Analiz
Giriş Tarihi : 25-11-2019 11:16   Güncelleme : 25-11-2019 11:16

​Şamanizmden deizme evrilen bir Türkçü: Nihal Atsız (3)

​Şamanizmden deizme evrilen bir Türkçü: Nihal Atsız (3)

Atsız’ın “Ruh Adam”ı Türk’ün inancını ifsad ediyor

Okuyanların çoğunun,  mesajlarını ve düşüncelerini kavramadan güya Türklük şuuru ve hamasi duygularla okuduğu Atsız’ın “Ruh Adam” romanı, “Türk Müslüman olmuşsa Türk’tür” anlayışıyla inananların inancını ifsad edici bir özelliğe sahip.

Bu sebeptendir ki adı geçen kitabın kafa karıştırıcı hususiyetini yazmayı millî bir vecibe olarak gördüm. Gayem sözde “Türklük duyguları” adına zihinlerin ifsad edildiğini ortaya koymaktır. “Ruh Adam”, ömrünü askerlik mesleğine vakfetmiş Selim Pusat adlı ırkçı-megaloman bir subayın hikâyesidir. “Kralcı sistemi savunmaktan ve askerlik için en iyisi bu olduğunu” söylemekten dolayı ordudan atılır. Atsız, romanda “Selim Pusat” karakteri ile kendisini anlatmaktadır. 

Ruh Adam’ın “kutsal askerlik mesleği”nde sosyal darvinizm…

Pusat için dünyanın “en kutsal mesleği askerliktir.” Askerlik mesleğine devlet ve toplum nizamı içinde sosyal darvinist bakışla büyük yer verir. İslâmiyetin reddettiği sosyal darvinizme göre “Güçlü olanlar yaşar, zayıflar ölür” anlayışını askerî sistemine esas aldığına dair romanın birçok yerinde ifadeler mevcut. Eşi ve diğer kişilerle girmiş olduğu tartışmalarda hep askerliği üstün tutar. En başta İslâm olmak üzere semavî dinlere inanmadığı gibi tahkir eder.

Ruh Adam hidayete eren biri değildir

“Ruh Adam” romanının kahramanı Pusat, yâni Nihal Atsız sonunda hidayete eren, İslâm’a ve peygamberine inanan biri değildir. Romanın sonunda dinlere ve peygamberlerine itiraz eder ve kendince “inanç” kabul ettiği “Göktanrı” ya inanan ve “en büyük isteği Mete’nin ordusunda bir subay olarak ölmek” isteyen biridir. Askerlik mesleğine ve kralcı sisteme bağlılığını romanının son bölümlerinde yapılan mahkemede aşikâr ediyor. Kendi inandığı “Tanrının” sözlerine itiraz eden, İslâm öncesi “Türklerin” komutanlarına tam bir teslimiyet içinde olan ve bütün zamanını harp kitaplarını okuyarak geçiren bir megalomandır.

Genç bir kıza “âşık” olmasını ve askerlik mesleğini kutsamasını dinimize mugayir bir şekilde idealize eder. Duygu ve düşüncelerini pozitivist ve deist bir anlayışla Allah’a şirk koşarak, meleklerden İsrafil a.s’a anlattırır: “Selim Pusat’ın gönlünün içindeki feryatlar o kadar acı ve gürültülü idi ki, insanlar duysa hep ölür, benim sûrumu öttürmeme lüzum kalmazdı” (s.250-251). Pusat, “askerlik ve aile gibi en önemli iki müesseseyi geri plâna atma ve aşkı uğrunda zaaf gösterme” gerekçeleriyle “Tanrı” nın huzurunda mahkeme edilir. Gazeteler kendisinden “vatan haini” diye bahseder. Gazeteyi okuyan Pusat’ın ruh hâli şöyle ifade ediliyor: “Pusat ölümcül yara alanlar gibi göklere bakarak Allah’ı aradı. Boşluktan başka bir şey yoktu…”

Sözde bu “aşk acısı” nın sadece yaşadığı toplum adına değil, var olan bütün dinî hükümler adına mahkemesi yapılır. Mahkemede Pusat’ı “genç bir kızı severek askerliğe ihanet etmekten suçlu” bulanlar arasında Hazret-i Peygamber Efendimiz’le Zerdüşt, Buda gibi bâzı bâtıl din “önderleri” ve İslâm öncesi komutanlardan Alp Er Tunga, Atillâ, İstemi Kağan, Cengiz Han gibi isimler vardır.

