Güncel
Giriş Tarihi : 28-01-2014 15:18   Güncelleme : 28-01-2014 15:18

PORTRE FETHULLAH GÜLEN

Bazı bakanların çocukları ve Halk Bankası Genel Müdürü'ne karşı düzenlenen 17 Aralık 2013 tarihli operasyondan sonra, Gülen cemaati ile AK Parti hükümeti arasındaki gerilim, devlet kurumları üzerinden ilerleyen bir çatışmaya dönüştü.

PORTRE FETHULLAH GÜLEN
27 Nisan 1941'de Erzurum’un Pasinler İlçesi'ne bağlı Korucuk Köyü’nde doğdu.
İzmir’e 1969'da merkez vaiz olarak atandı.
1979'da Gülen Hareketi'nin ilk yayını olan Sızıntı dergisi yayımlanmaya başladı.
Mart 1999'da gittiği ABD'de yaşamaya başladı.

Siyasi bir sıfat taşımamasına rağmen, Türkiye'nin 1980 sonrası siyaset sahnesinin başat figürlerinden biri haline gelen Fethullah Gülen, yurtiçi ve yurtdışında ciddi topluluklara hitap eden bir din adamı. Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde yaşamış İslam alimi Said-i Nursi’nin görüşlerini modernize edip günümüz dünyasıyla buluşturan Gülen, kendi adıyla anılan Gülen Hareketi’nin kurucusu ve lideri. Cemaat mensupları tarafından dünyanın çeşitli ülkelerinde açılan okullar ve yapılan yayıncılık faaliyetleri, hem "Hocaefendi" olarak anılan Gülen'e hem de hareketine küresel bir etki alanı sağlıyor.
Fethullah Gülen, resmi nüfus kaydına göre, 27 Nisan 1941 tarihinde Erzurum’un Pasinler İlçesi'ne bağlı Korucuk Köyü’nde dünyaya geldi. Babası imam olan Gülen, annesinin ifadesine göre Kuran-ı Kerim öğrenmeye 4 yaşında başladı. İlkokulu dışarıdan bitirdi. İlk dini bilgilerini, kendisine Arapça da öğreten babasından aldı. 10 yaşında Kuran-ı Kerim’i ezberledi ve hafız unvanını aldı. Erzurum’daki çeşitli din adamlarından klasik medrese usulü dini eğitim aldı. 14 yaşında ilk kez minbere çıkarak cami cemaatine seslenen Gülen, verdiği etkili vaazlarla dikkat çekti. Ünü kısa sürede Erzurum dışındaki illere yayılan genç imam, sık sık civar şehirlere vaaz vermeye gitti.

Nurculuk ile tanışması

Risale-Nur Külliyatı’nın yazarı, Nur Cemaati’nin kurucusu ve lideri Said-i Nursi’nin yanındaki kişilerden Muzaffer Aslan, 1957 yılında Erzurum'a geldi. Gülen de Aslan’ın sohbetlerine katılanlar arasındaydı. Kendi anlatımıyla Gülen, Nur Cemaati’nden o sohbetler esnasında etkilenerek şu cümleyi kurdu: “İşte aradığım insanları buldum." Nur Cemaati içindeki sohbetlere, derslere düzenli şekilde devam eden Gülen, 1959'da Edirne’deki bir akrabasının yanına gitti. Diyanet İşleri Başkanlığı'nın açtığı sınavları kazanarak Edirne’de imamlık yapmaya başladı. O artık devletin kadrolu din görevlisiydi. Verdiği vaazlar ve sohbet halkaları, etrafında büyük bir kitlenin oluşmasını beraberinde getirdi.

Askerlik vazifesini yaparken izin alarak memleketi Erzurum’a gelen Gülen, burada verdiği bir vaazdan dolayı mahkemeye sevk edildi. Mahkemede aklandı ancak askeri personel olması nedeniyle on gün boyunca askeri hapishanede kaldı. Askerden sonra Diyenet’e bağlı din görevlisi olarak çeşitli yerlerde imamlık ve vaizlik yaptı. Yıllarca görev yaptığı İzmir’e 1969'da merkez vaiz olarak atanması, Gülen'in hayatının kırılma noktasıydı.

