Eğitim
Giriş Tarihi : 26-03-2016 18:13   Güncelleme : 26-03-2016 18:13

Samsun Bir “Üniversite Şehri” Midir?

Üniversite - şehir ilişkisi üzerine bir deneme, Samsun bir “üniversite şehri” midir? Prof

Samsun Bir “Üniversite Şehri” Midir?
Üniversite - şehir ilişkisi üzerine bir deneme, Samsun bir “üniversite şehri” midir? Prof. Dr. Cevdet YILMAZ Giriş Türkiye’de özellikle 1950’lerden sonra hız kazanan kırdan kente göç sürecinde bir kısım iller nüfuslarını kaybederken bir kısmı da bu nüfusu kendine çekerek aşırı şekilde nüfuslanmışlardır. Bu süreç sonunda İstanbul en fazla nüfusu kendine çekerek dev bir şehir haline gelirken Anadolu’da birçok ilin nüfusu büyük ölçüde gerilemiştir. Nüfus alan ve nüfus veren iller dışında kendi nüfusunu bir şekilde koruyan, orta derecede kalkınma hamleleri ile gelişme gösteren iller de vardır. Bunların da bir kısmı kendilerini aşarak gelişmiş iller arasına katılırken, diğerlerinin akıbeti meçhuldür. İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyük kentlerin dışında olup gelişme gösteren illere Gaziantep, Kayseri, Konya, Bursa, Mersin örnek olarak verilebilir. İller düzeyindeki bu geri kalmışlık ya da gelişmişlik daha çok il merkezlerini oluşturan şehirler üzerinden gerçekleşmiştir.  Gelişme gösteren şehirler, küçük ve orta boy kentlerden meydana gelen ilçe merkezlerindeki nüfus ile bunların köylerindeki kırsal nüfusu il sınırları içinde kendine çekip il dışına taşmasını engelleyerek üretici ve tüketici nüfuslarını muhafaza etmede başarılı olmuşlardır. Geri kalmış ya da gelişme gösteremeyen iller ise il merkezini,  ya da o ayarda birkaç ilçe merkezini oluşturan şehirlerine bir miktar nüfus çekmeyi başarsalar da gelişme devam etmediği durumda hem kırsal kesimlerinden hem de bu merkezlerden il dışına göçü, yani beşerî sermayelerinin kaybedilişini engelleyememişlerdir. Toplam il nüfusu dikkate alındığında fazla nüfus kaybetmeyen, kaybetse bile kaybettiğine yakın miktarda nüfus çekmeyi başaran, gelişme potansiyeli olup da gelişemeyen iller de vardır. Herhalde Samsun bu illerin başında gelmektedir. İl merkezi olarak Samsun şehri özellikle yaklaşık son 10 yıldır bir arayış içindedir. Zaman zaman biri biraz öne çıksa da; “Liman Kenti Samsun”, “Sağlık Kenti Samsun”, “Tarım Kenti Samsun”, “Lojistik Kent Samsun” vb. sloganlarla idareci ve siyasetçiler Samsun’a hedefler koymaya çalışmakta, bunu gerçekleştirmek için de kente bir yön çizmeye, tabiri caizse Samsun’u yukarı çekecek sağlam bir ip arayışı için çaba göstermektedirler. Şayet böyle bir ip bulunur da ucu yakalanabilirse, bu durum zincirleme Bafra, Çarşamba gibi ilçe merkezlerini de etkileyecek, sonra da il genelinde (tamamı artık Büyükşehir Belediyesi olduğu için) topyekûn bir gelişmenin önünü açacaktır. Fakat yıllar hızla akıp gitmekte, küreselleşme olgusu sadece küçük kentleri değil orta ve büyük kentleri de yutarak yoluna devam etmektedir. Bu süreç içinde Samsun’un aradığı ip ortada görünmediği gibi, muhtelif ip uçlarına bakılarak yapılan tahminlere göre Samsun’u yukarı çekecek ipin ne olduğu da tam olarak belirlenebilmiş değildir. Samsun’un bu vakitten sonra bir Bursa, Kayseri ya da Gaziantep olmasını beklemek aşırı iyimserlik olur. Fakat Samsun’un önümüzdeki yıllar için durumu kritiktir. Samsun sahip olduğu potansiyeli harekete geçirebilecek midir? Ya da Türkiye ortalaması içinde, kalkınma yarışından kopup daha da kötüye giderek bir tüketim şehri mi olacak? Yoksa potansiyelini kullanarak üreten, kalkınan ve göç alan bir şehir mi olacaktır? Bu soruların şüphesiz birden fazla muhatabı vardır. Bunlar; yerel yönetimler, merkezî idare, sanayici ve tüccarlar, sivil toplum, üniversite vb kurumlardır. Aşağıda üzerinde duracağımız husus tüm bu soruların cevaplarının üniversite ayağı ile ilgilidir. Başka bir ifade ile Samsun’da üniversite - şehir ilişkisi bağlamında bu konu tartışılacak, Samsun’un gelişme, kalkınma ve daha yukarı çıkmasında üniversitenin rolü nedir, ne olacaktır, ya da ne olmalıdır konusu üzerinde durulacaktır. Üniversite şehri nedir? Şehirler küçük, büyük, metropol, megapol diye nüfus miktarları ve yerleşme