Ruh Adam “Tanrıkut Mete” ye bağlıdır

Atsız, sözde felsefe düşmanı olsa da pozitivist ve deist inancın tesirleri gayet açık olan mahkeme sahnesinde İslâm dininin meleklerine ve Peygamber Efendimiz’e rol verir:

“Tanrı” nın sorması üzerine sadece Tanrıkut Mete’nin söylediklerine itiraz etmez. “Hiçbir itirazım yok. Kralımın sözleri baştan sona doğrudur” diyerek “Mete” ye, “Tanrı” dan fazla bağlı olduğunu gösterir. Mahkemede ilk şâhitler Cebrail, Mikail ve İsrafil aleyhisselâmdır. İsrafil a.s. tarafından Selim Pusat adına isnat edilen “ilk günah” kralcı oluşudur. “Tanrı”, bunun üzerine Pusat’a bu iddiayı kabul edip etmediğini sorar. İddiayı kabul eder ancak bunun “günah” olarak addedilemeyeceğini söyler. Gerekçesi şudur: “Bütün o muhteşem kralları sen yarattın!” (s.254-255)

Diğer şâhit “Zerdüşt”, Pusat’ın suçlu olduğunu çünkü bir kıza gönül verdiğini ve “bir kadına tutsak olmanın” “Şeytana” kul olmak mânasına geleceğini ifade eder. “Tanrı” bunun üzerine bu iddiayı kabul edip etmediğini sorar. Bu iddiayı da kabul etmez ve “Tanrı” ya şu cevabı verir: “Kadınları neden Şeytan’ın kulu olarak yarattın? Yarattın da o kadınlardan peygamberi nasıl vücuda nasıl getirdin?” (s. 256) Pusat’ın, mahkemede Tanrıkut Mete gibi İslâm öncesi komutanları peygamberlerden ve “Tanrı” dan daha fazla “kutsadığı” görülüyor.

Ruh Adam içkiyi yasaklayan “tanrı” ya soru soruyor

Romanda Hazret-i Peygamber Efendimiz’i, Allah (c. c.) ve meleklerini megaloman bir mahkeme sahnesine âlet etmesi pozitivist ve deist inançla yapılan sapık bir fantezidir. Dünyevî şahsiyetlerin yer aldığı bâtıl ve hayâli bir mahkemede Hazret-i Peygamber Efendimiz’e şâhitlik rolü vererek ve zındıkça bir roman fantezisine âlet ederek zihinleri ifsad eden Pusat, yâni Atsız hâşâ Allah’a itiraz ediyor ve soru soruyor:

“İçki fena ise üzümü neden yarattın? Üzümden içki yapılacağını neden Levh-i Mahfuza yazdın? Son peygamberin arkadaşları namaz kılarken âyetleri yanlış okumasaydı içki yasaklanacak mıydı? Çöldeki Bedevi ile bir kurmay subayın içmesi aynı mıdır? Biri sarhoş olunca her türlü herzeyi söyleyebilir. Öteki sarhoşluğun son merhalesinde bile temkinli ve iradelidir. Küçük bir kızı sevmek günahsa, son peygamber, Ayşe'yi neden sevdi de aldı?” (s. 254)

“Tanrı” ya meydan okuması bununla bitmez. “Tanrı”, Pusat’a “savunmanı yap” dediğinde cevabı şöyledir: “Beni sen savun! Beni yaratmadan önce kaderimi çizen sen değil misin? Suç işledimse yaptıran sen değil misin? Bunun savunmasını senden başka kim yapabilir? Âlemi savaşla yaratan sen değil misin?” sorusunu sorarak şirke düşer.

Mahkemenin bir diğer şâhidi ise Hazret-i Peygamber Efendimiz’dir ki dünyevî ve bâtıl şahsiyetlerle bir arada “konumlandırarak” şirke düşmekte, tevhidî anlayışa karşı gelmekte ve dolayısıyla pozitivist ve deist düşüncenin tesirinde kaldığını göstermektedir. “Ruh Adam” a göre Hazret-i Peygamber Efendimiz, Pusat’ın “günahkâr olduğunu, ebedî şeriata aykırı davrandığını, eşine ıstırap verdiğini, gayr-i meşrû bir duruma düştüğünü ve alkole müptelâ olduğunu” söylemiştir. (s. 254)

Megaloman ruh hâlini mahkeme ettirmek üzere İslâm öncesi şamanist “Türk komutanlarıyla” Hazreti Peygamber Efendimiz’i bir araya getirmesi dinî hassasiyete sahip olmadığını gösteriyor. Pusat’ın, yâni Atsız’ın bu tavrında semâvî dinlerin peygamberlerine ve değerlerine bakışında pozitivist ve deist inancın tesiri olduğu gayet açık.

Atsız'ın kendi kişiliği temsil eden Selim Pusat karakteri, kurguladığı bâtıl mahkemede şâhit olarak gösterdiği Hazret-i Peygamber Efendimiz’i tahkir ediyor ve küçük çocukla (Aişe) evlendiği imasında bulunuyor. Pusat, içkinin “günah” olmasına itiraz ettiği gibi “yanlış âyetlerden” söz ediyor ve “günahların” milliyetlere göre “farklı değerlendirilmesi” gerektiğini söylüyor.