İzmir günleri

İzmir’de 1980 yılına kadar kalan Gülen, bu süre zarfında, İzmir'in yanı sıra hem İstanbul hem de Türkiye’nin birçok yerinde kalabalıklara hitap etti. O artık vaazını dinlemek için insanların camileri doldurduğu bir kişiydi. 9 Eylül 1977 tarihinde İstanbul’da verdiği vaazı dinleyenler arasında, dönemin Başbakanı Süleyman Demirel ve Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil de vardı. 1979'da Gülen Hareketi'nin ilk yayını olan Sızıntı dergisi yayımlanmaya başladı. Derginin başyazılarını "Hocaefendi" yazıyordu. 12 Eylül 1980 askeri darbesinin ardından İzmir Emniyeti Müdürlüğü, Fethullah Gülen hakkında arama kararı çıkardı. bu karar üzerine Diyanet İşleri Başkanlığı’ndaki görevinden istifa eden Gülen, uzun yıllar boyunca farklı illerde gizlice ikamet etti. 1986 yılında hakkında arama emri olduğu gerekçesiyle Burdur kentinde yakalandı. Oradan İzmir’e getirildi ama mahkemece serbest bırakıldı. Altı yıldır açıktan vaaz veremeyen Gülen, serbest kalışının ardından ilk vaazını İstanbul’da verdi. İstanbul artık onun yeni adresi olacaktı.

Siyasi liderlerle buluşması

Verdiği vaazlar ve etrafındaki bağlılar halkası nedeniyle Fethullah Gülen, siyasetin görmezden gelemeyeceği bir kişi haline geldi. Diyanet'in eski bir görevlisi olmak dışında resmi hiçbir sıfatı bulunmayan Gülen, 5 Mayıs 1992 günü, ABD'nin Houston kentinde tedavi gören dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ı hastanede ziyaret etti. 1994'te ise Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın açılış törenine katıldı. Bu tarihten sonra Gülen sık sık siyasilerle beraber görünmeye başladı. Aynı sene dönemin Başbakanı Tansu Çiller ile görüştü. 1995 yılında Türkiye’nin o sıralarda en çok satan iki gazetesi olan Hürriyet ve Sabah'ta mülakatlar verdi. Böylece Gülen için tam anlamıyla dışa açılma dönemi de başladı.

Cemaat mensuplarının 1990'larda yurtdışında açtığı okullar ve Gülen'in laik kitleyi incitmemeye özen gösteren dini yorumları, ona karşı bir ilginin oluşmasına yol açtı. Bu ilgiye, merkez solda konumlanan ve laiklik hassasiyetleri yüksek Demokratik Sol Parti (DSP) ve Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) de kayıtsız kalmadı. DSP Genel Başkanı Bülent Ecevit ve CHP Genel Başkanı Hikmet Çetin de "Hocaefendi" ile görüşen siyasi parti liderleri arasındaydı. Yine laiklik hassasiyeti yüksek Cumhuriyet gazetesi onunla mülakat yaptı.

Gülen Hareketi'nin eğitim faaliyetleri bu yıllar boyunca sürekli büyüyerek ilerledi. Cemaat üyeleri Türkiye’de ardı ardına özel okullar ve dershaneler açtılar. Mülkiyetleri Gülen’e ait olmasa da bu okullar ve dershaneler "Gülen'in eğitim kurumları" sıfatıyla anılıyordu. Gülen artık Geleneksel Kırkpınar Güreşleri’ni protokol tribününden izliyor, ünlü futbolcuların nikah şahitliğini yapıyordu. Konuşmalarında sık sık hoşgörü mesajı veren "Hocaefendi", 1996'da Fener Rum Patriği I. Bartholomeos ile bir araya geldi. İki din adamı, Müslümanlar ile Hristiyanlar arasında diyalog başlatma kararı aldılar. Gülen, 1997'de rahatsızlığı nedeniyle gittiği ABD'de, ülkenin en güçlü Musevi örgütü olan Anti Defamation League (ADL) Başkanı Abraham Foxman ile görüştü. Aynı seyahatte, Katoliklerin önde gelen liderlerinden ve Papa 2. John Paul’un sağ kolu Kardinal John O’Connor ile New York'ta görüştü. 1998'de Vatikan’a giderek Papa ile buluştu. Tüm bu temaslarıyla Gülen, farklı bir Müslüman din adamı profili çizse de ülkede 28 Şubat askeri müdahale dönemi yaşanıyordu ve o da bundan payını alacaktı.

