Röportaj
Giriş Tarihi : 11-10-2019 11:05   Güncelleme : 11-10-2019 11:17

Sadettin Turhan: Biz peygamberimizin yaktığı ışığı Görmek zorundayız!

Sadettin Turhan: Biz peygamberimizin yaktığı ışığı Görmek zorundayız!

Müslümanlar olarak, İslam coğrafyasında ve bütün yeryüzünde Hz. Muhammed (s.a.v)’in hayatını, ahlakını, hedefini, mücadelesini önce kendimize sonra bütün insanlığa anlatıp, oradan ancak bir huzur ve güven yolu bulabiliriz. Bu minvalde önemli çalışmalara imza atan araştırmacı yazar Sadettin Turhan ile Rahmet Damlaları mottosuyla yayımladığı “Efendime” kitabı hakkında konuştuk. Sadettin Turhan, “Peygamberi çağımıza taşımalıyız ki bu çağın hastalıklarından kurtulabilelim, muhafaza edilebilelim” dedi.

Hocam, “Efendime” isimli eseri kaleme almanızda ki amacınız nedir?

Böyle bir soru için teşekkür ediyorum. Dünya tarihinde çok kötü zamanlar geldi geçti. Nice milletler, nice yöneticiler, nice kavimler geldi geçti. Ama hiçbiri Efendimiz (s.a.v.) kadar sevilmedi. Hiçbiri toplum hayatını bu kadar değiştiremedi. Hiçbiri karanlık bir çağı, bir devri kapatıp üzerine yeni bir ışık açmadı.

Biz 1400 – 1500 yıl sonra hala bu aşkı ve sevdayı yüreklerinde yeşerten, barındıran, ismi anıldığında kalbinin üzerine elini götürüp O’na salat ve selam getiren bir ümmetiz. Her devrin, her çağın, her insanın bu dinin Peygamberine, Efendimiz (s.a.v.)’e ihtiyacı var. Ve bu ihtiyaç her geçen gün daha şiddetli bir şekilde artmakta.

Bir kişiyi tanımak onu sevmenin giriş kapısıdır. Tanımadığınızı sevemezsiniz. O yüzden bu aşkın, bu sevdanın, belki de adı konulamayan bu hasretin adı Efendim’e. Ne düşünerek bu eseri kaleme aldık. Efendimiz (s.a.v.) bedenen aramızdan ayrılsa bile ruhaniyeti ve şahsiyeti aramızdadır. Bugün evimize, gönlümüze misafir olsa O’na kendimizi nasıl arz eder, ashabın onunla yaptığı gibi nasıl sohbet ederdik? Kendimizi nasıl ifade eder ve O’na muhabbetimizi nasıl ortaya koyardık?

İşte bu duygu ve düşüncelerle ele alınmış bir çalışma diyebiliriz. Kısa kısa mektupların olduğu, Peygamberle diz dize, göz göze oturuyormuş gibi, tıpkı ashab gibi, Ebu Bekir (r.a.) gibi ve değerli kardeşleri gibi görüp değerlendirebilmek için kaleme aldığımız bir çalışma.

İkinci önemli sebepte; bugün Efendimiz (s.a.v.) ile İslam’ı ayırmaya çalışan, İslam’la, Kur’an’la mü’minlerin arasına bir set çekmeye çalışan, adı sanı ne olursa olsun bir güruh var. Bir noktada buna da cevap olması açısından Efendim’e eserini ortaya koyduk ki biz Kur’an’ın canlı, kanlı, yürüyen örneği olan Efendimiz (s.a.v.)’e layık bir ümmet olabilmek için gayret edelim, gayret edelim, gayret edelim.

Bu eserde sadece mektuplar değil, Peygamberi tanımak, ahlaki özellikleri, hayatı, ashabın dilinden Peygamberler, Peygamberler’den nasihatler, salavat örnekleri ve en önemlisi de Veda Hutbesi gibi konuları da bu kitabın içerisine alarak Peygamberi tüm bedenimizde hissetmek için yapmış olduğumuz bir çalışma.

BİR KİŞİYİ TANIMAK ONU SEVMENİN GİRİŞ KAPISIDIR

Kitaptan hareketle Efendimizi çağa nasıl taşımalıyız?

Muazzam bir tespit olmuş. Öncelikli olarak şunu ifade edelim ki bir şeyi taşımanın ilk yöntemi onu tanımaktır, onu anlamaktır, yaşamaktır.