sahalarının büyüklüklerine göre sınıflandırıldığı gibi, fonksiyonlarına göre de sınıflandırılırlar. Yaygın bir tanıma göre; yaşayanlarının büyük çoğunluğu hangi tür fonksiyondan geçimini sağlıyorsa şehir o fonksiyonu ile anılır. Bazı şehirler tek fonksiyonlu, bazıları ise çok fonksiyonludur. Örneğin Antalya’da turizm fonksiyonu; ticaret, üniversite, idare gibi diğer fonksiyonların açık ara önünde olduğu için Antalya bir turizm şehridir. Aynı şekilde Zonguldak maden, Karabük sanayi şehridir. İstanbul ve İzmir gibi şehirler ise çok fonksiyonlu şehirlere örnektir. Bu durumda şayet bir kentteki üniversite her şeyi ile şehri yönlendiriyor, istihdam sağlıyor, gelişmenin yolunu açıyor ve daha da önemlisi o kentle özdeş hale gelmişse orası üniversite şehridir. İngiltere’de Cambridge, Oxford gibi yerleşmeler buna en güzel örneklerdir. Samsun bir üniversite şehri midir? Samsun bir üniversite şehri değildir. Yukarıdaki tanımlamalardan da anlaşılacağı üzere Samsun’da üniversitenin şehir ekonomisi üzerindeki etkisi diğer sektörlere nazaran çok gerilerdedir. Aslında 5.000 civarında gerçek istihdam ve 40.000 civarındaki öğrenci varlığı ile üniversitenin şehrin sosyo-ekonomik yapısı üzerinde doğrudan ya da dolaylı etkisi çok büyüktür. Fakat algı öyle değildir. Bir yandan üniversite öğrencileri için Atakum’da 1+1 tarzda onlarca bina inşa edilirken, diğer yanda emlak piyasasına bakıldığında sanki şehirde öğrenciler ve aileleri yokmuş gibi davranılmaktadır. Üniversitenin görmezden gelindiği bu yaklaşım en önde olan inşaat sektöründe bile böyle iken, diğer sektörler için de sadece yeme-içme ve kafe müşterileri mesabesindedir. Tıp Fakültesi’nde muayene ve hasta tedavileri dışında, üniversitenin şehirde öncü rol oynadığı başka bir alan yoktur. Bu durum Samsun’un “üniversite şehri” kimliği almasını engellemektedir. Üstelik bu durum şehirde iki üniversite olmasına rağmen böyledir. Üniversite - şehir ilişkisi nasıl olmalıdır? Üniversite şehrin beynidir. Şehrin aklı, fikri, düşüncesi, kısaca her şeyidir. Üniversite sadece evrensel değerler içermez, yani sadece üniversal değildir. Öyle bir iddiası olsa bile adama sorarlar “bulunduğun yere katkın ne ki, dünyaya katkı yapmaktan bahsediyorsun?”. Batı ülkelerindeki bir çok üniversite şehrin itici gücü olmuş, şehirler üniversiteleri ile birlikte var olmuş ve dünya şehirleri içinde neşvünema bulmuşlardır. Hiç bir aklı başında Alman vatandaşı Münih Teknik Üniversitesi’nin katkısı olmadan Münih’in gelişmesini açıklayamaz. BMW, Siemens gibi Alman teknoloji devlerinin Münih Teknik Üniversitesi ile olan bilimsel ve teknolojik ilişkileri gerçekten kayda değerdir. Münih’in Almanya’da kişi başına en yüksek gelire sahip şehirlerden biri olmasının temelinde yatan gerçeğin, buradaki üniversitelerin bilim üretme kapasitesi ile ilgili olduğuna asla şüphe yoktur. Benzer şekilde ABD’de California’da San Fransisco’nun icat, keşif ve bunlardan kaynaklanan marka zenginliğine bağlı olarak kişi başı gelirinin yüksekliğinin buradaki MIT’den ( Massachusetts Institute of Technology) ya da Stanford Üniversitesi’nden bağımsız olduğu düşünülebilir mi? Heidelberg üniversitesi olmasa Heidelberg kenti kitap ve dergi yayınında Almanya’da öne çıkabilir miydi? Bu şehrin esas itici gücü olan matbaacılık sektörü bu denli gelişebilir miydi? Bu örneklerden de görüleceği üzere üniversite bilim üretir, bunu icat, keşif ve nihayet patente dönüştürürse; şehrin sanayisi bunu üretir, tüccarı bunları pazarlarsa, düşünce ve sanat adamları şehre estetik katarak insanların zihin ve algılarını geliştirip daha ileriye götürme azmi taşırlarsa o kentte gerçek üniversite - şehir ilişkisi kurulmuş demektir. Çünkü bu durumda şehrin zenginliği üniversitenin bilimsel aktivitesine bağlıdır. Aksi durumda o şehirdeki üniversitenin fonksiyonu diğer fonksiyonlardan bir fonksiyon olmaktan öteye geçemez. Samsun’da üniversite - şehir ilişkisi ne düzeydedir? Samsun’da üniversite - şehir ilişkisinin arzu edilen seviyede olduğunu söylemek mümkün değildir. Çünkü Samsun’da yükseköğrenim öğretmen okuluyla, yani ülkemizin muhtelif köşelerinde eğitimci olarak