Samsun Haber
Giriş Tarihi : 18-03-2012 14:27   Güncelleme : 18-03-2012 14:27

Sizin hiç Turgut Uyar'ınız öldü mü?

Bir palyaçonun yalnızlığıyla dertlenecek kadar hassas, doğmamış çocuklar için ne yapacağını düşünecek kadar ince ruhluydu Turgut Uyar.

Sizin hiç Turgut Uyar'ınız öldü mü?
Turgut Uyar, “İkinci Yeni’nin üç atlısından biri” olarak anılır genelde. Hemen ardından Edip Cansever ve Cemal Süreya gelir akıllara. Benim Turgut Uyar’ım ise hep 'garip'tir. Ablam yazılıya çalışırken Uyar'ın şiirlerinde garip akımının etkisi olduğunu duymuştum. Ben o zamanlar ne Turgut Uyar'ı bilirdim ne de bu akımı. “Garip bir şairmiş” diye geçirmiştim içimden. Şiirlerine elimi bulaştırdıktan sonra ise büsbütün bir gök mavisi belirir hep gözümün önünde. Adı geçsin hele bir yerde, göğe bakmak gelir hemen içimden. Bütün günler pazartesi olur bir anda. Çünkü o en çok pazartesilerin şairiydi. Islak tütünlerin, 'Kayayı delen incir'in, 'En güzel Arabistan'ın, 'Büyük saat'in...

24 saat mesaide olmaktı şair olmak

Turgut Uyar'ın, beni 'Göğe bakma durağı'nda beklediğine inandım. Onun için besmeleyi hep o durakta çektim. İkimiz birden bir hayli sevindik, ağladık da bir o kadar. Ne de olsa, 'kim gelirse gelsin acıya hep yer var'dı. O, kendi kendine konuşuyormuş gibi yapıp sanki karşısındakinin kalbini yazıyordu. 24 saat mesaide olmak demekti belki de şair olmak. O bakımdan şair, ne kadar umut vaat etse de bir o kadar hüzne bulanmıştı. Turgut Uyar'ı okuduğum zaman bana en çok bulaşan şey mısraları dört bir yandan saran bu hüzün. Adam akıllı acıyor işte kırılmışlıklar, yaralar, sevgiler bile. Adamın iliklerine işliyor yazdığı ne varsa. Baharsa söylediği, bir bahar sabahında koşturuyorsun; aşksa, dibine bile batmış olsan diriliyorsun. Ölümse…

Bir palyaçonun yalnızlığıyla dertlenecek kadar hassas, doğmamış çocuklar için ne yapacağını düşünecek kadar ince ruhluydu Turgut Uyar. Serçe yuvalarında dahi Allah'ı arayarak varlığı saran o gücü soludu.

Şöyle sessizce ölüp gitmeliyim

Çünkü onun için şiir asla bir sanat uğraşı olmamıştı. Şiiri, onun yaşama tutunma çabasıydı. Hayatı şiirle anlıyordu. Onun şiirlerinde tam olarak ne var bilmiyorum; ama okudukça bir hoş oluyorum. Hele ki hikâyemsi şiirlerinin tadına hiç doyulmayacak o içtenliği yok mu? Sanki ben de onunla Çukurova’da, Akçaburgaz’da, Haydarpaşa’da dolaştım. Hayat arkadaşı Tomris Uyar onu şöyle anlatmış: “Usul ve atak, hüzünlü ve savaşkandır. Bir dostun deyişiyle, ‘ölümünü düpedüz görmüş bir Japon mühendisi gibi, bilgiç ve bağışlayıcı/ üzgün ve tenha’dır. ‘Onu hep hırçın olmayan, gevşek olmayan, kül yutmayan, ne yapmak istediğini çok iyi bilen ve çok iyi yapan, sessiz/hoşgörüsüz, sevecen, hoşgörülü, ciddi ve güzel, engin bir insan olarak düşüneceğim’ diyor aynı dost. Ben de….”
'Ölümse...' deyip arkasını getirememiştim ya, sahi Turgut Uyar ‘ölüm’ kelimesini en çok birinci tekil şahısta kullanmıştır. Ölüm deyince bir sessizlik, bir benlik sarıyor insanı, ondandır belki. Turgut Uyar, 'Bir garip ölmüş diyeler' şiirinde söylemiş nasıl ölmeyi arzu ettiğini: “Şöyle sessizce ölüp gitmeliyim/ bir yaz gecesi Gülhane parkında./ şu hazin ömrü tamam etmeliyim”

Gönlümüz pek buruştu be Turgut Abi

Bir yaz gecesi... Ölümü yaşamın çekim alanı içinde görmüştü Turgut Uyar. Ve o ölünce bir Ağustos gününde, beş on kişi birden öldü güneşe karşı. Ama ben hâlâ geyikli geceyi bulamadım. Çocuklar gibi çok korkuyorum. Süreyya Berfe’nin ardından dediği gibi işte, gönlüm pek buruştu be Turgut Abi:

“Ağlamam Turgut, ağlamıyorum.
Alnım kırışır.
Alnım neyse ne de
Gönlüm buruşur.”
 
Kaynak: Emine Şimşek/dunyabizim.com
adminadmin