Efendimiz (s.a.v.) karanlık bir çağda, eğitim seviyesi düşük bir toplumda, her türlü ahlaksızlığın ayyuka çıktığı bir toplumda tek başına yeşeren bir gül idi. Ve O gül, Mekke’de Erkam’ın evinde, Medine’de Suffa’da bir çağı, bir devri, bir kirliliği, bir cahilliği yok ederek yeni bir dönem başlattı. Dünyanın her bölgesine 23 sene gibi kısa bir sürede bir devlet kurdu. Medine devletini, bir yürek devletini kurdu.

Evet, bunu da çağımıza taşırken, aynı o gün yapıldığı gibi; nasıl Mekke’de Erkam vardıysa, Erkam’ın evinde yetiştirdiği ashab vardıysa, biz de evlerimizde, muhabbetlerimizde öncelikli olarak Peygamberden bahsetmeli, O’nun özelliklerini konuşmalı, her fırsatta konuşmalarımızın içinde, O’nunla ilgili bir yer olmalı, bunlarla ilgili örnekleri artırmalı, birbirimize örnekler verirken Peygamber hayatından örnekler vermeli, örnek olmaya çalışırken Peygamberi örnek almalı.

Peygamberi çağımıza taşımalıyız ki bu çağın hastalıklarından kurtulabilelim, muhafaza edilebilelim.

Bizimle kitaptan kısa bir bölüm paylaşır mısınız?

Tabii ki memnuniyetle paylaşırım. Hatta gönül ister ki bütün kitabı tane tane bütün dünyayla paylaşayım. “Ne Güzeldir Peygambere Yürümek!” ve “Nerede Resul’ün Sadık Dostları Nerede!”

NE GÜZELDİR PEYGAMBERE YÜRÜMEK!

Ey ayın bile nurunu Sen’den aldığı güzel Peygamber!

Ey dünya var olduğundan beri en çok sevilen Beşer!

Ey sevdasına yüreklerin yandığı sevgili!

Ey bir gülüşüne muhatap olmak için candan geçilen!

Ey Âlemlerin yaratılma sebebi! Efendim, canım, reh­berim.

Ey Efendim! Ümmetinin sadakaları, fitreleri, zekâtla­rı; yetimlere, öksüzlere, yoksullara, gariplere, mahzun­lara, mazlumlara, yardımları var. Sen’in şanının aza­meti ve büyüklüğü yüzü suyu hürmetine birbirlerini sevmeleri, emin adımlarla imanın ve itikadın zirvesine yürümeleri var. Yolunda ve istikametinde iz sürmeleri var.

Ne güzeldir Peygambere yürümek!

Ne güzeldir Allah için sevdiği şeylerden Allah için fedakârlık edebilmek! Bu din için bir adım atabilmek, attırabilmek, bir adım ilerleyebilmek.

Ne güzeldir “ümmeti” ifadesinin içinde yer bula­bilmek! Adı anıldığında kalbine elini koyup adını lez­zetle söyleyebilmek.

Ne güzeldir Sana “Efendim” diyebilmek!

Sen’i seviyoruz ya Resulullah. Sen’i kelimelerin kifa­yetsiz kaldığı, sözcüklerin tükendiği, akılların alamadı­ğı kadar çok seviyoruz.

NEREDE RESUL’ÜN SADIK DOSTLARI NEREDE?

Ya Nebi neredesin? Ebubekir Sıddık nerede? Sel­man-ı Farisi hani? Caferi Tayyar hani? Ömer, Osman, Ali nerede?

Ah ya Resulullah, yangınlarda kaldım gel yetiş!

Ümmet su yerine zehir içmekte!

Tabibim ol, dermanım ol, sultanım ol, Efendim ol.

Mü’minler yorgun, mü’minler ümit kuşlarını uçur­muş, mü’minler Sana hasret, mü’minler başsız kalmış, mü’minler karanlıkta, ne yapacaklarını bilemez halde­ler. Kokunu Mekke sokaklarında bulmaya çalışmakta­lar. Medine’de nur cemalini aramaktalar.

Gel ya Resulullah kalbim kalbindir. Sana canlar feda olsun ya Resulullah.

Medine halkının Sen’i tepelerde beklediği gibi bekle­mekteyiz. Kusva’nın Sen’i gözlediği gibi gözlemekteyiz. Sevr’de yılanın Sana aşkı ile yıllar geçirdiği gibi hüzünle gün saymaktayız.

Efendim bekletme! Ruhaniyetinle ruhlarımızı seyir eyle, doyur, lezzet ve muhabbet ver!

RAHMET DAMLALARI’NA BİR EĞİTİM SİSTEMİ DİYEBİLİRİZ

“Efendim’e” kitabınızın üst başlığı “Rahmet Damlaları-1”, birde bunun devamı olan “Rahmet Damlaları-2” başlığı altında “Medet Ya Hu” kitabı var. Bize o eserinizin özelliklerinden de söz eder misiniz?