görev yapacak memur yetiştirerek işe başlamış, daha sonra da Tıp Fakültesi ile üniversite tabelasına kavuşmuştur. Tıp Fakültesi Hastanesi’nin faaliyete geçmesi ile üniversite - şehir ilişkisi hasta - doktor ilişkisine dönüşmüş, yakın yıllara kadar da bu ilişkinin gölgesinden kurtulamamıştır. Üniversite dolmuşlarının adı bile halk arasında “Fakülte Dolmuşları”dır. Hastaya iyi bakılmışsa üniversite iyidir, kötü bakılmışsa, ya da hasta ölmüşse (Tıp) Fakültesi’nin şahsında 19 Mayıs Üniversitesi’nin hayırla anılacak bir hali kalmamıştır. Halkın büyük çoğunluğunun bir şekilde Tıp Fakültesi Hastanesi’ne yolu düşmesi ve iyi ya da kötü bu çeşit bir anıya sahip olması şehir - üniversite ilişkisinin hasta - doktor ilişkisinin ötesine geçmesine bir türlü izin vermemiştir. Fen Edebiyat Fakültesi ve İlahiyat Fakültelerinin, bu fakültelerdeki bazı hocalarının kentteki sivil toplum kuruluşları aracılığı ile şehirde konferanslar vermesi dışında şehre fazla bir katkıları olmamıştır. Mühendislik Fakültesi daha yeni sanayi ile işbirliği arayışlarındadır. Veteriner ve Ziraat Fakülteleri de deneme çiftliklerinin olmayışı nedeniyle yine halkla gerekli diyaloğu kurup örnek çalışmalar yapmada yetersiz kalmışlardır. İki tane verimli büyük ovada, buralarda yapılan ve yurt içi yurt dışı piyasalara hitap eden yoğun bir ticarî tarım yapılıyor olması bile buralardaki çiftçinin gözünde üniversiteyi öne çıkaramamış, vatandaş geleneksel metotları bilime aykırı olsa da uygulamaya devam etmiştir. İç ve dış piyasa talepleri takip edilemediği için gelişigüzel ekimin yapılması, elde kalan ürünlerin çiftçiyi zora sokması, başta Çarşamba Ovası olmak üzere, çiftçiyi tarım metotlarında iyileşme ve piyasaya hitap eden ürünler yetiştirmek yerine kavak ve fındık dikip şehre göç etmelerine neden olmuş, binlerce dönüm birinci sınıf tarım toprağı ekili halden dikili hale getirilerek terk edilmiştir. Ovalar bu şekilde can çekişirken üniversitenin uyarıları hep kulak ardı edilmiş, bilim insanları çiftçiye ulaşamamış, onları gerektiği şekilde yönlendirerek kârlı ve üretken insanlar haline getirememişlerdir. Örnekler çoğaltılabilir. Bütün bu problemler, halkın gözünde üniversiteyi sadece Hastane (Tıp ve Diş Hekimliği) mesabesine indirgemiş, diğer fakülteleri bilim yuvası değil, öğrenci yetiştiren liseler gibi görmüştür. Buna karşılık üniversite ise ürettiği bilgi birikimini halka sunmakta yetersiz kalarak halkın gözüne girmeyi başaramamıştır. Üniversite - sanayi ilişkisi nasıl olmalıdır? Üniversite bilginin üretildiği yerdir. Üniversiteler sadece bilgi üretmekle kalmaz, bilgiyi icat ve keşfe dönüştürür, patentini alır ve halkın kullanabileceği faydalı bir ürün olarak prototip yapar. Sanayici de bunun seri imalatını üstlenir. Bir süre sonra artan rekabet ve eskiyen teknolojiye bağlı olarak sanayici tekrar üniversitenin kapısını çalar; ya mevcut ürününün günün şartlarına göre yenilenmesini, ya da yeni bir mamul talep eder. Üniversite sanayi ilişkisinde işler ya böyle yürür, ya da sanayici kendi laboratuvarını yani ar-ge’sini kurar ve burada yaptığı çalışmalar için üniversiteden bilgi desteği talep eder. Bu diyalog bu şekilde sürüp gider. Burada esas olan üniversitenin sürekli yeni bilgi peşinde koşması, dünyadaki gelişmeleri takip ederek kendisini sürekli güncellemesi ve yenilemesidir. Böylece sanayici de bilimsel araştırma, icat ve keşif işini üniversiteye bırakarak kendi esas işi olan imalata odaklanmış olur. Bütün bu süreç iyi yönetilirse üniversite - sanayi işbirliğinden hem üniversite hem sanayici, hem şehir hem ülke kazançlı çıkar. Samsun’da üniversite - sanayi ilişkisi ne düzeydedir? Ne yazık ki Türkiye’deki üniversiteler, Batı ülkelerindeki (bir yandan öğrenci yetiştirirken diğer yandan aldıkları projelerle laboratuvarlarında icat ve keşif yapan) üniversiteler gibi kurulup organize olamadıkları için, birkaçı istisna hep serbest piyasanın gerisinde kalmışlardır. Bu durum Samsun için de böyledir. Samsun’da sanayici üniversiteden daha öndedir. Yıllar önce x sektöründe imalat yapan bir işadamımız yeni bir karışımın olası etkileri hakkında x Fakültemizin