Kültür
Giriş Tarihi : 09-12-2018 08:30   Güncelleme : 09-12-2018 08:30

Sımsıkı duralım da düşmeyelim

Sımsıkı duralım da düşmeyelim

“Biz düşersek vicdan düşecek, insanlık düşecek, merhamet düşecek… N’olur! Sımsıkı duralım da düşmeyelim…”

Şairler, hakikatli ve hakiki şairler yalan söylemez kâri. Her ne kadar “Aldanma ki şair sözü elbette yalandır” denmiş olsa da inanmıyorum çoğu vakit.

Üstad Necip Fazıl şöyle diyor:

El âlem çalışıyor fethetmeye Merih’i

Sen cebinde kaybettin güneş dolu tarihi

Hak veriyorum, kabul ediyorum. Hatta birkaç asırdır deli gömleği gibi üzerimize giydirilen ve ellerimizi kollarımızı hareketsiz bırakan kendini yabancı, yabancıyı kendin bilmek hastalığıyla yaptığımız, yapmak zorunda bırakıldığımız cünun halini dahi kabul edemesem de anlıyorum. Ama şimdi olanları, yapılanları anlayamıyorum ben. Biz tekrar kendimize dönelim, kendimizi kendimiz bilelim, bize yabancı olmaktan kurtulalım diye bunca çekilen çileye ve bunca geçen zamana bakınca “bunun için miydi be kardeşim!” demekten alamıyorum kendimi. Ya ben dilimi tutamıyorum ya da hakikat bu kadar acı.

Neden bilmiyorum ya da şöyle söyleyeyim biliyorum ama tam olarak söyleyemiyorum; zihnimde şöyle bir cümle cevelan edip duruyor “Biz kazandığımızı zannettiğimiz anda kaybettik” ve yankılanıp duruyor. Sonra kendime “bu kadar karamsar olmamalıyım” diyorum. Aslında değilimdir de. Ama ben Allah’ın şefkat tokadı olduğunu da biliyorum. Şefkatle yapıldığını ama yine de tokat olduğunu… Belki de en başında kendimden başlayıp silkelenelim istiyorum. Ama istemek yapmak demek değil ve söylemek çoğu zaman beyhude…

Bulutlarla cenk eden istikbal hülyalarını bugüne gömdük sanki şimdilerde. “Asıl varken surete itibar olmaz” derdi eskiler. Eskileri de unuttuk. Yine de umut dolu gözbebeklerimiz var bizim. O hayalini kurduğumuz diyarlarda gözler hep âmâ... Görmek mi bakmak mı bilemediğimiz, karanlık bir dilemmaya girdiğimiz zamanlarda dahi bir ziyası var gözlerimizin. Tuhaf ama en umutsuz anlarda yanan bir kandilimiz var.

Tam içimizde bir yerlerde bazı vakit tüm bedenimiz titreten ve bir isim bulamadığım o his olmasa geçmiş de yaşanmamış diyeceğiz. Utanmasak Yusuf’u o düştüğü pazarda tekraren mezada çıkaracak, kum taneleriyle takas edeceğiz. Utanmasak Leyla’yı çöle gömüp, ismini dahi defter ü divandan sileceğiz. Koskoca tarihe hikâye diyecek ya da daha insaflı olanlarımız sadece hikayeler anlatıp duracağız. Korkuyorum ki kendi iddiamızla imtihan olacak, kendimizi bir tuzağa çekivereceğiz.

“Bağır tellal” diyesim geliyor. “Bağır tellal, buralarda tarih okkayla satılmaz, buralarda aşk safi bedende aranmaz. İman varsa imkân da vardır buralarda. Benim satacak bir davam yok diye bağır” diyesim geliyor. “Asıl olan buralarda, suret aramayın” diye alnıma yazasım geliyor.  Sonra haykırasım geliyor bir kaya üstünde rüzgârın okşadığı sesimle, karşımda şakaklarından beyaz teller dökülen yaşlı adamlar, gözlerinde topraktan sürme yaşmaklı kadınlar, camiden yeni çıkmış nur yüzlü insanlar, boyunlarından aşağı doğru sallanan bez çantalarında bellerinden yukarı tutmak için gayret ederek Kur’an-ı Kerim taşıyan çocuklar;

“Biz düşersek vicdan düşecek, insanlık düşecek, merhamet düşecek… N’olur! Sımsıkı duralım da düşmeyelim…”

Fatih Duman / Diriliş Postası

adminadmin