Bu bizim bir başlangıç kitabımız. Rahmet Damlaları adını verdiğimiz serinin ilki “Efendim’e”, ikincisi “Medet Ya Hu” ve yeni neşrettiğimiz üçüncüsü “Şerefli İnsan”. Aslında bu öncelikli olarak Peygamberi tanımak, Allah’a layık kul olmak ve yaratılmış en şerefli varlık insan olarak şerefini bulmak manasıyla üç kategoride ele aldığımız bir çalışmadır.

Peygamberi tanımak, bir rahmet olarak Peygamberi önder kabul etmek, rehber kabul etmek ve bir sonraki aşamada Rabb’e olan yakarışlarımızı, yalvarışlarımızı, dualarımızı, isteklerimizi ve temennilerimizi yine bu başlık altında toplayarak Rabb’e yönelmek, O’ndan yardım ve inayetini dilemek, O’ndan bizleri ıslah etmesi, bir an olsun kendimize bırakmaması konusunda dua ve niyazda bulunmak.

Üçüncü kademede ise insanın şahsi maneviyesini yani Rabb’in yarattığı o şerefli varlığı korumanın, muhafaza ve müdafaa etmenin en önemli esaslarından birisi.

Dünya var olduğu günden beri, Efendimiz (s.a.v.)’den sonra gelen her türlü güzellikleri, ashabın, tabiin, tebei tabiin ve daha sonra gelen Allah dostlarından feyz alarak, onların nasihatlerinden yola çıkarak, yaratılmışların hepsinin sevinçleri, kederleri, hüzünleri, dertleri ve gamları aynıdır. Buna bağlı olarak çözümleri de aynıdır. Çözülmüş olan şeyi tekrar tecrübe etmek yersizdir. Bu mana itibariyle Şerefli İnsan kitabımızda da bir insanı şerefli hale getirmenin, şerefini muhafaza etmenin yöntemlerini anlamaya, algılamaya, yaşamaya çalışıyoruz.

Yani Rahmet Damlaları’na bir eğitim sistemi diyebiliriz. Belki örnek olması babında Erkam’ın evinde başlayan Peygamber muhabbeti, Suffa’da devam eden Kur’an aşkı ve ondan sonra şeref kazanan ve dünyaya hükmeden bir İslam anlayışını 3 kategoride sıraladık diyebiliriz.

BİZ PEYGAMBERİMİZİN YAKTIĞI IŞIĞI GÖRMEK ZORUNDAYIZ

Bugün insanlar karamsar bir hayat yaşıyor. Siz kitabınızda ümitten söz ediyordunuz.  Ümit bilincini nasıl kuşanabiliriz?

Evet, içimizdeki sıkıntılar, dertler, imtihanlar. Bir düşünelim bakalım! Yaşadığımız bu sorunlar Peygamber döneminden çok daha kötü durumda mı? Peygamber bir cahiliye toplumu içerisinde tek başına mücadele eden bir fertti. Allah’ın yardımı, inayeti ve desteğiyle o karanlık çağa bir ışık oldu. Gül kokusu yaydı. Bu bize şunu öğretti, şunu anlattı ve dinletti ki: Asla ama asla karamsar olmamalıyız. Efendimiz (s.a.v.)’in Uhud’da, Bedir’de, Hayber’de ve öncesinde Mekke’de kurulan panayırlarda tek tek çadırlara girmesi, her çadırdan kovulması, kovulmanın arkasından hakaretlere uğraması. Ve bunun karşılığında Taif’te taşlanması, kovulması, çocukların üzerlerine salınması. Taif’te ümitsizlikten bahsedebilir miyiz? Allah Addas’ı bahşetmişti.

Mekke’de her panayırda kovulmasını nasıl anlarız? Medine’de bir bilet vermişti. Uhud’da Halid bin Velid’in taarruzuna karşı savunmasız gibi gözüken yerde Allah Resul’ünün gösterdiği tavrı nasıl algılamadan geçebiliriz? En ümitsiz olduğumuz zamanlarda, en çıkmaz sokaklarda kaldığımızda bunları hatırlamalıyız. Biz Peygamberin bize yaktığı ışığı, bize yaktığı güzellikleri görmek zorundayız.

23 senede cahiliye toplumunu bir müreffeh seviyeye çıkartması, gökleri yıldızlar kıvamına getirmesinin arkasındaki en önemli hadise ümidini ve Allah’a olan inancını asla kaybetmemesiydi. Biz Peygamberin bu örneğini almazsak o zaman bizim yaptıklarımızın ne manası kalır.