ilgili branştaki hocasını ziyaret ettiğinde Hocanın tavrı “böyle bir şey mümkün değil, bunun üretimi imkânsız” demiştir. Hâlbuki Samsunlu sanayicimiz, hocamızın imkânsız dediğini üretmiş, fazlasını sormaya gelmiştir. Bu örneklerin çoğalmasıyla Samsun’da sanayici ve işadamlarının üniversiteden beklenti ve talepleri zamanla azalmış; üniversiteyi icat, keşif ve yeniliklerin merkezi değil, çocuklarının okuduğu lise üstü bir kurum, hocaların da bunlara öğretmenlik yapan kişiler olduğu kanısı şehre hâkim olmuştur. Son yıllarda Teknopark, KOSGEB, Kalkınma Ajansı, TÜBİTAK vb. kurumlar tarafından desteklenen projeler ve yapılan işbirliği çağrıları ile bir kıpırdanma yaşansa da, dünyadaki baş döndürücü hız dikkate alındığında, bu faaliyetlerin yaraya merhem olması zayıf bir ihtimal olarak görülmektedir. Burada unutulmaması gereken husus ise; sanayici ve işadamlarımızın üniversiteden bilimsel destek bulma konusundaki karamsarlıklarına karşılık, başta yeme-içme, gıda ve inşaat işlerindeki ihaleler olmak üzere, çocuklarının veya yakınlarının üniversite vasıtasıyla bir memurluk işine girmeleri hususunda üniversiteye çok önem veriyor görünmeleridir (!).  Üniversite - sivil toplum ilişkisi nasıl olmalıdır? Üniversite - sivil toplum ilişkisi gelişmiş Batılı ülkelerde üst düzeydedir. Üniversitenin yarattığı bilgi şehrin entelektüel seviyesini yükseltmekte, bu durum ekonomiden siyasete, eğitimden idareye her alana yansımaktadır. Üniversite öğretim üyelerinin başını çektiği ya da katkıda bulunduğu sivil toplum kuruluşları, diğerlerinden farklı olarak,  yerellikten kurtulup ulusal ve evrensel olmaya doğru yelken açabilmektedirler. Bu kurumlarda görev üstlenen öğretim üyeleri, başta çevre sorunları ve enerji olmak üzere insanlığın karşı karşıya olduğu potansiyel tehditler ya da imkânların farkına vararak hem şehirlerini ve ülkelerini, hem de dünyayı en iyi şekilde algılamaları için kurum üyelerine yardımcı olmaktadır. İlim adamlarının verdikleri konferanslar, bilgi paylaşımları, projelerde yaptıkları görevler ... hepsi birden o şehrin gelişmesine katkıda bulunan önemli faaliyetlerdir. Şehir bu tür faaliyetlere ne kadar ilgi gösterirse, sivil toplum kuruluşları vasıtasıyla bunlara ne kadar ev sahipliği yapar ve bilim adamlarını onara ederse o şehir üniversiteden azami ölçülerde faydalanıyor demektir. Samsun’da üniversite - sivil toplum ilişkisi ne durumdadır? Samsun’da üniversite - şehir ve şehirde bulunan sivil toplum örgütleriyle ilişkiler hiç bir zaman arzu edilen seviyede olmamıştır. Yukarıda da belirtildiği gibi bu ilişkiyi en başta Hastane sabote etmiş, üniversite şehir ilişkisi hasta - doktor ilişkisi seviyesinde kalmıştır. Dolayısıyla şehirde tanınan ve üniversite adına kendisine önem verilen kişiler de doktorlar olmuştur. Bunların bir kaçı dışında doktorluk mesleğinden sıyrılarak gerçek anlamda sivil toplum içinde aktif görev alan ve sivil toplum kuruluşlarını destekleyenlerin sayısı yok denecek kadar azdır. Zamanla ilahiyat, tarih, coğrafya, edebiyat alanlarındaki öğretim üyeleri ile fen bilimci ya da ziraatçı olmasına rağmen kendisini geliştirmiş bazı hocalarımız şehirdeki sivil toplum kuruluşlarında aktif görevler almışlar, zaman zaman yöneticilik te yapmışlardır. Fakat ne yazık ki bu sefer de üniversiteliler “kendin pişir kendin ye” türü bu sivil toplum kuruluşlarında birbirlerini ağırlamışlar, şehirle bir türlü arzu edilen diyaloğu kuramadıkları için birbirlerine hitap etmekten öteye geçememişler, özetle sivil halkı bu müesseselere çekmeyi başaramamışlardır. İstisnalar hariç tutulursa, şehirdeki normal vatandaşlar da üniversite öğretim üyelerinin gönüllü olarak paylaşmak istedikleri bilgilere rağbet etmemişlerdir. Bunda bir kısım hocaların bu kurumları siyasette atlama taşı olarak kullanmak istemeleri ve halkla yeterince diyalog kuramadan halkı yönetmeye talip olmaları gibi yanlış bir yola girmelerinin büyük etkisi olmuştur. Halkın ise bu olup bitenler karşısında kendine tepeden baktığını zannettiği bu kişilere tepki olarak onlara yeterli ilgiyi göstermek istememesi de problemin diğer kısmını oluşturmuştur. Burada