Köşe Yazıları
Giriş Tarihi : 22-05-2017 14:25   Güncelleme : 22-05-2017 14:25

Ordunun şerefini kim kurtaracak?

Tarih övgü ya da sövgü için kullanılan bir bilim dalı olmamalıdır. Hele hele tek bir şahsa bağlı ve o şahsın yazmış olduğu kitaba yani “Nutuk’a” indirgenmemelidir. Çünkü bu yapıldığı takdirde binlerce yıllık koskoca bir millet aşağılanmakta ve küçük düşürülmektedir.

Ordunun şerefini kim kurtaracak?

Şu basit kuralı dahi anlamakta çoğu insan aciz kalmıştır. “Galibiyetler ve başarı, milletin malıdır. Mağlubiyetler ise tedbirsizliklerinden dolayı sorumlu komutanlara ve liderlere verilir. Bu sayede milletin gururu incinmez. Geleceğe daha inançlı bir şekilde bakabilir”.

Peki, bizde ne yapılıyor? “Vatanımızı Atatürk kurtardı” nutukları ile beraber İstiklal savaşımızdaki galibiyet tek bir şahsa yani M. Kamal’a indirgeniyor. Savaş süresince yaşanılan başarısızlıklar ve mağlubiyetler ise ordumuza yükleniyor. Bu çok büyük bir hata olup nedense hiç kimse yaşanılan tarihi gerçeklerden ders alıp düzeltmeye çalışmıyor.

İşte Almanlar, 2. Dünya savaşındaki mağlubiyeti Führer’e yani Hitler’e mal edip kendi milletlerini temize çıkarıyorlar. Bütün kusur “bu zalim diktatöründür” diyorlar. Keza İtalyanlar da Mussolini’yi öne sürüp milletlerini o büyük mağlubiyetten korumaya çalışıyorlar. Bu sayede başarısızlık ve mağlubiyet küçülüp şahsa indirgenerek, milletin onur ve izzeti muhafaza ediliyor.

Başarı ve galibiyette ise durum daha farklıdır. Burada yine millet faktörü devreye girer. Başarı ve muzafferiyet orduya ve dolayısı ile millete verilir. Bunun sonucunda kazanılan başarı küçülmez bilakis daha da büyür adeta bütün bir milletin sayısı kadar geniş bir kitleye yayılır. Örnek olarak yeryüzünde yaşanan en büyük savaşı gösterebiliriz.

Evet, 2. Dünya savaşında müttefik orduları komutanı olan General Eisenhower’ı kimse doğru dürüst tanımaz. Galibiyeti de tek bir şahsa indirgemezler. Başarıyı; Almanya-Japonya ve İtalya gibi dünyanın en büyük ordularını yenen Amerikalı, İngiliz, Fransız, Kanadalı ve Avustralyalı halkların tamamına verirler. Bu sayede şeref birçok milletin olup geleceğe daha güvenle bakma imkânı doğmuş olur.

Ülkemizde ise durum bunun tam tersinedir. Galibiyet için M. Kamal ön plana çıkarılır. Adeta tek başına savaşmış gibi “Yurdumuzu kurtardı” diye kutsanmaya çalışılır. İstiklal savaşında kazanılmış olan şeref ve gurur tek bir kişiye indirilir. Bu arada yaşanan mağlubiyet ve başarısızlıklar ise orduya mal edilmektedir. Örneğin Yunanlılara karşı kaybedilen Eskişehir ve Kütahya muharebeleri ordunun üzerine kalmıştır. Başarısızlık yetim kalmış, kimse bunu üzerine alarak milletin gururunu yüceltmeyi göze alamaz.

Bu hatalı ve onur kırıcı durum ordumuzun tüm kademelerine yayılmıştır. Kıbrıs Barış Harekatında Kocatepe gemisinin yanlışlıkla vurulmasında ne bir Havacı general ne de denizci bir amiral hatalı görülerek cezalandırılmamıştır. Suç ve hata yine ordunun üzerine bırakılmış komutanlar tedbirsizlikleri yüzünden meydana gelen bu acı olaydan kolayca sıvışmasını bilmişlerdir. İşte böylesine kötü bir geleneğimiz var.

Şimdi bu durumu bir de 19 Mayıs törenlerine bakarak izah etmeye çalışalım. Burada Çanakkale’de yaşanan ve 19 Mayıs 1915 tarihinde yaşanan10 binden fazla askerimizin şehit olduğu taarruzun komutanı olan M. Kamal’ı anlatmayacağım. Burada koskoca bir İstiklal Savaşının muzafferiyetini sahiplenen ve başarıyı tek kişiye indirgeyen tarihçilerden söz edeceğim.

