçiner, okurlarına “Türk Solu” üzerine bir konuşma yaptı.
 
Cumhuriyet Halk Partisi Sağ Partidir
 
Endülüs Kültür Merkezi’nin Dost-Der Konferans Salonu’nda gerçekleşen etkinliğinde Türkiye’de solun kırılma noktalarına değinen Laçiner, “1960’lara kadar memlekette solculuk denince sosyalist ve komünistler anlaşılırdı. 1960’larda Türkiye’de sol ilk defa sosyal bir hareket haline geldiği vakit, Cumhuriyet Halk Partisi bu sol hareketin yükselişinin birinci planda kendisinin önünü kestiğini düşündüğünden midir bilmem, ‘Biz ortanın solundayız’ dedi. Tabii bu Adalet Partisi için büyük bir fırsat oldu. Çünkü 1940’lı, !950’li yıllarda Türkiye’de şiddetli bir antikomünist hava hakimdi. Bütün propagandalarını Cumhuriyet Halk Partisi’nin komünist olduğu üzerine kurdular. Böylece CHP üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi solcudur diye bir etiket kaldı. Gerçi 1970’lerde sol-sağ çatışması sırasında Cumhuriyet Halk Partisi’nin o zamanki yönetimi, sol kavramına ya da sıfatına ciddi bağlamda yaklaşmıştı. Ecevit, İsmet İnönü’yü parti yönetiminden diskalifiye etti. Ondan sonra o ekip ayrıldı partiden. İnönü kendi kurduğu, uzun süre başkanı olduğu partiden istifa etti. Cumhuriyet Halk Partisi ciddi bir sosyal demokrat parti olma yoluna girdi 1970’lerde. Ama daha sonra Ecevit’in de istifası üzerine, Ecevit nedeniyle partiden istifa etmiş olanlar, partiye iltihak ettiler. Ve dolayısıyla 1980’lerden itibaren parti yeniden sahneye çıktığı anda geleneksel kadrolarına kavuştu. 1990’ların başında Deniz Baykal ekibi partinin başına geçti ve 15 yılı aşkın da genel başkan-genel sekreter olarak kaldı. Bu süreç ekleme yoluyla partide kalan son sosyal demokratların da ya tasfiyesi veya etkisiz hale getirilmesiyle sonlandı. Cumhuriyet Halk Partisi kaynağına döndü. Cumhuriyet Halk Partisi sağ bir partidir, sağcı bir partidir. Dolayısıyla Cumhuriyet halk partisi sol etiketi altında sunmak, sol denince CHP’nin akla getirilmesi kavramın kendisine haksızlıktır. Sol kavramına haksızlıktır.” diye konuştu.
 
Marx, Afyondur Derken Dini Övüyordu
 
Marx’ın yanlış anlaşıldığını ve anlatıldığını ifade eden Laçiner konuşmasını şöyle sürdürdü: “Din afyondur sözü bir cümle değildir. Bir cümlenin parçasıdır. Marx ‘Din ruhsuz bir dünyanın ruhu, ezilenlerin haykırışı, kalpsiz bir dünyanın kalbidir. Din kitlelerin afyonudur.’ der. Marx’ın cümlesinde din için sadece ‘afyon’ ifadesi değil, ‘kalpsiz bir dünyanın kalbi’ ve ‘ezilenlerin haykırışı’ ifadesi de yer alır. Dileyenler kitaplarına bakabilir. Genelde ‘afyon’ ifadesi ön plana çıkartılır ve tartışmalar bunun üzerinden yapılır. Marx, bunu 1850’de söylüyor. 1850 yılında dünyada bugünkü anestezik imkanlar yok. O zamanlar insanlar, acılarını azaltsın diye afyon yutuyorlar. Bu, özellikle ameliyatlarda çok yaygın. Bunu, keyif için alınan eroin bağlamında algılamamak lazım. Bunu, Marx ‘din uyuşturucudur’ demiş gibi lanse etmeye çalışıyorlar. Bu sözü bu manada yorumlayanların ahlaklarından şüphe etmek lazım. Marx’ın bu sözü, dine bir övgüdür. ‘ruhsuz bir dünyanın ruhu’ diyor, daha ne desin? Acılarını dindirir diyor. Marx, ‘kapitalizmin insanlığa yaşattığı acılar karşısında, o insanlar için dinden başka teselli edici bir çözüm kalmamıştır.’ diyor.”
 