şu husus da unutulmamalıdır; Türkiye üniversitelerinde fen ve tıp bilimleri değerlidir. Sosyal bilimlerin adı zor geçer. Alet lazımsa Tıp Fakültesi’ne alınır, laboratuvar lazımsa Fen Fakültesi’ne kurulur. Sosyal bilimler bir sınıf, içinde bir kürsü, bir tahta ve 30 sırayla geçiştirilebilir. Onlara verilen değer budur. Yaptıkları yayınların puan değeri olmadığı gibi, projelerden desteklenmesi de söz konusu değildir. Buna bir de üniversitemizde felsefe, psikoloji, sosyoloji, güzel sanatlar, iktisat, hukuk, mimarlık gibi bölüm ve fakültelerin çok sonra, daha yeni açıldıklarını ve öğrenci mezun etmeye henüz başladıklarını, hattâ bir kısmının henüz yüksek lisans ve doktora programlarının bile olmayışını da hesaba katarsak durumun vahameti daha iyi anlaşılacaktır. Üniversitemizde sosyal bilimlere gereken önemin verilmeyişi ve bu bölümlerin geri kalması, yüksek lisans ve doktora seviyesinde eğitimi geciktirmiştir Bu durumda, toplumun karşı karşıya olduğu problemlerin samsun şehri özelinde ya da il genelinde derinlemesine analizi ve bu konuda yeterli uzmanın yetişmesini engellemiştir. Yeterli uzmanın olmayışı, varsa da bunlardan yararlanamama siyasetçinin elini zayıflatmış, problemlere köklü çözümler yerine palyatif tedbirlerle sorunlar görmezden elinmiş veya sümenaltı edilmiştir. Bu ise, bu kadar problemin varlığı karşısında, sanki üniversite bir şey yapmıyormuş algısını yaratarak halk ve sivil toplum kuruluşlarının üniversiteye karşı eleştirel yaklaşmalarına ve aralarına mesafe koymalarına neden olmuştur. Bugün şehirdeki sivil toplum kuruluşlarının dışarıdan çağırdıkları konferansçı sayısı ile üniversiteden aynı alanda uzmanlaşmış konferansçı çağırmaları arasındaki sayısal fark bunun en güzel kanıtıdır. Burada bahsedilmesi gereken bir acı nokta daha vardır. O da üniversitedeki rektörlük seçimlerinin şehre yansıyan olumsuz taraflarıdır. Şöyle ki; maalesef rektör adayları Türkiye’de bilimsel yeterlilik ve liyakatleri göz önüne alınarak, herkesin kabul ettiği ve edebileceği değerler üzerinden akademisyenlerin verdikleri oylarla değil, büyük ölçüde kapalı kapılar ardında yapılan pazarlıklar sonucu belirlenmektedir. Kamuoyunda seçim olarak algılanan işlem, gerçekte aday belirleme sürecidir. Akademisyenlerin verdikleri oylarla en çoktan en aza adaylar sıralanmakta, ilk 6 aday YÖK’e önerilmekte, YÖK bunları 3’e indirerek Cumhurbaşkanımızın onayına sunmakta, Cumhurbaşkanımız da bunlardan birini atamaktadır. Bu süreçte 1 oy alan atanabildiği gibi, en yüksek oyu alan atanamayabilir. İşte bu durum sancılı bir sürecin başlangıcıdır. Üniversitede aday belirleme aşamasının ardından ilk 6 kişi listelendiğinde adayların neredeyse üniversite ile ilişkileri kesilmekte, şehirde veya Ankara’da köşe kapmaca oynamaya başlamaktadırlar. Bundan sonrası rakipleri kötüleme, kendini beğendirme ve kabul ettirme sürecidir. Bu andan itibaren adaylar atanabilmek için ilgili bürokrat, milletvekili, bakan, başbakan, cumhurbaşkanı, bunların şoförleri, çaycıları, ilkokuldan sıra arkadaşları ve diğer ne kadar uzak-yakın akraba, dost, ahbap varsa büyük bir dedektif edasıyla bunların şehirdeki yakınlarını arayıp bulmakta, referans için bunlardan medet ummaktadırlar. Böyle olunca da şehirdeki insanların gözünde bilimin ve bilim insanının değeri düşmekte, üniversitenin en tepesine aday olan kişinin, daha rektör olmadan bürokratın, esnafın velhasıl halkın gözünde düştüğü durum ve bunun için verdiği tavizler atandıktan sonra yakasını bırakmayarak, üniversitenin şehirdeki imajını yerle bir etmektedir. Seçim sürecinde olur olmaz kişilerle girilen diyaloglar, verilen sözler ve tavizler, atandıktan hemen sonra yeni rektörü köşeye sıkıştırmakta, hareket alanını daraltmaktadır. Rektör artık üniversitedekilerin amiri olmuştur, onları emir komuta ile hizaya getirebilir, fakat şehir öyle değildir. Seçim sürecinde rol çalan herhangi biri herhangi bir iş için rektörü doğrudan arama cüreti göstererek onu istediği kadar meşgul edebilir. Böylece, bilim üretmesi gereken ve Türkiye’nin aydınlık yarınları için gerekli ortamı hazırlamak üzere mesaiye zaman ayırması