Köşe Yazıları
Giriş Tarihi : 28-09-2016 09:00   Güncelleme : 28-09-2016 09:00

Orduya İmanlı Ve Vatansever Subay Gerekli

Türk Silahlı Kuvvetleri, 15 Temmuz darbesi sonucunda profesyonel mevcudunun neredeyse yarısını kaybetti.

Orduya İmanlı Ve Vatansever Subay Gerekli

Sahil Güvenlik Komutanlığı ve Jandarma Genel Komutanlığının Milli Savunma Bakanlığına bağlanması da ister istemez bu sayının azalmasına sebep oluyor.

Bu durumda yeni personel alımları söz konusu olacak. Peki, bu nasıl yapılmalı ki her 10 yılda bir yapılan darbeler tekrar etmesin?

Aslında bunun cevabını vermek çok kolaydır. Darbecilerin izlediği yolu takip ederek önlem alınırsa bir daha darbe marbe olmaz. Bu konuyu biraz açalım.

Türkiye Cumhuriyetine darbe yapanlar daima dindar askerleri ordudan temizlemeye çalışmışlardır. Bunlardan bir tanesi de benim. Bahriye Mektebinde yani Deniz Harp Okulunda soruşturmalara tabi tutuldum. Bana askeri okul öğrencilerine namaz kılmaları için baskı yaptığım iddia edildi. Bu suretle sorgulandım ve yüzlerce kayıtlara geçti.

Sorgu deyince aklınıza “birkaç soru sorup geçiyorlar” gelmesin. En az Öğrenci Alay Komutanının da bulunduğu 5-6 kişi huzurunda, baskı yaptığım iddia edilen öğrencilerle yüzleştirilerek, sorgulandım. Önce öğrenciler konuşuyor sonra bana da “doğru mu?” Diye soruyorlardı.

“Kazık kadar adam nasıl baskı yapayım, fakat namaz kılmayı tavsiye ediyordum” diyerek cevap veriyordum. Hiç unutmuyorum bir ramazan günü oruçlu iken böyle sorgulamışlardı. 2007 Yılında yayınladığım  “Bahriyede 15 Yıl” isimli kitabımda bunları anlatmıştım. Bu kitabı ve yazdığım makaleleri okuyanlar orduda ne dümen çevrildiğini çok iyi anlamışlardı. Aslında herkes ne olup bittiğini az-çok biliyordu. Çünkü darbeci ve faşist generaller fütursuzca konuşur dine dindara saldırmayı vazife bilirdi. Amerikalı paşa babaları onlara ne bellettiyse yapar sonra da ensemizde boza pişirirlerdi.

Nitekim Deniz Harp Okulundan 1987 yılında en başarılı öğrencilerin 7’sini birden attılar. Daima “Komutan Onur Listelerinin” başında yer alan bu öğrenciler arasında Deniz Lisesi birincisi de vardı. Gerçi suçları büyüktü, çünkü namaz kılıyorlar oruç tutuyorlardı. Bu ne cüret! Darbeci Kenan Evren her gün “irtica tehlikesinden” dem vursun sen kalk namaz kıl. Tiz boynu vurula!

Peki, seni niye atmadılar? Sorusu aklınıza gelebilir. Çünkü ben öyle çok çalışkan ve başarılı bir öğrenci değildim. Sınıfımızın orta sıralarında yer alırdım. Biraz da kavga eder o zamanlar mangalda kül bırakmayan “komünist” öğrencilerle fazla dalaşırdım. Askeri okul öğrencisi olmama rağmen yaka paça defalarca kavga etmişimdir. Bir iki defa dudağım şişse de genellikle altta kalmaz hatta üste çıkardım. Geleceğimiz parlak değildi yani…

Bir de şu husus var ki ben namazımı kılarken gizleme gereği duymazdım. Bu yüzden bölük komutanlarının hedefi de olurdum. “Söyleyin Vehbi’ye dua etsin” diye aklınca benle dalga geçen komutanlar vardı.

Öğrenci iken atılmış olmamanın diğer bir nedeni de yalnızdım. Birinci sınıfta birkaç arkadaşım namaz kılardı lakin bu Feto iti, bunlara musallat olmuş “aman namaz kılmasınlar” diye baskı yapmaya başlamışlardı. Bu yüzden olsa gerek Türk öğrencilerden benden başka açıktan namazını kılan bir öğrenciye rastlayamıyordum. Bir arkadaşım son sınıfta namaza başlamış ne sevinmiştim, lakin donanmaya çıkınca yani teğmen olduktan sonra bırakmak zorunda kalmıştı.

