Kültür
Giriş Tarihi : 08-12-2019 08:00   Güncelleme : 08-12-2019 08:00

Putperestlik uygulamasının merkezi!

Putperestlik uygulamasının merkezi!

Sayın Millî Eğitim Bakanımızın, tarih ve coğrafya gibi temel dersleri seçmeli ders kategorisine alması son dönemlerde en ciddi tepkilere neden olmaktadır. Kendisi geçtiğimiz hafta ulusal bir kanalda durumun böyle olmadığını bildirdi. Oysa gerçekler kendisini tekzip etmektedir. Şairin; "Âlemde bir devir dönüyor amma/Devri Frenk midir İngiliz mi bilmem" dediği gibi Millî Eğitim'de de bazı uygulamaların nedenini açıkçası kestiremiyoruz.

Misal olarak 10 Kasım’da okullarda resme karşı secde seansları düzenlenmiş ve toplumun büyük tepkisine yol açmıştı.

Millî Eğitim Bakanımız müdürler hakkında soruşturma açıldığını belirterek toplumun gazını aldı.

Hâlbuki Millî Eğitim Bakanlığına bağlı “Eğitim ve Bilişim Ağı” (EBA)’na girenler gözlerine inanamıyordu. Zira resme tapınmanın kaynağı orasıydı!.. Bu uygulama örneği orada bulunuyordu. Öyleyse müdürlere açılan göstermelik soruşturma neyin nesiydi?

Altı oku çekerek secdeye yatma seansı hâlâ EBA’da duruyor. Bilginize!

Evet Millî Eğitim Bakanına söylüyorum. Mesele sadece tarihi seçmeli yapmanız değil tarih müfredatları da rezalet. Kitaplardaki faydasız bilgi yığınından şuurlu ve bilinçli nesiller çıkmaz.

Rahmetli Oktay Sinanoğlu Bey’in dediği gibi, İngiliz muhiplerinin tesirinden kurtulamayacak mıyız?

Şayet tarihi adam gibi öğretmezsek dinimizi, dilimizi, edebiyatımızı, coğrafyamızı bir anlamda manevi ve maddi değerlerimizi gençlerimize veremezsek açık söylüyorum:

Yarınlarda vatanı işgal edilirken âlem yapan nesiller bulursunuz!

Gaflet içindesiniz!

Tıpkı Sultan II. Abdülhamid Han’ın tahtından alaşağı edilmesiyle âlem yapan mankurtlar gibi. Hâlbuki o günlerde dört asırlık Türk yurdu, Turgut Reis’in emaneti Trablusgarp elimizden kayıp gidiyordu. Arnavutluk ve Balkanların elimizden çıkışının hazırlıkları yapılıyordu. Peki Abdülhamid Han’ın gidişi ile bayram yapan Türk gençleri ne ile meşguldü?!.

Buyurun Selanik’te Alatini Köşkü'ne uzanalım...

Bir gün köşkün bahçesinde yoğun bir hareketlilik göze çarpıyordu. Zabitler koşuyorlar, gülüyorlar, patırtı kıyamet kopuyordu. Köşktekiler ne olduğunu merak ederek hayretle pencerelerden olanları izliyorlardı. Bu gürültüler, bu keyifli kahkahalar Abdülhamid Han’ın da dikkatini çekmişti.

“Bahçede bir eğlence mi var?” diye sormuş̧ ise de üzüleceğini bilerek kimse kendisine doğru bir cevap veremedi. Abdülhamid Han iyice şüphelenmişti. Muhafızı Rasim Bey’i isteyerek bu defa ona sordu: “Bahçede bir eğlence veya ziyafet mi var?” Rasim Bey pek de söylemek istemediği halde, “Evet” deyince sabık Padişah: “Herhâlde mühim bir misafir olacaktır. Kimdir?” Rasim Bey yine istemeyerek: “Sandanski geliyor. Birlikte yemek yiyeceğiz.”