beklenen rektörün adeta üniversite ve öğretim üyeleriyle bağı koparılır. Rektörlük temsil makamıdır. Şehre karşı üniversiteyi temsil etmeli ve üniversitesinin ve şehrinin hatırına her kesimle yakın bir diyalog içinde olmalıdır. Fakat söz konusu süreç öyle sancılı geçer ki atanma işi bittikten sonra rektör artık sadece üniversite içinde değil, şehirde de bir kesime yakın diğer kesime uzaktır. Nasıl başlarsa da öyle gider. Rektörlük seçimlerindeki bu zafiyete bir de üniversitedeki öğretim üyelerinin seçim sürecindeki kavgaları ve çekişmeleri eklendiğinde, şehrin gözünde artık üniversite bambaşka bir anlam kazanmıştır. Üniversite öğretim üyesi “kol kırılır yen içinde kalır” demez, (istisnalar çok olmakla beraber) benim işim bilim yapmak deyip köşesine çekilmez, yaşanan tüm olumsuzlukları şehre aktarır. Bunlardan birini bile dinlemiş olan şehirli esnaf veya bürokrat, başka bir akademisyenle karşılaştığında sorduğu ilk soru artık bilimsel faaliyetlerle, bunların Samsun’a katkılarıyla ilgili değil; “rektörle (veya yeni yönetimle) aranız nasıl” sorusudur. Aldığı cevaba göre de (kazanan tarafta iseniz) “ooo hadi iyisiniz”, ya da (kaybeden tarafta iseniz) “üzülme Allah kerim, bu da geçer” şeklinde bir teselliden ibarettir. Üniversite tanımından ne anlaşılmalıdır? Üniversite evrensel bilginin üretildiği yerdir. Burada çalışanlar ise entelektüel düzeyi yüksek kişilerdir.  İşleri; bilim üreterek ve öğrenci yetiştirerek ülkeye, millete ve insanlığa faydalı olmaktır.  Üniversite zararlı iş yapmaz, vatan-millet düşmanı, insanlığın yüzkarası kişiler yetiştirmez. Kısaca üniversiteler her daim kendisinden faydalı işler beklenen müesseselerdir. Samsunlular üniversiteden ne anlamaktadır? Samsunluların çoğunluğu için üniversite Tıp Fakültesi demektir. Hastalanınca gidilen, tanıdık doktor varsa sevinilen, yoksa parti il ve ilçe başkanları vasıtası ile başhekim ya da dekanın aranarak hamili kart yakınımdır ilgilenilmesi ricasıyla diye muhatap aranan bir yerdir. Yine bir kısım Samsunlular için de üniversite hazır tüketici memurlar ve öğrenciler demektir. Bunlar ev sahipleri için kiracı, yeme içme ve giyim sektörü için dışarıdan dört yıllığına gelen müşteriler demektir. Kendi çocuklarına sıra gelince ilk tercihlere büyük şehirleri, son tercihlere de ne olur ne olmaz kabilinden zar zor tercih listesinin alt sıralarında işaretlenen bir yerdir. Karşı taraftan bakıldığında ise; üniversite öğretim üyelerinin özellikle lojmanlara tıkılıp kalması, istisnalar olmakla birlikte,  şehirle bağ kurmayı engellemiş, akademisyenler kendilerini şehre kabul ettirememişlerdir. Üniversitede ne olup bittiği de çoğu zaman halkın umurunda olmamış, rektörlük seçimleri vesilesiyle ortaya çıkan huzursuzluklar da eklenince halkın gözünde üniversite kendi içinde birbirini yiyen, şehre katkısı sınırlı bir yer olarak algılanmıştır. Şehre gittiğinizde oradaki bir alış veriş ya da başka vesileyle merhaba dediğiniz bir esnaf, tanıştıktan sonra size “ne ürettiniz”, yani “ne yazıp çiziyorsunuz, neyin üzerine çalışıyorsunuz” diye sormaz. Bilim konuşulmayınca da kısa zaman sonra laf döner dolaşır “rektörle veya idareyle aranız nasıl” sorusuyla başka mecralara doğru gider. Üniversitenin şehre katkısı ne olmalıdır? Üniversiteler şehre birçok açıdan katkı sağlayabilir. Şehir için sanayi, ticaret, ulaşım, turizm, eğitim, sağlık vb. birçok sektörde bilgi üreterek, insan yetiştirerek, hizmet içi eğitimler vererek, konferans, panel, sempozyumlar tertip etmek yoluyla halkın bilinç düzeyini yükselterek çok faydalı işler yapabilir ve daha nice sayısız alanda şehre katkıda bulunabilir. Üniversite şehri dünyaya açabilir, dünya ile entegre edebilir. Bilim insanlarının icat ve keşifleriyle, yine bunların yetiştirdiği gerek dış ülkelerden, gerek ülke içinden muhtelif illerden gelen insanların zihninde yer ederek tanıtım yoluyla katkıda bulunabilir. Bu yollarla ülke içi ve ülke dışında şehrin etki alanını ve hinterlandını genişletmesine yardım edebilir. Samsun’da üniversitenin şehre katkısı nedir? Samsun’da üniversitenin şehre katkısı sınırlıdır. Şayet üst düzeyde bir katkı olsaydı