Analiz
Giriş Tarihi : 03-10-2016 10:47   Güncelleme : 03-10-2016 10:47

Prof. Dr. Mahmut Aydın yazdı: FETÖ’nün Adam Devşirme Yolu: Kitlesel Kurtuluş

Ondokuz Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mahmut Aydın, FETÖ’nün ‘kitlesel kurtuluş’ vaadini kaleme aldı.

Prof. Dr. Mahmut Aydın yazdı: FETÖ’nün Adam Devşirme Yolu: Kitlesel Kurtuluş

Etrafımıza baktığımızda İslam’ın gereklerini yerine getirerek Kur’an ve Sünnet tarafından şekillendirilen bir kul olarak kurtuluşu yani Cennet’i kazanma anlayışı yerine bir cemaate, tarikate dahil olmak veya “şeyh” efendinin eteğine yapışmak suretiyle kestirmeden Cennet’i kazanma anlayışının toplumumuzda giderek yaygınlaştığına şahit olmaktayız. Bu anlayış da beraberinde liderinin direktiflerini harfiyen yerine getirerek onun üzerinden Allah’ın rızasını kazanmak adına her şeyin yapıldığı FETÖ ve benzeri yapıların palazlanmasına yol açmaktadır. Herkesin malumu olduğu üzere FETÖ’nün kitlesel kurtuluş vaad ederek oluşturduğu “altın nesil”, 15 Temmuz 2016 gecesi kitlesel kurtuluşlarını gerçekleştirmek için anne-babasını, iş arkadaşını, komşusunu velhasıl milletini eline geçirdiği kitle imha silahlarıyla katletme teşebbüsünde bulunmuştur. Yolda yürürken karıncayı bile incitmekten imtina ettikleri yaygın bir kanaat olan bu “altın neslin”, günü geldiğinde gözünü kırpmadan milletine ve devletine kastetmesinin en temel nedenlerinden biri hiç şüphesiz örgüt lideri Gülen tarafından kendilerine empoze edilen kitlesel kurtuluş vaadidir. Bu noktadan hareketle bu yazıda İslam dışı dini geleneklerin kitlesel kurtuluş ile ilgili verilerilerinden de yararlanarak İslam’ın öngördüğü kurtuluşun/necatın mahiyeti üzerinde durulacaktır. Amacımız kitlesel kurtuluş söylemlerini kullanarak taraftar devşiren FETÖ ve benzeri yapıların söz konusu söylemlerinin İslami olmadığını ortaya koyarak bunlara itibar edilmemesi noktasında halkımızı uyarmaktır.

Seçkinler ve dinleyiciler

İnsanlığın dini tarihine baktığımızda ahiret inancı olan dini geleneklerde kurtuluş/necat, Yaratıcı tarafından kabul edilebilir bir kul olma dolayısıyla da Cennet’i elde etme şeklinde ifade edilmektedir. Ahiret inancına yer vermeyen Hint kökenli dini geleneklerde kurtuluş ise ruhun yeniden doğum-ölüm yani reenkarnasyon sürecinden kurtulması anlamına gelmektedir. Bu çervede örneğin Konfüçyanizm,  Budizm’in bazı kolları, Yahudilik ve İslam gibi dinler mensuplarının yaptıkları eylemlerle bireysel kurtuluşu öngörürken Maniheizm, Hinduizm, Budizm’in başka kolları, Hristiyanlık gibi dinler de büyük oranda bir gruba ait olma ya da bir kurtarıcıya tabi olma çerçevesinde kitlesel kurtuluşu savunmaktadır.

Maniheizm’de toplum seçkinler ve dinleyiciler olarak ikiye ayrılarak seçkinlerin otomatik olarak kurtuluşu hak ettikleri, dinleyicilerin ise seçkinlerin ihtiyaçlarını karşılayarak ve onlara hizmet ederek şefaatlerini kazanmak suretiyle kurtuluşa ulaşabileceklerin altı çizilmektedir. Mahayana Budizm’inde manastır teşkilatının tüm üyelerinin arhat yani nefret, cahillik gibi duygulardan arınmış kusursuz kişiler olduğu vurgulanarak bunların görevinin diğer insanları arhat yapmaya uğraşmak olduğunun altı çizilmektedir. Hristiyanlıkta bireysel eylemlere yer olmakla birlikte esas olanın insanlığın günahına kefaret olarak çarmıhta kanını döken İsa-Mesih’in kurtarıcılığını kabul etmek olduğu öğretisi öne çıkmaktadır. Özellikle Protestan Hristiyanlıkta İsa-Mesih’in kurtarıcılığının kabul edilmesiyle Tanrı’nın inayeti otomatik olarak kazanılacağından kişi her ne yaparsa yapsın eninde sonunda kurtuluşa ulaşacaktır. Taraftarlarının bireysel eylemlerini önemli kabul etmesine rağmen Yahudilik bile mensuplarının Tanrı’nın seçkin halkı olduğunu ileri sürmekle kitlesel kurtuluşu ima eden bir dini gelenektir. Keza Hinduizm’de de din adamları ve entelektüellerin oluşturduğu Brahminler sınıfı, reenkarnasyon sürecinden kurtulma noktasında diğer sınıflara göre daha avantajlı bir konumdadır.

