Kültür
Giriş Tarihi : 07-07-2019 11:00   Güncelleme : 07-07-2019 11:06

Oryantalizm neyin maskesi?

Klasik Oryantalizm ve ilk dönemler

Oryantalizm neyin maskesi?

1978 yılında, Edward Said’in “Şarkiyatçılık” isimli kitabı yayımlandıktan sonra, Batı’da oluşturulan ve “Doğu bilgisi” anlamına gelen oryantalizm, birçok tartışmaya konu olmuştur. Batı’nın Doğu’yu merak edip araştırması ve onun hakkında hemen her şeyi bilmek istemesi, aslında çok da yeni değildir. Klasik oryantalizm adı verilen bu ilk dönemlerde Said’in eserinde belirttiği sömürgecilikle iş birliği görülememektedir.
Adnan Adıvar, ilk müsteşrikler hakkında bilgi verirken onların onuncu asrın ortalarında ortaya çıktıklarına değinir. Güney İtalya’da bulunan Salerno şehrindeki bir tıp mektebinde, ilk defa Arapça eserlerin Latinceye tercümesine başlanmıştır. Bu, aynı zamanda Şark tıbbının Garp tıbbı üzerindeki tesirini de gösterir. İşte Adnan Adıvar, bu suretle ilk müsteşriklerin ortaya çıkmış olabileceğini belirtir. (Adnan Adıvar, Mukaddime, MEB İslam Ansiklopedisi, C.1, 1940, ss.II.) İslam Ansiklopedisi’nin mukaddimesine yazdığı bu düşüncelerin ardından verdiği dipnotta Adıvar, bu ilk müsteşrikleri şimdiki asıl oryantalistlerden ayırmak için, eski oryantalist (ancient orientaliste) demenin daha doğru olacağını belirtir.
Oryantalizmin doğum tarihi hakkında yukarıdaki sözlerden farklı fikirler ileri sürenler de olmuştur. Genellikle üç temel tez etrafında ileri sürülen görüşleri, Abdullah Karahan yazdığı bir makalede şöyle toparlar: Görüşlerden biri George Barthold’a, diğeri Maxime Rodinson’a, bir başkası ise Edward Said’e aittir. Oryantalizm, Barthold’a göre M.Ö. V. yüzyılda Heredot ile başlamıştır. Buna karşın, Maxime Rodinson oryantalizmin 1531’de kurulan Collége de France’da başladığını ileri sürer. Ona göre, bu okulda Guillaume Postel’in Arapça ders vermesi üzerine oryantalizm ortaya çıkar. Edward Said ise bu çalışmaların XIV. yüzyıla kadar uzandığı anlayışındadır. Ona göre, 1311-1312 yılları arasında düzenlenen Viyana Konsili’nde alınan kararlar ile oryantalizm başlamış olur.” (Abdullah Karahan, “ ‘Batı’da Şarkiyat Çalışmaları Tarihi ve Politikası’ Konferansı; Mehmet Bayraktar, İSAM Konferans Salonu; 28 Şubat 2003”, Hadis Tetkikleri Dergisi, C. I, S. 1, Yıl: 2003, ss. 201.)
Oryantalizm neden ortaya çıktı?
Oryantalizmin başlatılmasının nedenleri hakkında da çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Kimilerine göre Hristiyanlar, İslam’ın ortaya çıkışını ve önceden kendi dinlerinin yaygın olduğu yerlerin, Müslümanlar tarafından fethedilmesini asla hazmedemedikleri için, meşhur Haçlı Seferleri’ni düzenleyerek onları tanımaya yöneldi. (M. Hamdi Zakzûk, Oryantalizm veya Medeniyet Hesaplaşmasının Arka Plânı.) Hristiyanları İslamiyet’ten korumak için Vatikan kaynaklı çalışmaların yapıldığı bilinmektedir. (Ali Şükrü Çoruk, “Batı’nın Gözüyle Doğu’yu Tanımak”, Muradiye, Bahar, 2009, s. 49.) Kimilerine göre ise Avrupa’nın çok uzun bir zaman diliminde Doğu uygarlığı karşısında zayıf ve korunmaya muhtaç kalması oryantalizm denilen kuşatıcı muhakeme üslubunu ortaya çıkarmıştır. Her