Kültür
Giriş Tarihi : 11-02-2018 16:00   Güncelleme : 11-02-2018 16:04

Şehirlerin dili olsa…

Hep derlerdi “Şehirlerin de ruhu vardır” diye. Nasıl inkâr ederim ki! “Şehirler de insanlar gibidir” demek geliyor içimden İbn Haldun’dan iktibasla ve biraz da değiştirerek; Şehirler de insanlar gibidir; doğarlar, büyürler ve ölürler. Peki ya ecel mi onları da ölüme sürükleyen ya da daha farklı sorayım katilleri kim ki onların?

Şehirlerin dili olsa…

Aslında bu sorular yoktu zihnimde. Ben daha mesrur sözler yazacaktım. Ama dün gece şehri dinlerken birden aklıma bu sualler düştü. Gecenin o en sessiz vaktinde öylece şehre kulak kesilip de onu dinlerken fark ettim. Kulaklarımda lisansız bir uğultu… Sanki biri yardım dileniyor, medet diliyor gibi.

Konuşan şehir… Evet, şehrin çatlamış dudaklarından sızıyor bu garip uğultular. Besbelli ki bana bir şeyler fısıldamak istiyor. Belki de ben böyle vehmediyorum. Yo, hayır gaipten sesler duymuyorum! Şehir benimle konuşuyor. Ama sanki ağlıyor.

Peki, ama ne diyor bana?

Bu şehrin hangisi olduğunun inanın bir önemi yok. Doğuda, batıda; kuzey ya da güney de olması fark etmez. Gâh bir deniz kıyısında olsun, gâh ulu bir dağın eteklerinde kurulsun. İnanın ki fark etmez kâri. Çünkü şehirler aynı dili konuşuyor. Hepsi aynı çileyi çekiyor, aynı işkenceye tutuluyor ve kan ağlıyor hepsi. Dertleri aynı ve bizim elimizde can çekişiyorlar.

Sesleri anlamak için kendimi hiç zorlamıyorum. Alışıldık insan hali işte. Yerde yatan birini görsek elimizi uzatmıyoruz ki! Yerde düşen biz olsak uzatılan eli tutamıyoruz. Güvenemiyoruz. Ne hale getirdik dünyayı. Esef ki esef… Şehirler de öyle işte. Yerde gördüğü bir çöpü kaldırmak ne zor geliyor insana, bir taşı yerine koymak…

Dedim ya; aslında bunları yazmayacaktım ben. Daha mutlu daha güzel kelimelerim vardı. Ama o gece vakti uluyan sokak köpeklerinin seslerinde şehre bakınca içim burkuldu. Sahi biz şehirlere ne yaptık böyle ki artık konuşamıyorlar da sadece inliyorlar?

Her taraf çöp yığınlarıyla, metal yığını arabalar, beton yığını ve estetikten mahrum binalarla dolu. Sokaklardan yağmur suları-ki en saf sudur- çamur olmuş akıyor. Yeşili görmek için toprağın altına mı bakmak gerekecek artık!?  Tek ağaç görmek için kilometrelerce yol gidiyoruz. Şehrin dışına, insanların olmadığı, bozmadığı yerlere bakıyoruz.

Aslında ben bunları yazmayacaktım. Şayet şehir bana iniltisini duyurmasa ve sokaktaki şu evsiz köpekler uğuldamasaydı acı acı daha umutlu kelimeler düşürecektim dilimden.

Benim şehrim konuşamıyor artık. Sahi sizin şehriniz konuşabiliyor mu?

Tuhaf geliyor bu yazdıklarım. Ben de biliyorum bizim vaktimizin hastalığı da bu bence; her şeyi bir meta olarak görmek. Oysa ecdat dünyada var olan her şeyi canlı kabul etmiş, hürmet göstermiş ve öyle yaşadıklarında bunca güzel bırakmışlardı. Şehirler de öyleydi onlar için. Ayağı taşa değdi diye taştan af dileyen adam yaşadığı şehre zulmeder mi hiç! Şimdi… Ben yazmayayım şimdi nasıl olduğunu siz pencerenizin önüne gidin, açın perdenizi ve bir bakıverin dışarı…

Fatih Duman / Diriliş Postası

adminadmin