Samsun için “Samsun aynı zamanda bir üniversite şehridir” diyebilirdik. Bunu diyemeyişimizin sebebi bu katkı seviyesinin düşük olmasıdır. Fakat özellikle Tıp Fakültesi, verdiği sağlık hizmetleri yanında birçok hastalığın tedavisinde gösterdiği başarı ile Samsun halkının tedavi için başka şehirlere gitmesini gereksiz kılarak büyük bir hizmet yapmaktadır. Üniversitenin hemen bütün branşlarında çok arzu edilen seviyede olmasa da, sivil toplum kuruluşları aracılığı ile konferanslar ve diğer bilimsel toplantılar vasıtasıyla halkın bilgi ve kültür düzeyinin yükselmesine katkıda bulunmaktadır. Yurt içi ve hızla sayıları çoğalan yurtdışı öğrenci kitlesi ile gerek barınma, gerek yeme-içme ve giyim sektörü için büyük bir pazar görevi görmekte, hafta sonu sınavları vb etkinliklerle çevre illerden binlerce kişiyi kente çekerek şehir ekonomisi üzerinde günübirlik de olsa olumlu ekonomik etkilere vesile olmaktadır.  Fen, Mühendislik, Ziraat ve Sosyal Bilimler alanlarında ilgili konularda eğitim ve araştırma faaliyetleri ile katkı yapmaktadır. Havacılık ve Uzay Bilimleri, Mimarlık, İletişim gibi yeni fakülteler açılmış, bunların da etkisi ile üniversitenin şehre katkısının giderek artacağı umulmaktadır.  Samsun’da şehrin üniversiteye katkısı nedir? Samsun’da üniversitenin fakülte ve bölüm inşaatları çoğunlukla devlet tarafından yapılmıştır. Yeşilyurt A.Ş. ve Mustafa Kemal Güneşdoğdu gibi birkaç istisna kurum ve şahsiyet hariç halkın üniversitenin inşa ve müştemilatına katkısı yok denecek seviyededir. Samsun halkı üniversiteye bir şey vermeden ondan yararlanmak istemektedir. Şehir üniversiteye emek vermelidir. Bu emek verilirse o zaman şehir üniversiteye sahip çıkacak, üniversite de şehir için çalışacaktır.    Şehrin üniversiteye katkısı ne olmalıdır? Üniversite şehrin gözbebeğidir. Gerek halk gerekse yerel ve merkezi idarenin mahalli temsilcileri gözünde üniversite en üst konumda olmalıdır. Bilim insanlarına her türlü kolaylığı sağlamalı, onları memur ve piyasadan habersiz yolunacak kaz olarak değil, şehrin geleceğini temsil eden ve şehri ileriye götürecek ve dünyadan geri kalmasını engelleyecek yegâne vasıta olarak görmelidir. Öğrencilere iyi davranmalı, burslarla desteklemeli, yarı zamanlı (part time) işlerle öğrencileri rahatlatmalı ve onların hayata hazırlanmasına katkıda bulunmalıdır.  Eksik fakülte ve bölümlerin inşasında ve teşrifinde elini taşın altına koymalı, üniversitenin diğer ihtiyaçları konusunda tamamlayıcı rol üstlenmelidir. Tüm bunları yaparken aynı zamanda üniversiteyi denetlemeli, aksayan hususlarda gerekli uyarıları yapmalıdır. Sorunlarının çözümü için talepte bulunmalı, üniversitede yapılan proje ve araştırmaların bu sorunların çözümüne yönelik olması hususunda bilim adamlarının ve idarenin takipçisi olmalıdır. Üniversiteliler (Akademisyenler) şehirden ne bekliyor? Ne buluyor? Akademisyenler, yani üniversite öğretim üyelerinin şehirden beklentilerine geçmeden önce bir tespit yapalım. Maalesef akademisyenlerin çoğunluğunun lojmanda oturması, lojmanların şehirden uzak olması, tıp ve diş doktorları hariç çoğunun halkla doğrudan temasını gerekli kılacak bir ortamın olmaması şehirle bağı zayıflatmış, “olmasa da olur” gibi bir mantık ortaya çıkmıştır.  Öğretim üyelerine sorsanız dünyadan haberleri vardır, fakat şehirden haberleri yoktur. Şehrin sorunlarının ne olduğu, neye ağlayıp neye güldüğü bilinmedikçe halkın derdine derman olacak araştırmalar da yapılamamaktadır. Yapılan bilimsel çalışmaların belki % 99’u akademik dergilerde yerini almakta, erbabı dışında (uzatma ve doçentlik için referans göstermek niyetiyle bakılma hariç), bunların çoğundan halkın zerre miktarı haberi bile olmamaktadır.  Bu durumda bilim insanları halkın taleplerini dikkate almadan, halk için bilim yaptıklarını iddia ederek şehirden sevgi ve saygı beklemektedir. Fiiliyata bakıldığında ise çoğunun gözünde şehir; hafta sonu çarşı-pazar işleri, ya da çocukların okul ihtiyaçları için gidilen yerdir. Belki abartılı bir iddia gibi gelebilir fakat Samsun’da üniversite hocalarının belki yarısının şehirde oturup çayını içebileceği ortak bir ahbabı yoktur. Bu çok acı bir gerçektir.  