Bulgaristan’da binlerce Türk ve Müslümanın kanına giren bu cani “Hareket Ordusu” ile İstanbul’a gelmiş̧ ve Yıldız Sarayı yağmasında da başrolü oynamıştı. Şimdi kendisi Alatini Köşkü’nde ağırlanacak ve ziyafet çekilecekti.

Abdülhamid Han fevkalade canı sıkılarak, “Dünkü̈ düşmanımız, bugün dostumuz mu oldu Rasim Bey?” dedi. Rasim Bey, “Evet şimdi dostuz” diyerek cevapladı. Abdülhamid Han acı acı gülümseyerek;

“Aldanıyorsunuz Rasim Bey! Sandanski ve ona benzeyen adamlar hiçbir vakit Türk’ün dostu olamazlar. Gaflet içindesiniz. Aklınızı başınıza toplayınız. Yazıktır. Binlerce Türk’ün kanını bu komitacılar emmişlerdir. Pişman olmamanızı temenni ederim” dedikten sonra bir müddet durup arkasından şunları da ilave etti: “Bakınız ben saltanattan çekilmiş̧ bir adamım. Benim felaketim şerefine bir Türk düşmanına verilen ziyafet ve gösterilen hürmet benden ziyade sizin için acıklıdır. Pek teessüf ederim!..”

II. Abdülhamid Han’ın tarihe not düştüğü sözler, kendisinin nasıl bir Türklük şuuruna sahip olduğunun en büyük delilidir. Bu arada Türklük davasıyla hareket ettiklerini iddia eden İttihatçıların zavallı hâli de gözden kaçırılmamalıdır.

Rasim Bey bu haklı ve yerinde sözler üzerine önüne bakarak dışarıya çıktı. Bahçede o eski neşe kalmamıştı...

Sinop baskınının 166. yılında yaşanan rezalet!

Sultan Abdülhamid Han anlaşılmayınca, tarih bilinmeyince ve ibret alınmayınca maalesef her gün yeni bir yüz karalığı yaşamaktayız!..

Tarih fukaralığını gösteren üzüntü verici bir faaliyet geçen hafta Sinop Boyabat’ta yaşandı. Önce tarihî hadiseye ışık tutalım:

İngiltere bundan 166 yıl önce Osmanlı Devleti’ni Ruslarla Kırım Savaşına ve ardından borcun içine sürükleyebilmek için Sinop baskınına zemin hazırlamıştı. Sinop şehrimiz, 30 Kasım-1 Aralık 1853 tarihinde en felaketli günlerinden birini yaşadı. Rus kalyonları beklenmedik bir şekilde sabah erkenden limanı ablukaya almış ve yoğun bir bombardımana tutmaya başlamıştı.

Ağır yaralar alan Osmanlı sancak gemisi Avnillah, perişan vaziyette karaya vurdu. Düşmanın kullandığı obüs topları ve humbaralar yangın çıkardığından, Türk leventleri bir yandan da yangınla mücadele etmekteydiler.

Türk gemisi Navek-i Bahri ise düşman filosunca kuşatıldı. Binbaşı Ali Bey, fırkateynini Ruslara kaptırmamak için gemiyi havaya uçurma emrini verdi. Kendisini dinleyen olmayınca önce personelin gemiyi terk etmesini sağladı. Ardından yaktığı meşaleyi bizzat cephaneliğe fırlattı. Adamlarının ısrarla gemiyi terk etmesini istemelerine ise şu cevabı verdi:

“Sizler vazifenizi sonuna kadar yaptınız, gitmekte serbestsiniz. Ama benim vazifem henüz bitmiş değildir. Bir gemi kumandanı şartlar ne olursa olsun gemisini terk etmez. Ancak gemisi ile mukadderat birliği yaptığı takdirde vazifesini bitirmiş̧ olur.”