İslam’ın diğer dini geleneklerden en ayırt edici vasıflarından biri de mensuplarının kurtuluşu  konusundaki  tutumudur. İslam kitlesel değil, mensuplarının iman ve amelleri bağlamında elde edecekleri bireysel kurtuluşu önceleyen bir dini gelenektir. Necm Sûresi 39. ayeti kerimesinde Yüce Allah, “İnsan için kendi emek ve gayretinin karşılığından başka hiçbir şey yoktur” buyurarak mü’min kişinin Allah tarafından kabul edilebilir bir kul olup olmadığının yegane belirleyici unsurunun kendi eylemleri olacağının altını çizmektedir. Yine Kur’an Bakara 62. ve Maide 69. ayetlerde, kişinin ahiretteki durumunun belirli bir dini geleneğe mensup olmasına göre değil, tek bir ilaha inanmasını ifade eden Allah inancına, bu dünyada yaptığı eylemlerin hesabını eksiksiz bir şekilde vereceğini ifade eden ahiret inancı ile dünyada ıslah edici eylemelerde bulunması anlamına gelen salih amellere bağlı olduğu vurgulu bir şekilde ifade edilmektedir. Keza İslami öğretiyi bizlere ulaştıran ve kendi yaşantısında vücut bulduran rahmet elçisi Hz. Muhammed de kızı Fatıma’ya “Ey kızım Fatıma! Babam Peygamber diye sakın güvenme. Rabbine karşı kulluk vazifeni yap. Eğer Allah’tan nefsini satın alamazsan vallahi ben bile seni kurtaramam” uyarısında bulunarak kurtuluşundan kızının bizzat kendisinin sorumlu olduğunu, Peygamber babasının bile Cennet’i elde etme konusunda kendisine yardımcı olamayacağını altını çizmektedir.

Dini yaşantımızı aklımızı kiraya vererek değil, devre dışı bırakarak değil; vahiy ekseninde çalıştırarak inşa etmemiz gerekmektedir.

Kurtuluşun/necatın belirli bir dine bağlı olmakla değil, belirli inanç ve eylemlere sahip olmanın bir sonucu; yani kitlesel değil, bireysel olduğu gerçeğine karşın toplumumuzda belirli bir dini gruba, cemaate, tarikate veya tarikat koluna mensup olmanın kişiyi otomatik olarak kurtuluşa ulaştıracağı anlamında kitlesel bir kurtuluş algısının hızla revaç bulduğu da gözden kaçmamaktadır. Öyle ki bu süreçte birtakım kişiler için “Gavs”, “Kutup”, “Kainat İmamı”, “Hocaefendi” “Mehdi”, “Mesih” gibi yüceltici sıfatlar kullanılarak önce bu kişiler aşkınlaştırılmakta, sonra da onlara mutlak itaat edenlerin kitlesel olarak kurtulacağı ifade edilmektedir. Gerek yazılı gerekse görsel medyada da yer aldığı üzere bu tür kişilerin huzurunda bir an bulunmanın şu kadar yıl ibadete bedel olacağı, falanca tarikatın falanca koluna mensup olanların sorgulanmaksızın Cennet’e konacağı, falanca cemaat liderinin Cehenneme atılacak kişilere aracılık edip onların Cennet’e girmesini sağlayacağı şeklindeki söylemler, kitlesel kurtuluş vaadiyle kitlelerin, ilgili kişilerin ve onların temsil ettiği tarikatlerin veya cemaatlerin etraflarında toplanmasını sağlamaya yönelik girişimlerden başka bir şey değildir.

İslam kitlesel değil, mensuplarının iman ve amelleri bağlamında elde edecekleri bireysel kurtuluşu önceleyen dini bir gelenektir.