“Türk” öğrenci dediğim için şaşırmış olabilirsiniz. Zira o yıllarda askeri okullarda hatırı sayılır bir yabancı öğrenci vardı. Libya’lı bu öğrenciler genellikle son sınıfta namaz kılmaya başlarlar fakat oruçlarını daima tutarlardı. Bize yasak onlara serbestti, oruç. Bir iki tane namazını hiç aksatmayan dahi vardı. Allah selamet versin “Salim” isimli bu arkadaşı hiç unutamam. Salimle beraber namazımızı açıktan kılar bu konuda kimseyi takmazdık.

İşte bu şartlardan olsa gerek arada bir iki tane “çürük mamul” olsa da olur. Belki ileride düzelir umudu ile bahriye mektebinden mezun olmuştum.

Fakat daha 4-5 ay geçmeden sorgu sual başlamış Deniz Harp Okuluna çağrılarak benden hesap sormaya başlamışlardı. Fakat nasıl olduğuna bende şaşırıyorum Öğrenci Alay Komutanına adeta patlamış askeri terbiyeye aykırı olarak bağırıp çağırmaya başlamıştım. Hoş, bunu hak etmişti komutan. Çünkü kendi aklınca benle dalga geçmeye çalışıyordu.

Soruşturma için odasına girince sinsi sinsi gülüyordu.

“Seni niçin çağırdık biliyor musun?” diye sordu. Bende “soruşturma yapıyorsunuz onun için” diye cevap verdim. Biraz ciddileşerek “galiba sen bir şeyler biliyorsun” diyerek tekrar sordu. Cevaben “evet, okulda aşırı solcu faaliyetler var” dedim. Bu cevaptan hoşlanmadı “anlamadım” deyince “okulda komünistlik yapılıyor” dedim.

Bana “saçmalama be!” dediği zaman işte “elektrik devresinin şalteri atar, sigortalar patlar ya” işte aynen bu şekilde bağırıp çağırmaya başladım. Siz ne biçim komutansınız? Hiç mi bir şeyden haberiniz yok? Gidip teneffüshanelere (öğrencilerin dinlenme odasıdır) dahi bakmaz mısınız? Her yerde Zülfü Livaneli’nin şarkıları çalıyor”.

Şimdi rahmetli Zülfü Livaneli sizi şaşırtmış olabilir. Bunu açıklamak lazım. Komünistler o tarihte Zülfü’yü ilahi dinler gibi dinlerlerdi. Aşırı solcular kendilerini bu şekilde gösterirler o zamanın usullerince bu şekilde komünistlik propagandası yaparlardı. Günümüz insanı için gülünç gelebilir lakin o zamanlar darbe yıllarında kimse açıktan konuşamaz sanatçılarla olan tercihlerine göre değerlendirilirdi. Ne günlerdi yahu…

Bu sözüm üzerine Komutan odayı terk edip gitti. Kuvvetle muhtemeldir ki Okul Komutanının yanına gitmişti. Mosmor bir şekilde döndü. Öğrencileri karşıma dizip “namaz kılmak ve dini kitap okumak konusunda baskı yaptığımı” ispatlayacak şekilde öğrencileri konuşturdu. Garibanlar mahcup bir şekilde “evet öyle yaptı” diyorlardı. Ben de “yahu bunları tavsiye etmiş olabilirim, niçin baskı yapayım. Hem okulun durumu belli” diyerek cevap vermeye çalışmıştım. Bunları 50 sayfadan fazla çeken bir tutanağa yazıp bana da imzalattılar.

Eh artık şimdi kolayca defterimi dürebilir çok sevdiğim ordudan atabilirlerdi. Alay komutanı, oruçlu olup olmadığımı sordu. Oruçluyum deyince “söylesene” diyerek asker karavanından yemek getirtti. Fakat iki lokmanın boğazımdan geçmesine müsaade etmiyor devamlı soru soruyordu.

Sabahtan akşama kadar sorgulanmıştım. Halim kalmamıştı aynı şeyleri söyleyip cevap vermeyince bu sefer utandı ve sustu. Sonra da bana gidebilirsin dedi.

“Ha bu gün oldu ha yarın” diye ordudan atılmayı beklerken nedense birileri insafa gelmiş olsa gerek, beni bahriyeden atmadılar. Ta ki 28 Şubat 1997’ye kadar. Bu sefer “başörtüsü” büyük suç olmuştu ve eşi örtülü olanlara ağır bir baskı vardı.

İlginçtir bu baskıyı neredeyse kırıp bu faşist generalleri yenmek üzereydik. Zira komutanlarımızı; “gözünün üstünde kaşın var” misali “eşinin üzerinde başörtüsü var” diye suç olur mu? Diyerek ikna ediyorduk. Diyanet İşleri Başkanlığı da “başörtüsü dini bir emirdir” diyerek lehimizde karar çıkarmış tam da bu kalleş oyunu bozmak üzere idik.