Bu sakat tarih anlayışını sorgulamaya çalışacağım. “19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktım” diyerek başlayan ve İstiklal savaşı tarihimizin kurgulandığı eser olan “Nutuk” adlı eseri eleştirip farklı bir bakış açısı ile düşünmeyi öne süreceğim. Elbette ne kadar zor bir işe kalkıştığımın farkındayım. Tepeden tırnağa, Cumhurbaşkanından sıradan bir vatandaşa kadar at gözlüğü ile yetiştirilmiş ve Nutuk’tan başka doğrusu olmayan bir tarih anlayışı ile yetişmiş insanlar bu durumu kabullenmekte zorlanacaklardır. Fakat şu sözü hatırlatmakta bir yarar görüyorum “Gerçeklerin bir gün mutlaka ortaya çıkma huyu vardır”. Bu nedenle hemen itiraz etmeyiniz.

İşte istiklal mücadelesi, bir kişiyi yüceltme adına bütün bir milleti ve ordumuzu aşağılama şeklinde bir anlayışa dönüştürülmeye çalıştırılmıştır. Hangi yanlışı düzelteceksin ki? 19 Mayıs’ta uydurulan yalanları saymaya başlayalım:

1.      M. Kamal, çeşitli hatırlarda; Samsun'a görev verildiğinde gitmek istemediğini, hatta çeşitli bahanelerle geciktirdiğini söylediği halde vatanı kurtarmak için Samsun’a çıktığı ifade edilmektedir. Samsun’a istediği için değil, gönderilmek istendiği için gönülsüz gittiğini “Beni İstanbul’dan nefy ve ted’ib (yola getirme) maksadıyla Anadolu’ya gönderdiler” şeklinde açıklamıştır.

3.      Görev; bir İngiliz subayından alınmış, çıkış sebebinde asıl görevin İngiliz ve Rum çetelerine karşı ayaklanan "Türk direniş birliklerini dağıtmak olduğu” çeşitli belgelerde yer almıştır.

4.      Bu görev doğrusunda Türk direniş birliklerinin elindeki silahlar toplatılarak halk, aynen yıllar sonra Bosna Srebrenitsa’daki gibi silahsız ve savunmasız bırakılmaya çalışılmıştır.

5.      Milli direniş için çeşitli ordu ve birlikler bir sene önce zaten kurulmuş emirlerin hilafına birçok askeri birlik terhis edilmemişti. Yani Samsun’a çıkıldığında bu işe yeni başlanmamış bilakis istiklal mücadelesine engel olunmak istenmişti.

6.      Bandırma vapurunda bulunan M. Kamal’ın en yakın hatta çocukluk arkadaşı Arif Bey gibi birçok asker de vardı. Bunların bir kısmı daha sonra “suikast davası” gibi bahanelerle idam edilmiştir.

7.      Aslında Nutuk hazırlanana kadar “19 Mayıs” kimsenin umurunda olmayan bir gündür. 1938’e kadar 19 Mayıs bayram da değildir. 19 Mayıs Gençlik Spor Bayramı, zaten Osmanlılardan beri kullanılmakta olan jimnastik bayramının günü değiştirilmek sureti ile konulmuştur.

8.      İstiklal Savaşı, Nutuk’ta geçtiği üzere  19 Mayıs’ta başlamamıştır. Örneğin halk hareketinden söz etmek gerekirse daha önce, Kazım Karabekir bölgeye gelmiş orduyu terhis etmeyerek önemli kararlar aldığı bilinmektedir.

9.    Bu sürede bir buçuk yıl önce kurulan bir Kars İslam Cumhuriyeti ile birlikte bölgede kurulan “Şura hükümetleri” önemli işler başarmıştır. Fakat resmi tarih bütün bunları yok saymaktadır. Çünkü başarı tek kişiye indirgenmek istenmektedir.

Artık resmi din, resmi tarih, resmi ideoloji iflas etmiştir. Bu kavramları 2017 yılında anlatarak gençlere kabul ettirmenin imkânı da yoktur. Ayrıca bunun yararı da yoktur. Sadece kendini küçük düşürmeye riyakarlık ve dalkavuklukla dolu bir tarihçi olduğunu gösterir. Ordu ve milletin şerefini tek bir şahsa bağlayarak izah etmeye kalkışmaya “faşizm” denir. Führer Hitler ve Mussolini aynı yoldan gitmiş sonrasında layık oldukları mevkiye düşmüşlerdir.

19 Mayıs üzerinde kafa yorulacak ise öncelikle 1915’teki facia ele alınmalı bunun sorumlusu komutanlar tarih önünde yargılanmalıdırlar. Aksi takdirde ordumuzun kahraman askerleri üzerine leke düşürülmekte tedbirsiz ve beceriksiz komutanlar haksız yere yüceltilmektedir. Bu ise utanılacak bir durum olup 21. Yüzyılın ilk çeyreği biterken hala ders alınmamış olması çok düşündürücüdür, vesselam…

Vehbi KARA

adminadmin