Fethullah Gülen'in evi

Reuters

Gülen, 1999'dan beri ABD'nin Pennsylvania Eyaleti'ndeki bu evde yaşamını sürdürüyor.
ABD'ye gidişi

28 Şubat sürecinde, İslami duyarlılıkları yüksek bir söylemi olan Refah Partisi (RP) ve merkez sağdaki Doğru Yol Partisi'nin (DYP) kurduğu Refah-Yol koalisyonu asker zoruyla iktidardan uzaklaştırıldı. O dönemde Gülen, Refah-Yol iktidarına mesafeli durması, hatta onların yanlışlar yaptıklarını söylemesine rağmen, cemaat mensupları ve faaliyetleri de soruşturmaya uğramaktan kurtulamadı. Önce bazı TV kanallarında, Gülen'in eski vaazlarından oluşan ve laiklik hassasiyeti yüksek kesimlerin tepkisini çekecek konuşmaları yayınlandı. Ardından da savcılar, yasadışı örgüt kurmak suçlamasıyla Gülen hakkında dava açtı. Ağustos 2000’de hakkında tutuklama kararı çıktı. Gülen, kendisine yönelik hukuki girişimleri önceden tahmin etti ve tedavi olmak gerekçesiyle Mart 1999’da ABD'ye gitti. "Hocaefendi" yaşamını halen bu ülkede sürdürüyor.

Yerelden evrensele

Fethullah Gülen, ABD'nin Pennsylvania Eyaleti'ne yerleşti. Bu yerleşim bir anlamda artık Gülen’in küresel çapta tanınmasına yol açacaktı. 11 Eylül 2001 yılında New York’taki İkiz Kulelere ve Washington'da Pentagon’a yönelik saldırılar, dünyanın dikkatini İslam üzerine topladı. Çünkü bu saldırıları, El Kaide örgütüyle bağlantılı Müslümanların düzenlediği öne sürülüyordu. Bu süreçte şiddete karşı ve diyalogu öne çıkaran bir İslam düşünürü olarak Gülen, akademinin ve uluslararası medyanın ilgisini çekti. Dünyanın farklı ülkelerinde yayımlanan gazetelerde çıkan mülakatlarında, El Kaide’nin İslam anlayışına sert eleştiriler yöneltti.

Gülen’in takipçileri de boş durmadılar. ABD'de ve farklı ülkelerde okullar açmaya devam ettiler. "Hocaefendi"nin İslam anlayışına dair özellikle Amerikan üniversitelerinde tezler yazılmaya, düşünce kuruluşlarında konferanslar düzenlenmeye başladı. ABD'de yaşayan cemaat üyeleri, İngilizce yayın yapan bir TV kanalı açtılar. Bunu yine ABD merkezli düşünce kuruluşlarının oluşturulması izledi. Dünyanın önde gelen İslam uzmanları, Gülen ve cemaati üzerine makale ve kitaplar yazdılar. Gülen Hareketi, artık küresel bir boyut kazanmıştı.

Gülen Hareketi'nin Türkiye’deki konumu

Necmettin Erbakan’ın liderliğindeki Milli Görüş geleneğinden çıkan Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti/AKP), 2002'de iktidara geldi. AK Parti kadroları, Milli Görüş gömleğini çıkarıp muhafazakar demokrat yaklaşımı benimsediklerini beyan ettiler. Ak Parti iktidarıyla beraber Gülen ve cemaati için rahatlama dönemi başladı. Hakkında açılan dava, önce çıkarılan afla düşürülen Gülen, sonra beraat etti. Cemaat, faaliyetlerini daha rahat yürütüyordu. Yeni medya organları, yeni üniversiteler ve okullar açıldı. Gülen Hareketi hiçbir zaman açıkça AKP’yi desteklediklerini söylemedi. Yaklaşımları, "Türkiye’nin demokratikleşmesine katkı yapana destek veririz" şeklindeydi.

2007 yılında Türkiye’de, aralarında emekli ve görevli askerlerin de bulunduğu, "darbe teşebbüsü" davaları başladı. Gülen’e yakın medya organları, bu davalara büyük alaka gösterdi. Soruşturmaları yürüten kolluk güçlerine ve savcılara açıktan destek veren yayınlar yapıldı. Laiklik hassasiyeti yüksek medya kurumları ve yorumcular, kolluk güçleri ve yargının bu süreçte cemaat etkisinde çalıştığını öne sürdü. Cemaat üyeleri bu iddiaları reddetti.