ÖRNEK OLMAYA ÇALIŞIRKEN PEYGAMBERİ ÖRNEK ALMALI

Kitapla ilgili olumlu veya olumsuz geri dönüşümler alıyor musunuz?

Tabii ki. Kitabı her eline alan kardeşimiz öncelikle salat-ü selam getirerek Efendimiz (s.a.v.)’e ait cümleleri okumaya başlıyor. Fuarlarda bir araya geldiğimizde, kitaptan birkaç bölüme göz gezdirdiklerinde “İşte, tam Peygamberle muhabbet anı!” deyip, bazen gözyaşları içerisinde, bazen merak içerisinde, bazen de hasret içerisinde dönüşler alıyoruz.

Bunlar bizim için çok önemli geri dönüşler. Açıkçası bu bizi aşırı derecede memnun ve mutlu ediyor. Çünkü Peygamberi hayatımızın bir saniyesine dahi koyabilmek, O’na hayatımızda bir saniye dahi yer ettirebilmek önemliydi. Bu kitabın hazırlanmasındaki en temel husus Efendimiz’i gönlümüze misafir edebilmekti. Hamd olsun gönlümüze, gözümüze ve dilimize misafir ediyoruz.

Olumlu dönüşler aldığımız gibi olumsuz dönüşler de alıyorum. Hatta bu konudaki en büyük eleştiri kitabımıza “Efendim’e” ismini vermemiz oldu. Bir önceki soruda bahsettiğim Peygambere sevdayı şirk gören kişiler, O’na olan muhabbetimizi de şirk olarak değerlendiriyorlar ki bu çok yanlış bir yaklaşımdır.

Biz Rabb’in kullarıyız ama Peygamberin ümmetiyiz. Biz Efendimizle birlikte Allah’a yol alırız. Efendimiz bizi Rabb’e götürecek en önemli yoldaşımız, rehberimiz, önderimizdir. Bu mana itibariyle bu kişilerden de ismiyle alakalı, Peygambere bu kadar sevgi beslemenin doğru olmayacağı noktasında çok nadiren de olsa olumsuz dönüşler alıyoruz.

Ancak bu da bize gösteriyor ki elhamdülillah doğru yoldayız. Çünkü biz Peygamberi seviyoruz. O’nun aşıklarıyız.

BİZ PEYGAMBERLE BİRLİKTE YOL ALMAK ZORUNDAYIZ

Son olarak konumuzla ilgili neler söylemek istersiniz?

Öncelikli olarak Peygamberi bugüne taşımak zorundayız. Biz peygamberle birlikte yol almak zorundayız. Sahte kahramanlar, sahte yol göstericiler, sahte ilahlar, sahte yön verenler bizim hayatımızda örnek olamazlar. Efendimiz (s.a.v.)’e dil uzatıp, bize sadece Kur’an yeter diyenlere bir bakıyorum.

Neden bu kadar kitap yazdınız? Neden çıkıp kürsülerde bağırıyorsunuz? Madem Kur’an bize yeter, neden hala konuşuyorsunuz? Evet, Kur’an Peygamberin ahlakıydı, ahkamıydı ve Peygamber yürüyen bir Kur’an’dı. Biz buna ihtiyaç duyarız. Kur’an bize yeter ama Peygamberle birlikte olunca yeter. Rehberle birlikte olunca yeter.

Anlatıcı ile olunca yeter. Onun dışında Kur’an Peygamberin anayasasıydı. Anayasayı anlamanın yolu da Peygamberi anlamak ve tanımaktan geçiyor. Aslında anlatılacak o kadar çok mesele var ki ancak bu kadarı yeterli olsun diyelim. Bu konudaki düşüncelerimizi değerlendirmek isteyenler Efendim’e kitabımızdan faydalanabilirler.

Sadettin Turhan kimdir?

Ben Sadettin Turhan. 1974 yılında İstanbul’da dünyaya geldim. Nüfusa kayıtlı olduğum il ve ilçe her zaman şerefle söylüyorum Tokat Niksar.

Başakşehir’de ikamet ediyorum. Evli ve 2 çocuk babasıyım.

Fiilen mali müşavirlik mesleğimi devam ettirmekteyim. Bunun yanında yazarlık faaliyetleri ve çalışmalarımı da hızlı bir şekilde bu bağlamda yürütmekteyim. 

Hocam, bize zaman ayırdığınız için size çok teşekkür ediyorum.

Bende size teşekkür ediyorum. Hayırlı çalışmalar diliyorum.

Röportaj: Ziya Gündüz 

adminadmin