Fakat bu Feto haini orada da devreye girdi. “Başörtüsü fürüattır”  diyerek Yaşar Nuri Öztürk ile beraber “dinde başörtüsü yoktur” diyerek bütün eşi başörtülü askerleri ordudan atmaya başladılar. Bugün bu sayının 1600 kişisinin Yüksek Askeri Şura kararı (YAŞ) ile 2500 civarında bir sayının da “üçlü kararname ile re’sen emekli edildiğini” biliyoruz. En az 5 bin civarında asker ise “emekli ol kurtul bak seni de ordudan atmak için yazı yazdık, iyisi mi bizi günaha sokma” diyerek emekliliğini istemek zorunda bırakmışlardı.

Bende 1996 Aralık YAŞ kararı ile ordudan atıldım. İşte o tarihlerde İstanbul Büyükşehir Belediyesinde Recep Tayyip Erdoğan vardı. Bize iş verdi. Müdür yardımcısı olarak çalışmaya başladım. İyi de hizmet ettik, belediye susuzluk, yolsuzluk ve tarafgirlik ile anılırken bu sefer hizmet ve kalite ile öne çıkmaya başlamıştı. Zaten Erdoğan’ın çıraklık dönemi burasıydı ve buradaki başarılarından dolayı onu önce Başbakan sonra da Cumhurbaşkanı olarak gördük.

Gerçi Ali Müfit Gürtuna denilen darbe işbirlikçisi Belediye Başkanı “ordudan atılan memurluk yapamaz” diyerek bizi belediyeden attı. Rızkımızı denizlerde aramak durumunda kaldık.

Lakin bu olaylardan çıkarılması gereken dersler vardır. Yeri gelmiş iken bunlara değinmekte yarar var.

Şimdi bütün ordumuz gibi bahriyemiz de yeniden yapılandırılıyor. Burada imanlı, inançlı öğretim görevlilerine ve tarihini iyi bilen askerlere, denizcilere ihtiyaç var. Özellikle Deniz kuvvetleri son darbeden dolayı ağır yara aldı. Neredeyse amiral mevcudunun yarısı darbecilikten içeri alındı. Deniz Lisesi ve Deniz Harp Akademisi kapatıldı. Deniz Harp Okulu ise mezun veremeyip yeniden yapılandırma için üniversite şekline dönüştürüldü. Hava ve Kara Kuvvetlerinde de benzer bir durum var. Üstelik ordumuz Suriye’de “Fırat Kalkanı” operasyonunu yürütüyor.

İşte Erdoğan’ın 28 Şubat 1997 döneminde yaptığı gibi ordudan dindar olduğu için atılmış 10 bine yakın askerden faydalanmak gereklidir. Çünkü bu insanlar “darbe olduğu zaman karşı çıkabilirler” düşüncesi ile ordudan atılmışlardı. Yoksa başörtüsü diye bir suç olur mu? Buna kargalar bile güler…

İşte şimdi hükümet ve bakanlara mühim bir görev düşüyor. Benim gibi sırf Allah’tan korkup faşistlerden korkmadıkları ve dininden inancından taviz vermediği için askeriyeden atılan binlerce vatanseveri, yeniden orduya almak gerekir. Bu iş para-pul, iş-aş meselesi değil vatanı koruma meselesidir. Aksi takdirde mesuliyet büyüktür. Yeniden 15 Temmuz 2016 darbesini görmek istemiyor isek bu konuda acil eylem yapılması gerekiyor.

Yahu “sen ve arkadaşlarınız artık yaşlandı, bu işi beceremezsiniz” denilmemelidir. Çünkü hayatının 30 yılını denizde geçiren benim gibi bahriyeli zabitlerden ve kara-hava subaylarının tecrübelerinden öğretmen olarak veya başka şekillerde istifade edilebilir. Yeniden darbe olur mu? Diye telaş edenlerin kulakları çınlasın…

Evet, silahlı kuvvetlerdeki bahriyedeki en önemli sorunumuz; eğitim kurumlardaki dinimizden ve tarihimizden uzaklaştıran kahpe sistemdir. Kendi tarihine yabancı, Batı hayranı zabitlerden ne beklenebilir ki. Elbette faşist darbe yapıp Amerikan efendilerine şirin görünmeye çalışacaklar. Yıllar boyu süren faşist eğitim sonucu iğfal edilen ve devlete, millete sadakat göstermesi gerekirken Amerikan köpeklerini dinleyen zavallı askerlerimizi ancak bu şekilde kurtarmak mümkündür, vesselam…

 
adminadmin