ne sebeple olursa olsun, Batı’nın Doğu hakkında merakını giderebilmesi için, İslamiyet denince ilk akla gelen dil olan Arapçayı öğrenmesi gerekirdi. Dolayısıyla, kendilerini bu konuda geliştirebilmek için ellerinden geleni yapmışlar ve bir süre sonra da Kur’an-ı Kerim’i tercüme etmişlerdir. Kur’an-ı Kerim’in Batı’daki ilk meali, Latince olarak XII. asırda yapılmıştır. Bu Kur’an meali, yanlışlarla dolu ve sırf tenkit zihniyetiyle yapılmasına rağmen, ancak XVI. asrın sonunda İsviçre’de yayımlanabilmiştir. (M. Hamdi Zakzûk, a.g.y.)
Oryantalizmin, Doğu’nun açıklanmasıyla ilgilenen tek bilim dalı olmadığı, antropoloji gibi bilimlerin de temel çalışma alanının özellikle “egzotik” Doğu olduğu bilinmektedir. (Alim Arlı, Oryantalizm Oksidentalizm ve Şerif Mardin, Küre Yay., İstanbul, 2004, s. 3.) Oryantalizm, içine aldığı sömürgecilikle beraber daha da ön plana çıkmıştır. Çünkü Batı’nın Doğu’yu tanıma ve anlama çabasının altında masum sebepler olmadığı, bunun aslında bir sahip olma ve yönetme isteğiyle doğru orantılı olduğu dile getirilmiştir. (Edward W. Said, Şarkiyatçılık Batı’nın Şark Anlayışları, Metis Yayınları, Çev. Berna Ünler, Dördüncü Basım, 2008, s. 45-46.) Batı kendini çok üstün, Doğu’yu ise aşağı gördüğü için, ne olursa olsun Doğu’ya hâkim olmak ister. Edward Said’e göre, Batılılar kendilerini hep egemen hissederler. Bu yüzden, onların nazarında Şarklılar, hâkimiyet altına alınması gereken insanlardır. Hâkimiyet altına almak ise çoğu zaman onların topraklarını işgal etmek, iç işlerini titizlikle denetlemek ve hazinelerinin herhangi bir Batılı gücün tasarrufuna girmesi anlamına gelir. Bu Batılı güç ise Avrupa’dır. Dünyayı yönettiğine ve daima yöneteceğine inanan Avrupa, Doğu’yu daima küçümser.
Modern oryantalizm
Modern oryantalizm ise Sylvestre de Sacy’nin kurduğu ve idare ettiği Şark Dilleri Mektebi ile başlar. 1795 senesinde Paris’te kurulan bu mektepte pek çok müsteşrik yetişmiştir. Edward Said, Sacy ile Renan’ı karşılaştırma gereği duymuş ve aralarındaki farkı şöyle özetlemiştir: “Sacy başlatan, Renan ise sürdürendir.” Bunun dışında, aralarında herhangi bir fark yoktur. Sacy, bir kaynak olarak görülmelidir. Oryantalizmin bir on dokuzuncu yüzyıl disiplini olarak ortaya çıkmasında Sacy, önemli bir temsilcidir. Renan ise Said’e göre Şarkiyatçılığın ikinci kuşağındadır. (Edward W. Said, a.g.e., s. 140-141.)
Oryantalistlerin şarklı figürü
Renan gibi oryantalistlerin çalışmaları sonucunda oluşturulan bir Şarklı figürü vardır. Oryantalistlerin bu Şarklı figürünün özelliklerini, Ali Şükrü Çoruk makalesinde tek tek sıralamıştır. Onlara göre Şarklılık, düşünce kabiliyetinden yoksunluktur. Aynı zamanda Şarklılık, yönetimde despotluk da demektir. Bunun yanı sıra Şark’ta hurafeler, kader, gericilik, dağınıklık ve düzensizlik de vardır. Renan gibi düşünenlere göre, Şarklı ilkeldir, sapkındır ve cinselliğe düşkündür, aynı zamanda çok eşlidir de. Kısacası, oryantalistlere göre Şark, medenî dünyanın; yani Batı’nın reddettiği her şeye sahiptir. Bütün olumsuzluklar ondadır. Oryantalistlerin Doğu’yu bu şekilde görmelerinin nedeni ise din; yani