En önemli sorun, bu diyalog eksikliğidir. Bu problem çözülmedikçe ne akademisyenler şehirden, ne de şehir akademisyenlerden gerektiği kadar yararlanamayacak, yapılan onca bilimsel çalışma halkın yararına sunulamadan tozlu raflarda (veya yeni tabirlerle bilgisayar hard disklerinde) miadını doldurmayı bekleyecektir. Bu ifadelerden, kesinlikle “üniversite hocaları boş işler yapıyor” sonucu çıkarılmamalıdır. Bizim kastettiğimiz husus üniversite öğretim üyelerinin yapmaları gereken normal akademik çalışmalar yanında şehrin sorunlarına de eğilmeleri, branşları ile ilgili bir mesele olduğunda şehre çözüm önerileri sunmalarıdır. Bunu yaparken de “filanca yurtdışı dergide yayınladığım makaleye bakın”, ya da “ben filanca dergide bu hususa değinmiştim oradan okuyun” diyerek uzakları referans göstermesi değil, şehirde mevcut o alanda faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşları aracılığıyla elde ettiği bilimsel bilgiyi pratik olarak doğrudan halka aktarmalarıdır. Diğer yandan, bilgisini şehirle paylaşmak isteyen çok sayıda öğretim üyesi de şehirde muhatap bulamamaktan yakınmaktadır. Burada da Samsun’daki sivil toplum örgütlerinin yetersizliği ortaya çıkmaktadır. Aslına bakılırsa Valilik kayıtlarında Samsun’da 1000 (yazıyla bin) civarında dernek vardır. Fakat bunların ancak yüzde beşi kadarı gerçekten sosyal işlerle uğraşmaktadır. Gerisi ya içki ruhsatı almak için ya da herhangi birilerine kızıp muhalif olduğu için kurulan ve aynı alanda faaliyet gösteren tekrarın tekrarı derneklerdir. Alt kademede böyle de, üst kademede farklı mıdır? Örneğin, Samsun’da neredeyse sanayici sayısı kadar sanayici ve işadamları derneğinin olmasını nasıl açıklayabiliriz? Bu tür durumlarda da güçlü sivil toplum örgütleri oluşamamakta, güç bölündüğü için etki azalmakta, etki azalınca faaliyetler askıya alınmakta, neticede Samsun varlık içinde yokluk çekmektedir. Sonuç Üniversite bulunduğu şehir için büyük bir şanstır. Üniversite üretirse şehir bundan fayda görür. Üniversitenin üretkenliği iyi yönetim ve yetişmiş elemanlarla mümkündür. Yönetim bir ekip işi olduğu kadar, rektör bütün üniversitenin orkestra şefidir. Kötü yönetim öğretim üyesini küstürür. Küsen kişi çalışmaz, çalışsa da verimli olmaz. Böyle bir ortama da dışarıdan kaliteli hocalar gelmez. Şayet üniversitede kaliteli elemanlar varsa bunlar da kaçar gider. Bilimsel ortam olmadan ilim olmaz. Bilimsel faaliyet olmazsa şehre katkısı olmaz. Bilim insanları hem üniversiteye, hem şehre, hem devlete, hem insanlığa karşı bu anlamda sorumludur. Yerel ve merkezî idare üniversiteyi kucaklamalı, onun eksiklerini tamamlamalıdır. Şehrin yaşanabilir bir mekân olabilmesi üniversitenin estetik ve bilimsel desteği ile mümkündür. Yaşanabilir bir şehir; aktif nüfusunu kaybetmez, beyin göçü vermez. Aksine dışarıdan aktif ve nitelikli nüfusu kendine çeker. Bu durum şehre olan yatırımların önünü açar, şehrin gelişmesini sağlar. Şehir geliştikçe üniversite gelişir, marka değeri ve tercih edilebilirliği artar, orta değil üst düzey gençler ve bilim insanları okumak ve çalışmak için burayı seçer. Onlar geldikçe ve katkı verdikçe şehir daha da gelişir. Böylece olumlu bir ivme yakalanmış olur. İşte o zaman şehir için üniversite, üniversite için şehir olmazsa olmaz olur ve artık orası bir üniversite şehri olur. Bu mülahazalardan sonra tekrar soralım;  “Sizce Samsun bir üniversite şehri midir?”, ya da “Bu şehrin üniversitesinin sizin hayatınızda ve günlük yaşantınızdaki yeri nedir?”  Bu sorulara net cevaplar verebiliyorsanız üniversitenin Samsun’a katkısı büyüktür ve Samsun bir üniversite şehridir. Yok, eğer zihninizde olumlu bir şeyler canlanmıyorsa, hatta “olmasa da olurdu” diyorsanız, Samsun henüz bir üniversite şehri olamamıştır. Bu durumda hepimize düşen görev, Samsun’u bir üniversite ve sonrasında da bir kültür şehri yapmaktır. Kampüsü çevreleyen görünmez duvar yıkılmalı ve hücrelerine kadar, “üniversite Samsun’a, Samsun üniversiteye nüfuz etmelidir”.  Bunun için herkes elini taşın altına koymalı, hiç kimse bu görevden kaçmamalıdır. 
adminadmin