12 Eylül 2010 tarihinde anayasa değişikliği için referandum düzenlendi. AKP hükümetinin hazırladığı anayasa değişikliği tasarısı, 12 Eylül 1980 darbesini yapan generallere yargı yolunun açılması ve yargı sisteminin tepesinde yeni bir yapılanma öngörüyordu. Gülen Hareketi referandumda 'Evet' çıkması için uğraştı. Muhalefet ise 'Hayır' kampındaydı. Bu durum, Gülen Hareketi’nin ilk defa bir seçim ortamında AKP’yi açıktan desteklediği ilk örnekti. Gülen’in ABD’den, “İmkân olsa mezardakileri bile kaldırarak referandumda evet oyu kullandırmak lazım” mesajını iletmesi, muhalefetin tepkisini çekti. Referandumda 'Evet' sonucu çıktı.

7 Şubat 2012: Kırılma noktası

AK Parti ile cemaat mensupları arasında 2010 referandumundaki bahar havası, 7 Şubat 2012’de yaşanan ve 'MİT Krizi' diye anılan olayla kışa dönüştü. Ne hareketin bir sözcüsü ne de AKP’li bir yetkilisi isim vererek karşı tarafı suçlasa da, krizin arkasında iki tarafın bulunduğu görüşü, Türk kamuoyunda genel kabul gördü. Kriz, MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın ve üst düzey iki MİT mensubunun, PKK bağlantılı KCK soruşturması kapsamında ifadelerinin alınmak istenmesiyle patlak verdi. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, buna büyük tepki gösterdi. Gerilim, cemaat ile AKP’ye yakın yayın organlarının haber ve yorumlarından net biçimde takip edildi. Kriz, MİT mensuplarının yargılanmasını, Başbakan’ın iznine bağlayan yasal düzenlemeyle aşıldı. Bu gelişmeyi, güvenlik bürokrasisi içinde üst makamlara gelmiş çok sayıda polis şefinin başka şehirlere atanması, hatta bazılarının aktif görevden alınmaları izledi. Hükümetin bu tasarrufu, farklı çevreler tarafından Gülen Hareketi’ne yakın polislerin pasifleştirilmesi şeklinde yorumlandı.

17 Aralık 2013: Gerilimden açık çatışmaya

AKP ile Gülen Hareketi arasındaki sorunlar, 2013 yılının yaz aylarında Türkiye’nin en çok tartışılan konuları arasındaydı. Haziran 2013'teki Gezi Parkı protestolarından itibaren cemaate yakın medya kuruluşlarında, Başbakan Erdoğan’a yönelik eleştiriler yoğun yer kaplamaya başladı. Gülen Hareketi mensuplarının yargı ve güvenlik bürokrasisi içinde örgütlendikleri ve adeta "paralel devlet" kurdukları tezi, 2003'ten itibaren ulusalcı çevrelerde sıkça dile getiriliyordu. Bu tez, 2011 genel seçimlerinden sonra hükümet kanadında da kapılı kapılar ardında dile getirilip tartışılır hale gelmişti. Bahsi geçen iddialar, Kasım 2013'te gündeme gelen hükümetin özel dershaneleri kapatma girişimlerine cemaatin ağır tepki vermesiyle zirveye ulaştı. Başbakan Erdoğan ve kabinesinin bu konuda geri adım atmaması üzerine taraflar arasındaki ipler kopma noktasına geldi.

Bazı bakanların çocukları ve Halk Bankası Genel Müdürü Süleyman Aslan'ın yolsuzluk yaptığı iddiası ile 17 Aralık 2013 günü düzenlenen operasyon akabinde, AKP hükümeti-cemaat gerilimi açık bir çatışmaya dönüştü. Türkiye kamuoyu, cemaat mensubu bürokratların devlet içinde devlet oluşturdukları ve bunun ülke güvenliğini tehdit ettiği iddiasının, doğrudan Başbakan Erdoğan ve bakanlar tarafından seslendirildiğine tanıklık ediyordu artık.

Kaynak: Al Jazeera 
adminadmin