İslamiyet’tir. Sadece İslamiyet’e karşı değil, aynı zamanda Hz. Muhammed’e karşı da aşağılayıcı söylemlerde bulunmuşlardır. İslam peygamberi hakkında olumsuz ifadeler kullanmışlardır. Hz. Muhammed, onlar tarafından sahte vahiylerin yayıcısı olarak da görülmüştür. (Yücel Bulut, “Oryantalizm”, DİA, c. XXXIII, 2007, ss. 429.) Said’e göre on ikinci ve on üçüncü yüzyıllarda Hz. Muhammed’e (s.a.s) yönelik bu anlayış yirminci yüzyılda da geçerliliğini korumaktadır ve Avrupa, küçültücü bir biçimde İslam için “Muhammetçilik” demektedir. (Edward W. Said, a.g.e., s. 75.)
Napolyon ve mısır seferi
Said’e göre, Napolyon’un 1798’de gerçekleştirdiği Mısır Seferi önemli bir dönüm noktasıdır; çünkü Batı’daki Doğu imgesinin kaynağı bu seferdir ve meşru kılınmaya çalışılmıştır. “Biz onları kurtarmaya gidiyoruz.” anlayışıyla yaklaşılır. Hatta “Biz de Müslümanız.” propagandası yapılır ve ilk zamanlar başarılı da olunur. Napolyon seferini (1798-1801) modern Şarkiyatçılık açısından imkânlar oluşturan bir tür ilk deneyim olarak alan Said, Yakın Doğu-Avrupa ilişkisinin temelinde bu seferi görür. Ona göre, bu istila daha güçlü bir kültürün bir başka kültürü bilimsel yoldan kendine mâl etmesidir. 1798’de Napolyon’la birlikte Mısır’a giden uzmanlar, emperyal projenin birer parçasıydılar ve elde ettikleri bilgi nesnel anlamda bir değere sahipti. (Fred Hallidey, ‘Oryantalizm’ ve Eleştirmenleri, Oryantalizm Tartışma Metinleri, Editör: Aytaç Yıldız, Doğu Batı Yayınları, Ankara, 2007, s. 101.) Başarısızlıkla sonuçlanmasına rağmen, bu işgal denemesi sömürgecilik ile oryantalizm arasındaki ilişkiyi belirtir. Yücel Bulut’a göre, Napolyon sefere çıkarken yanına çok sayıda oryantalist almıştır. Mısır’da Institut d’Egypte’i kurmuştur. Kimyacılar, tarihçiler, biyologlar, arkeologlar, tıpçılar ve eski eser toplayıcılarını bünyesinde barındıran enstitünün araştırmaları, ünlü Description de l’Egypte’i (Paris 1809-1828) ortaya çıkaracaktır. (Yücel Bulut, “Oryantalizm”, s. 431.)
Sami dil ailesi ve Renan
Oryantalizmde, Hint-Avrupa dil ailesi el üstünde tutulur. Hint-Avrupa dil ailesine mensup dilleri konuşan milletlerin yanında, Sami dil ailesindeki dilleri konuşan milletlerin uygarlık, sanat ve ticaret hayatları geri düzeyde görülür, dolayısıyla Sami dillerini konuşan halkların aşağılanması söz konusudur. (Taşkın Takış, “Oryantalizm Üstüne Tezler”, Doğu- Batı, Yıl: 5, sayı: 20, Ağustos, Eylül, Ekim-1 2002, s. 9-10.) “İslamlık ve Bilim” başlığı altında verdiği konferansta Renan, İslam öncesi İran’ını ayrı tutmuştur; çünkü kendisi Hint-Avrupa dil ailesi meselesini bilmektedir ve İran’ın dilini, Avrupa ailesi içine almıştır. Ona göre bu diller ileri, kelime hazinesi fazla olan dillerdi. İslamiyet hakkında geliştirilen yorumlar, Renan’ın bu konuşması etrafında yapıldı. Renan, bu konferansı 1883 Mart’ında Sorbonne’da vermiştir. Renan, konuşmasında aydınlanma felsefesine, akıl ve dengeye intisap eden pozitivizme yaslanır. İslam- Hristiyan ayrımı yapmadan dinin üst bir norm olmadığı fikrini işler. Namık Kemal ise Renan’ın söylemlerine karşı bir müdafaaname yazmıştır. Renan’a reddiye yazan tek kişi