Pusat, “sosyal bir müessese olarak dinin faydalarına”, asıl düşüncesi olan “Tanrıkut Mete” nin şahsiyeti ve savaşçılığında yer bulan “kutsal askerlik” mesleği ve nizamına kattığı imkânlar noktasından bakarak bahseder. Yâni, kendi ifadesiyle “İslâm gibi savaşçı bir din…”  derken, dinin âyetlerine, kaynağına, Allah’ın vahyine ve varlığına tevhidî bir anlayışla bakmadığı kesindir. “Savaşçı bir din” olarak gördüğü İslâm’a tasavvufun “sızmış olmasını” kabul etmez ve reddeder. Pusat herhangi bir dine mensup değildir. 1970 yılında Ötüken Dergisi’nde (sayı 11) yazdığı “Yobazlık Bir Fikir Müstehasesidir” adlı yazısında îmanın şartlarından olan “kader” düşüncesini inkâr eden Atsız, Pusat şahsiyetiyle de “kader” inancını sorgulayarak İslâmî akidelere şüpheyle bakar. 

“Allah” yerine “tanrı” ve “ışık” diyor

Pusat, yâni Atsız, mahkemeye başkanlık eden “Tanrı” ya “Işık” ve “Işığın sesi” diye hitap ediyor. Ehli bilir ki “Işık” kavramı Batı ve eski Yunan felsefesinde bilinmeyen “Tanrı” karşılığında kullanılır ki, Kur’ân’daki Allah lafzını asla karşılamaz. Batılı filozoflar varoluşu ve evrelerini ışık kavramıyla târif ederler. Pusat’a göre “Yaratıcı”, tevhid anlayışını ve vahyi kabul etmeyen deist felsefenin kavramı olan ışığın akılla olan münasebetiyle idrak edilir.

Cumhuriyet aydınlarının Batılı felsefeyle öğrendiği “Işık” kavramını seküler bir “Tanrı” karşılığında kullanması o dönemde yaygındır. İslâm’ın tevhidi akaidine inanmayan ve Allah lafzını kullanmayan Cumhuriyet aydının hastalıklarındandır ki Atsız da eserinde Allah lafzını kullanmaz. Pusat âhirete inanmıyor (s. 155). Şeytanî bir karakteri temsil eden “Yek” hakkında düşüncelerini anlatırken, “Din kitaplarındaki şeytanın varlığını kabul eden bir kimse olsa şeytanın kendisine musallat olduğuna inanacaktı” şeklinde ifadeleriyle inanç yapısını aşikâr ediyor ki, bu ifadesiyle “şeytanı var eden dinin varlığına” da inanmadığını ima ediyor (s.190-191).

Sözde “Huzur arayan” Pusat, arkadaşlarının “gönül rahatlığı” içinde olmasının kaynağını sorduğunda “din” ve “tasavvuf olduğunu öğrenir. Fakat eşi ve dostlarıyla yaptığı birçok sohbete rağmen değişmez. Onun aradığı “huzur” ne tasavvuf, ne de İslâm’dır; “Tanrıkut Mete’nin ordusunda asker olmaktır” (s.150).

Atsız, Mevlâna’ya, Yunus Emre’ye dil uzatıyor 

1960’lı yıllardaki Ötüken Dergisi’nde tasavvufun Doğu, Batı ve Hint dinlerinin bir karması olduğunu yazan, Yunus Emre Hz.leri ve Hz. Mevlânâ gibi birçok mutasavvıfı “deli ve sapık” olarak târif eden, tasavvufu, pozitivist-seküler düşünceden baktığı İslâm’a aykırı olarak gören Atsız’ın inanç yapısının “Ruh Adam” romanında Selim Pusat’ın şahsında sembolleştiği görülmektedir. Muhyiddin-i Arabî ve Hz. Mevlânâ gibi mutasavvıfları “dinsiz” olarak itham eder. Tasavvufun “din felsefesi” değil, “deli saçması” olduğunu söyleyen ve tevhidi esasları olmayan “Göktanrı” inancına inanan biridir (s.150-151). 

Atsız: “Hallac-ı Mansur zıpır birisidir”

“Tasavvuf İslâm’ın olgunlaşmasıdır” diyen ve “Hallac-ı Mansur’un herkes tarafından büyük bir mutasavvıf olarak görüldüğünü” söyleyen eşine sert bir şekilde “Hallac-ı Mansur zıpır biridir” diye cevap verir Pusat, yâni Atsız. Pusat’ın, “Senin herkes dediğin kalabalık, içinde câhilleri, hainleri, budalaları bol bol barındıran bir kuru gürültüdür. Herkes kabul etti diye ben bu hezeyanları kabul mü edeceğim? Herkes Meryem ananızın bâkire olarak, hiçbir erkekle temas etmeden çocuk doğurduğunu da kabul eder. Herkes İsa’nın hem Tanrı, hem de Tanrı’nın oğlu olduğunu da kabul eder. Çünkü herkes dediğin şey bir hayvan sürüsüdür” (s.151-152) sözlerinde pozitivizm ve deizm inancı yatmaktadır. 

Hâsıl-ı kelâm, sosyal darvinist ırkçı, şamanist ve deist anlayışa sahip ve Müslüman Türklüğe zararlı fikirleri olan Nihal Atsız’ın “Ruh Adam” ı Türk gençlerinin inancını ifsad edici bir romandır ki, Türk’ün Müslümanla aynı mânaya geldiğine inananlara vereceği fikrî ve edebî bir değeri yoktur. 

Ahmet DOĞAN

adminadmin