FETÖ’nün “Cemaat veya hizmet hareketi” olarak kabul edildiği 17/25 Aralık 2013 öncesinde siyasetçisinden iş adamına, gazetecisinden bilim insanına ve entelektüellerine kadar toplumun her kesiminden kişilerin, FETÖ lideri Gülen’in rızasını kazanmak için Pensilvanya’daki ininin yolunu aşındırdığı ve burayı adeta bir kutsal mekana dönüştürdüğü hâlâ hafızalarımızdaki tazeliğini korumaktadır. Söz konusu mekan bir turizm merkezi, Gülen de bir turistik obje olmadığına göre bu insanlar buraya ister uhrevi kurtuluş isterse de dünyevi çıkar için gitmiş olsunlar, temel amaçları aslında kitlesel felah bulmaktan başka bir şey değildi. Halbuki Müslüman’ın arınmak ve yeni bir başlangıç yapmak için ziyaret edeceği yegane mekan Umre ve Hacc için gidilen Mescid-i Haram ve Mescidi Nebevi’dir. Bu mekanları ziyaret varken yeni bir başlangıç için FETÖ’nün inini ziyaret edenlerin Allah’ın değil, Gülenizm kültünün liderinin rızasını kazanmayı hedef edindikleri aşikardır. Keza FETÖ’nün en önemli finans kaynaklarından biri olan himmet toplantılarında ciddi bağışlar toplanmasının en önemli nedeni, bağışcıların Gülen’in; dolayısıyla da Allah’ın rızasını(!) elde ederek hem dünyevi hem de uhrevi anlamda kitlesel kurtuluşa ulaşacakları yönündeki inançları olsa gerek…

Aslında birer insani kamil yetiştirme merkezleri olan ve isteyen herkesin de otomatik olarak kabul edilmediği tarikatlar ile sivil toplum hizmeti gören cemaatler modernizmin de etkisiyle zamanla eğitim kurumu ve gönüllü hizmet kuruluşları olmaktan çıkıp mensuplarına makam, mevki ve dünyevi menfaat sağlayan yapılara dönüşmüşlerdir. Sonunda da aslında verdiği manevi eğitimle kişinin bireysel kurtuluşunu gerçekleştirmesine yardımcı olan bu yapılar, hem modern hayatın gayridini imkanlarından azami derecede yararlanmak isteyen hem de bir şekilde kestirmeden kolayca Cennet’i kazanma arzusunda olan kitlelerin kurtuluşunu sağlayan aracı kurumlara dönüşmüşlerdir. Bu dönüşüme etki eden en önemli faktör de şüphesiz söz konusu oluşumların bir taraftan dünyalık, diğer taraftan da buna bağlı olarak siyasi nüfuz ve güç devşirme arzularıdır.  Bu noktada kastımızın daha iyi anlaşılabilmesi için şu hususun altını çizmek istiyoruz: Nasıl ki örgün eğitim kurumlarının eğitmenleri eğitim verdikleri öğrencilere sadece bilgi, beceri ve tecrübe kazandırarak onları geleceğe hazırlıyorsa ve bunu yaparken de onları otomatik olarak iş sahibi yapmıyorsa, aynı şekilde tarikatlerın ve gönüllü hizmet kuruluşları olan cemaatlerin hedefi de mensuplarının kitlesel olarak hem uhrevi hem de dünyevi kurtuluşlarını sağlamak değil, onları Allah tarafından kabul edilebilir bir kul ve içinde bulundukları topluma azami katkı sunan erdemli bireyler olarak yetiştirmek olmalıdır.

Akıl ve vahiy ölçütü

Sonuç olarak yukarıda örneklerini verdiğimiz dini geleneklerde olduğu gibi otomatik bir kitlesel kurtuluşu değil, mü’min kişinin kendi emek ve gayretiyle elde edeceği bireysel felahını savunan İslam, aidiyeti bağlamında hiçbir bireyin veya grubun ayrıcalıklı bir pozisyona sahip olmadığının altını çizer. Buna göre dini yaşantımızı, aklımızı kiraya vererek, devre dışı bırakarak değil; vahiy ekseninde çalıştırarak inşa etmemiz gerekmektedir. Bunu yaparken de elbette manevi önderlerden yardım alabiliriz. Ancak burada temel ölçü manevi yardım aldığımız kişilere veya temsil ettikleri oluşumlara “onlar mutlak hakikati temsil ettiklerinden her şeyi bizden daha iyi bilir veya söylediklerinde ya da yapıp ettiklerinde yanılmazlardır” mantığı içerisinde körü körüne teslim olmamaktadır. Eğer vahiy ve akıl ölçütünü devre dışı bırakarak fani önderleri referans alırsak, 15 Temmuz darbe girişimi gibi dini referanslı benzer daha pek çok kalkışmayla karşı karşıya kalmamız kaçınılmaz olacağı gibi ahiretimizi de kaybetmemiz mukadder olacaktır.

PROF. DR. MAHMUT AYDIN - KARAR

adminadmin