Namık Kemal değildir, tepki olarak yazılmış pek çok metin vardır. İsmail Kara’nın, doğumunun 170. yılında Namık Kemal için düzenlenen sempozyumdaki konuşmasına göre, Renan reddiyelerinde, onun din karşıtı oluşu ihmal edilir ve kendisi İslam karşıtı olarak gösterilir. (İsmail Kara, Namık Kemal ve Renan Müdafaanamesi, Doğumunun 170. Yılında Namık Kemal Sempozyumu, İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Genel Kurul Odası, 28 Aralık 2010 Salı, IV. Oturum, 14.00-14.20 arasındaki konuşmasından.) Kara’ya göre bu, zayıf bir noktadır. Renan’ın aslında konuşmasında yaptığı şey, din ile bilim arasındaki mesafeyi artırıcı bir tablo çizmesidir ve bu ayrıştırma konuşmanın ana eksenlerinden biridir. Namık Kemal, bahsi geçen müdafaanameyi birkaç ay içerisinde Midilli’de yazar ve eseri bitirdiğinde beğenmez. Bu yüzden, 1883’te yazılmasına rağmen 1908 yılında basılabilir. İsmail Kara’ya göre Renan, 12. asır ve sonrası İslam bilimlerinin geriliği probleminden bahseder; ama Namık Kemal bunu hiç tartışma konusu yapmaz. Müdafaanamede, Osmanlı dünyası din-ilim çerçevesinde öneme sahip değildir. Zikrettiği isimler arasında hiçbir Osmanlı âlimi yoktur. İslam ve ilim meselesini anlatırken Osmanlı veya İstanbul dünyasını hiç zikretmez. Medreseler ise hiç geçmez. Sadece bir yerde ilim ve dil arasında bizde sorun yok derken modern mekteplere işaret eder.
Bilgi-iktidar göstergesi
Said’e göre Batı’nın Doğu ile ilgili çalışmaları evrensel bilime hizmet eden çalışmalar değildir. Bilgi, iktidar göstergesidir. Sömürülmek istenen toplum hakkında ne kadar çok bilgiye sahip olunursa, o kadar çok hükmedilebilir. Bernard Lewis’in belirttiğine göre, Batılıların Doğu’yu bu kadar iyi bilmeye çalışmalarının altında yatan sebeplerden biri de “Bilgi güçtür.” düşüncesidir. Oryantalistler, Doğulu halklar hakkında ne kadar çok bilgi edinirlerse onlara o kadar iyi hükmedebileceklerdir. (Bernard Lewis, “Oryantalizm Sorunu”, Oryantalizm Tartışma Metinleri, Editör: Aytaç Yıldız, Doğu Batı Yayınları, Ankara, 2007, s. 244.) Filistin sorununu da bu açıdan değerlendiren Said, Şarkiyatçılığın bir sosyal bilim olduğunu düşünmektedir. Kimileri, Said’i bu düşüncelerinde haklı bulur ve Batı’da yapılan çalışmalara, siyasi amaca yönelik çalışmalar olarak bakılması gerektiğini savunurlar. Türkiye, Mısır ve Orta Doğu ülkelerinde alkışlanan Said, Batı kamuoyunda da taraftar bulmuştur.
Ne yapmalı?
Bizce, insanımızın yapması gereken Batı’dan gelen her eleştiriyi kulak ardı etmemektir. Said’in de kitabının etkisiyle, Batı’nın bizim için yaptığı her eleştiriyi oryantalist bir söylem olarak değerlendirme anlayışı söz konusudur. Ancak, bu bize bir fayda sağlamayacaktır. Yapılan eleştirilerdeki ince noktayı iyice kavrayıp ona göre hareket etmek gerekir. Bu da öncelikle kendimize doğru bakmakla gerçekleşebilecek bir şeydir. Ne, “Biz kusursuzuz.” deyip bir kenara çekilmek, ne de “Biz adam olmayız.” diyerek kendimizi aşağılamak bize bir şey sağlar. Sözde dostlar ile iyi niyetlileri birbirinden ayırabilmek için kendimizi; yani tarihimizi iyi bilmekten başka çare yoktur.

Derya Kılıçkaya

 

adminadmin