Kısa bir süre sonra cephanelik müthiş̧ bir gürültü ile infilak etti. Yüzlerce parça hâlinde havaya yükselip, sonra denize döküldü̈. Büyük kahraman Ali Bey şehit düşerken kendisini saran Rus gemilerine de zayiat verdirmişti.

Ancak Rus gemilerinden atılan humbaralarla Türk gemilerindeki hasar oldukça artmıştı. Saat 14.30’u gösterirken, denizin üzerinde sağlam Türk gemisi kalmamış bulunuyordu. Yüzlerce insan filikalara yahut bir seren parçasına sarılarak kurtulmaya çalışırken boğuldu.

Ruslar ise savaş kurallarına uygun olmayan bir biçimde şimdi bütün kinlerini denize düşmüş Türk askerlerine doğrultmuşlardı. Uzun bir süre Türk gemilerinden denize dökülmüş, ölümle pençeleşen yaralı Türklere kancalar, balyozlar savurarak; uzaktakilere top ateşi açarak denizin üzerini kızıl renge çevirmekle, bir vahşet tablosu çizdiler.

Ne var ki bu acı tablo da onları tatmin etmeye yetmeyecek ve kalyonların ölüm kusan topları şehrin özellikle Müslüman mahallesi üzerine çevrilecektir.

Şehirde bulunan tabyalar, baskın sırasında Rus donanmasına karşı mukabelede bulunmuşsa da, topların küçüklüğü ve menzillerinin kısalığı yüzünden pek etkili olamayacaktı...

Netice olarak baskın sonunda on iki Türk savaş gemisinden on biri tamamen tahrip edilerek batırılmıştı. Türk filosunda görevli kaptan, zabit, asker, gemi personeli ve diğerleri olmak üzere toplam üç bin kişiden iki bini şehit düşmüştü.

Bombalamadan şehir de nasibini almıştı. Yedi mescit, iki mektep, üç yüz ev ve iki yüze yakın dükkân yanmıştır. Halkın süratle şehri boşaltması üzerine beş şehit verilmişti.

Baskında Sinop’un çok büyük tahribata maruz kaldığı ve uzun süre eski canlılığını yakalayamadığı, kaynaklarda belirtilmiştir. Nitekim 1853 yılı öncesinde yazılan eserlerde, nüfus 10-15 bin arasında gösterilirken, baskın sonrasındaki kayıtlarda 6-9 bin civarında olduğu belirtilmiştir..

Geçtiğimiz sene hadisenin 165. yıl dönümünde ilk kez Ayancık’ta şehitlerimizi andık. AK Partili Belediye Bakanı Aslan Özdemir Bey Kur’ân-ı kerim tilaveti ve dualarla bir büyük vefayı gösterdi. Ardından tüm Ayancıklılara balık ziyafeti verdi.

O gün AK Parti Sinop vekilimiz de oradaydı. Birkaç ay sonra da yerel seçimler yapılacaktı. Vekil Bey bütün Ayancıklıların sevgisini kazanmış Aslan Bey’i aday göstertmedi. Ayancık göz göre göre kaybedildi.

Sinop’un tarihindeki bu en acı gününün 166. yıl dönümünde ise ne görelim! Bu defa Boyabat’ta Hande Yener konseri vardı. Vekilimiz acaba binlerce şehit verdiğimiz bir günün arifesinde Hande Yener’le coşmak için mi Ayancık Belediye Başkanımızı cezalandırmıştı, anlayamadım! Ben bu tarih fukaralığına ayıp diyorum ve yuh diyorum.

Millî Eğitim Bakanımıza da onun için tarih şart diyorum. 

Aksi hâlde ülkeler elden giderken oyun ve oynaşta olan bir nesil yetiştirirsiniz!

TEFEKKÜR

Vakfdır mülk olamaz kimseye bu dâr-ı gurur

Gezme gaflet içre bu temelsiz viranede

Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil / Türkiye Gazetesi

adminadmin