İslam ve Marksizm’in Paralel Noktaları Var
 
Laçiner, konuşması sırasında kendisine yöneltilen bir soru üzerine, “Ben İslam dininde ve tüm ilahi dinlerde insanın yaratılışı meselinde çok olağanüstü bir nokta görürüm. Metaforik anlam olarak. Orada topraktan yaratılma ve nefesini üfleme vardır. Bunun dışında bir de İblis’in ateşten olduğunu söyleyerek secde etmemesi söz konusu. Bu mesele Yahudi kabalasında geçer. İslam da bunu kabul etmiş, Hristiyanlık’ta da şeytan tarifi budur.Yine bu yaratılış bahsinde ‘Allah kendi suretinde yarattı’ denir. Bu bana çok anlamlı geliyor. Tekvin’in o bölümü, İslam’ın da esas aldığı bölümdür. Bana bu metafor şunu anlatır. İnsana hem Tanrı nefesi veriliyor, hem de en düşük şeyden-çamurdan yaratılıyor. Diğer mahlukat gibi. Diğer mahlukatın yaratılışında ‘onları yarattı’ denir. ‘Nefes üfledi’ denmez. Demek ki buradaki nefes canlılık verme anlamına gelmiyor. Kendi cevherinden bir şey verdi anlamına geliyor. Onun için de bütün tasavvuf ekolleri, özellikle İslam’da, bu nefesin kendisi olabilmeye uğraşır. O yüzden Müslüman bedeni olan her şeyden sıyrılmaya çalışır. Çok güçlü çağrışımları olan bir metafor bu. Eğer Tanrı’nın nefesi varsa bizde, metafor olarak varsa, biz kendi gayretimizle bu nefesin tam hakkını verebilir hale gelebilirsek, yani çamurun egemenliğinden kurtarabilirsek kendimizi, kemale ereceğiz. Ama ben bunun marksizmin anlattığı, sosyalistin anladığı tarih ve insan felsefesine tamı tamına oturduğunu düşünüyorum.  Bu, marksizmdeki insanın gelişmesine uyan bir şey. Çünkü biz deriz ki, insanlık belirli bir ilkel noktadan geldi ve sonra kendini geliştirerek, kendini daha fazla insanlaştırarak bir yere doğru evrimleşir. Onun için bu, Tanrı’nın ona verdiği, üflediği, nefesin hakkını verebilmek, ona tam sahip olabilmek, tam o olabilmek idealine paralel giden bir süreçtir. Ama bunun yolu ve yöntemleri konusunda kaba hatları ile farklılık var. Bu konuşulabilir. İslam bu nefesi daha moral ve ahlaki bir şey olarak düşünüyor, İbn Arabi’de bu böyle. Arabi bu metafor üzerine en fazla uğraşanlardan biridir. İran’ın Işık Felsefesi, Sühreverdi de bunlarla bayağı uğraşmışlardır. İnsanın nefs dediği şey, yani insani ihtiyaçlardan olabildiği kadar arınması, doğal ihtiyaçları kısıtlaması, insanın daha ziyade kendine dönük bir hayatı yaşamasına sebep olur. Oysa belki temel farklılık, marksizmde insanın yükselişinin daha çok insanla temasını istemesidir. İnsanı insan yapan nitelikleri ile, daha çok dışa doğru tezahürleriyle ancak insan-ı kamil olabiliriz gibi bir anlam vardır marksizmde. Beyin emeğini geliştirmeye müsaade edilmeyen, ihtiyaç da duymayan bugünkü toplum düzeninin ötesine geçtiğimiz vakit, insan beyni faaliyet isteyen alanlara yönelecek, ilim yapacak, araştırma yapacak, sanat yapacaktır. Yani biz o insanları zihinsel faaliyet içinde olan insanlar olarak göreceğiz. Bunu yaptığınızda öteki insanlarla daha fazla temasınız olması lazım gelecek. Biraz karmaşık işler yapan insanlar bilir ki ne kadar farklı insanlarla temasınız olursa, o kadar çok boyutlu ve zengin şeyler yapabilirsiniz. O bakımdan ben tasavvuftaki insan-ı kamil düşüncesinin daha içe dönük bir insanı çağrıştırdığını gözlemliyorum. Öte yandan insanın tarihi, insanın kendini yüceltmesinin tarihi olmalıdır. Eğer böyleyse o zaman bu yüceltmenin bugünün dünyasında karşılığı içe dönük bir insan olmamalıdır. Daha bir dışa dönük, kendi yaratıcı – yapıcı enerjisini bir eylemde, bir faaliyette gösteren, bir insani alanda gösteren insan tipi olmalıdır. Ben bu bakımdan tasavvufun insan-ı kamil kavramı ile marksizmde insanın kendisini insanlaştırarak evrimleşmesini bir zıtlık olarak değil paralellik olarak görüyorum.” diye konuştu.
 
Konuşma sonrasında dinleyicilerin sorularını yanıtlayan Laçiner, buradan Endülüs Kültür Merkezi’ne geçerek okurlarıyla sohbet imkanı buldu. Daha sonra konuğu olduğu Endülüs Kültür Merkezi personeli ve akademisyenlerle akşam yemeği yiyen Ömer Laçiner, Endülüs Kültür Merkezi’ne teşekkür ederek şehre veda etti.
 
M. Esat Şengül
adminadmin