Kültür
Giriş Tarihi : 11-03-2018 13:00   Güncelleme : 11-03-2018 13:17

Sabrın ve tahammülün neresinden Sınıf bilinci doğuyor? -I-

Sabrın ve tahammülün neresinden Sınıf bilinci doğuyor? -I-

Cuma Mektupları’nın kapağını kim çevirdiyse orada, oradaki daha ilk yazıda bir siperden söz ettiğimi görmüştür. Küfrün tehacümünden müteessir bir Müslüman olarak müstahkem mevki zaruretine inancım tamdı. Bugün bunun zaruretine inanmıyor muyum? Dünden daha çok inanıyorum ve fakat dün benden başka o mevkii işgal edeceği zannı güttüklerim fos çıktı. Ne yaptılarsa onların hali beni pes ettiremedi. Şimdilerde başını örten kızın felsefe bilmesine takmışlığım yetmezmiş gibi bir de tutmuş Türkler olarak talihimizi elimize tarihimizden söküp almaktan söz etmekteyim. Bir gün siperden fırlayıp hakkını söküp almak!  Bu ne hırs? Bana ne oluyor? En başından beri kafayı üşütmüş biri miydim? Yoksa delilik bana ısrarlı Türklük vurgum sebebiyle mi arız oldu? İhtimal ki, doğruluk payı her ikisinde de var.

İntiharın deva olmayacağı telaşıyla kalıbımı şiirin saçağı altına fırlatışım ve siyasi bağlanma düsturlarına riayette karar kılışım sebebiyle başımdan geçenleri anlatsam sanmayın ki roman olur. Reality is stranger than the fiction. Hayatım boyunca önce benden esirgenmesinden korktuğum bir mensubiyeti delice aradım. Devlete mi mensup idim; millete mi? Aradığımı bulsam bile bunun dünyada geçen vakti anlamlandırmada yetersiz kalacağını fark eder etmez aidiyetimin peşine yine delice düştüm. Aidiyetime sadakatten inhiraf edersem mensubiyetimi kirleteceğim düşüncesiyle çabalarıma hız verdim.

Hayatımı bir yerden ödünç mü almıştım; yoksa hayatım bana hediye mi edilmişti? Borç ödemek ve armağanın kıymetini bilmek arasında gidip gelmelerden o vaziyet ortaya çıktı ki Türk tarihini insanların benim arayışımı anlamlı bulup bulmadıkları nokta-i nazarından okuyanlar yüzlerini sınıf bilincine çevirecek kattadırlar. Bu kat dayalı döşeli bir kat değil. Benden ne okuduysa okuduğunu anlamak çoğu kimsenin keyfini kaçıracak ve itirazlar yükselecektir. Türklerin talihlerini tarihten söküp ellerine almasına tarihten gelebilecek herhangi bir itirazı göğüslemek mümkün olursa bu ancak sine-i millete dönmekle olacak.  

En başından beri bir dolap çevrildiğinin ve bu dolabın aleyhime çevrildiğinin farkındayım. Bilinç nasip olduysa bana “Âlemde felek zulmedecek bir beni seçti” demeyişimden, diyenin ben olmayışından nasip oldu. Allah’ın kullarına zulmetmediğinden, insanların birbirine her fırsatta zulmettiğinden haberdar edildiğim kadarıyla şarkılarda, türkülerde rastlanılan kara bahtım dövünüşü benden uzak durdu. Konrad Adenauer tarih denilen şeyin “Önlenebilir hadiselerin cereyanından ibaret” olduğunu söyler. Ben de aleyhime dolap çevirenlerin bunu pekâlâ yapmayabileceklerini biliyorum. Türk olmam hasebiyle tarihte kimin bana ne gözle baktığından doğmuş sonuçları hesaba katıyorum. Yani benim de bir hesabım var.      

Bilincine erildiğinde ikbal vaat eden şeyin, “sınıf” vakıasının başına ne geldiğine bir bakalım: Devlet sınıfları dememiz söz konusu olduğunda sınıf kelimesinin çoğul hale “sunuf” olarak girdiğini görüyoruz. Osmanlının sunuf-ı devleti vardı. Bir de Osmanlıya haraç vermeyen beraya sınıfı vardı. Esnaf beraya içinde idi. Sınıfın çoğulu “esnaf” olunca iş değişiyor. Esnaf kelimesi her ne kadar sınıflandırmağa tâbi tutulanlara takılan isim olsa da toplum hayatının sıhhatini muhafaza edişi meyanında itimada şayan kişilerin sıfatı oluyor aynı zamanda. Bu iki çoğul arasındaki fark ışık kendi yüzümüzü ağarttığı nispette böyledir. Parlak kılınan yüzümüze takılan maske olduğunda ise işler maskeyi takanın kâr ettiği sahada döndürüldü, hâlâ dönüyor.

Türk’ün yüzüne maskeyi kim taktı, niçin takıldı? Avrupalılar Türk’ü önce Türk olarak değil, Saracen olarak bildi. Bu meyanda Malazgirt muharebesinden yirmi dört sene sonra Haçlı Seferleri icat ve ilân edildi. Dikkat edin: Her ne kadar henüz İbrani-Hıristiyan/Greko-Romen dünya Türk’ü Saracen olarak biliyor idiyse de Türk tarih sahnesine bilfiil millet-i hâkime olarak çıktı. Türklerin eli değmeseydi Abbasi hükümranlığı yeterince müessir olamayacaktı. Türk’ün tersinmez hali yani “öteki” olarak Türk Avrupalının kafasında İstanbul’un fethi vesilesiyle tebellür etmiştir. Bizans’ı, Atina-Kudüs hattında açmış olan ebruli karanfili tarihe gömüp İbranî-Hıristiyan/Greko-Romen bir Avrupa’nın varlığına kast eden Türk kimdi? Olsa olsa bunlar Troya savaşı sırasında otorite boşluğundan bilistifade Anadolu’ya dolmuş Asyalılardı. İşte size Avrupa kafasının ilk Türk yorumu!

İsmet Özel

http://www.istiklalmarsidernegi.org.tr

adminadmin