Kültür
Giriş Tarihi : 09-06-2019 09:30   Güncelleme : 09-06-2019 10:16

Sokağın nabzı atıyor mu hâlâ?

Sokakta gezme fırsatı olanlar aynı zamanda sokağın nabzını da en iyi tutma şansına sahip olanlardır. Kitaplardaki hayat üzerinde oynama yapılıp temize geçilen hayat gibidir. Sokak harbi ve de hasbidir. Yalana tenezzül etmez, zira sözünü söyledikten sonra kalabalığa karışır sokağın insanı. Hiç karışacak bir kalabalık bulamamışsa şayet bir duvarın arkasına sığışır. Çay ocaklarında konuşulanlar, esnaf lokantalarında söylenenler veya semt pazarında dile getirilenler istatistiklere ve anketlere kolay kolay konu olmazlar. Çünkü bu mekanların başkalarını rahatsız edecek ağırlıkta bir gerçeklikleri vardır. Merhum Cahit Zarifoğlu’nun edebiyat ortamlarına yaklaşmayıp da vaktini balıkçı kahvelerinde sade insanlarla geçirmesini hatırlayalım. Orada hayata dair yeni yeni şeyler, en önemlisi samimiyet ve sahici ilişkiler bulmamış olsaydı hiç gider miydi?

Sokağın nabzı atıyor mu hâlâ?

Sokak en sahici medyadır. Bir gazetesi, bir radyosu ve bir televizyonu sürekli yayındadır sokağın. Gazetesi: Fısıltı Gazetesi, radyosu: Sokağın Sesi Radyosu, televizyonu: Susan Sokağı. Kim demişse demiş “yerin kulağı var” diye. Farz edelim ki atalar demiş olsun. Yerden kasıt sokaktan başka ne ola ki? Evet, sokağın kulağı vardır. Sokağın evden taşan bir dili vardır aynı zamanda ki buna sokak ağzı denir. Sokak ağzı çok yerinde bir ifade. Sokağın başladığı yer aynı zamanda sokağın konuştuğu yerdir. En sık boğaz olan mekanlar bu duruma göre herhalde “dört yol ağzı” denilen yerlerdir.

Ne zaman ki sokaklar ortadan kalktı “dışarısı” dediğimiz mekanların iletişim ağı da koptu. Dışarısı ile içerisi arasındaki ayırıcı özellik neredeyse yok oldu. Dışarısı sanki bir tür sürgün yeri. İçerisinin kurallarına uymayanların sürgün edildikleri yer gibi. “Dışarı çık!” nidasıyla kapı gösterilen kişi gözlerin görmek istemediği kişidir. “Dışarı” taşradır, hariçtekidir. İçine dahil olmadığı şey mevzu bile olsa kişiyi kayıt dışı ya da hesap dışı kılmaya yetiyor.

Şimdi her şeyin ve her yerin tanımı yeniden yapılıp haritası yeniden çiziliyor. Dışarısının da içerisinin de sınırları yeniden çiziliyor. Evden dışarı adım attığınızda sadece evin haricine çıkmış oluyorsunuz, ama birçok şeyin de içine dahil hale geliyorsunuz. Dışarısı iki adımlık bir mesafe oluyor bazen. Konu dışına çıktığınızda konunun dışı dediğiniz yerle içi dediğiniz yerin aslında birbirine ne kadar yakın olduğunu görüyorsunuz. Ne de olsa iç dışa, dış da içe yakın bir yerde ikamet etmektedir. Manzara Niyazi Mısrî’nin derdinden sökün edenlere ne kadar benziyor:

Yeri göğü arar idim, dost yüzünü görsem deyü

Ben taşrada arar idim ol can içinde can imiş.

Sokak dilimize Arapçadan geçme bir sözcük. Aslı “zukâk” olan kelimenin anlamı “dar geçit” demektir. Evlerden ana yola doğru geçiş yapabilmek için çarşıya bitişik nizam bir dar geçitten yürümek gerekiyor. Yürürken yol üzerindekilere ve işinin başındakilere kolaylıklar dilemek, dua, selam ve hâl hatır vardır. Sokak dar bir geçittir, çünkü insanlar birbirlerini teğet geçemezler. Sokağın konumu kalabalıkları yığın olmaktan çıkarır, canlı iletişimin parçası haline getirir. İsmet Özel şairimizin derinden hatırlattığı gibi bu sokakların urgan satılan çarşıları kenevir, kandil geceleri buhur kokar ve yağmurdan sonra sokaklar ortadan kalkar.

Şimdi size bir soru: Yağmurdan sonra sokaklar ortadan nasıl kalkar? Sizin dediğiniz de doğrudur mutlaka, ama ben önce kendi anladığımı söyleyeyim. İsmet Özel “Esenlik Bildirisi” şiirinde yer alan bu dizelerini Kastamonu’da yaşadığı günlerde yaşamıştır. Kastamonulular İsmet Özel’in şiirinde geçen “buhur” kokusunun hâlâ kandil geceleri hissedilir olduğunu sorduğunuzda size söyleyeceklerdir. Yağmurun ise sahicisine vurgu yapılmaktadır burada. Sokağın kendisi ve yağmurun sahicisi birbirini bütünleyendir. Sanki sokağın bakımını yağmurlar yapıyor gibidir. Öyle yağar ki yağdığı zaman yağmur hem sokağa toparlanma fırsatı bırakmaz hem de yerini yepyeni ve taptaze bir sessizliğe bırakır. Dindiğinde yağmur çarşı yeniden inşa edilmiş, sokaklar ortadan kalkmış yenisini yola koyulmuş sanırsınız. İnsanlar şiddetli yağmurla sokağı terk edip kapalı mekânlara akın ettiğinde sokak kendi yuvasına çekilmiş gibidir. Bu ilahi olanın kudreti ve buna bağlı olarak tabi olanın gücüdür.

İnsanın da cevizin de içi ve dışı vardır. Fizikî mesafe olarak iç ile dış etle tırnak gibi olsa da anlamlar dünyası noktasında baktığımızda yaya gidilebilecek bir mesafede değildirler. Yani insanın içinden dışına ya da dışından içine yürüme mesafeyle ulaşamazsınız. İç ile dışın görünmez katmanlarını hesaba katmak lazımdır. Eskiler içerisi için derûn dışarısı için bîrun demişlerdir. Osmanlı’da sarayın dışına bîrun, iç avlusuna ise Enderun denilmiştir. Mahremiyeti de kapsayan bu kavramlar aidiyet ve mensubiyeti de ihtiva eder. Efradını cami kıldıklarımız içimizdekiler, yani bizden olanlardır; ağyarını mâni kıldıklarımız ise dışladıklarımız, ötekileştirdiklerimiz, paranteze almadıklarımız; yani bizden olmayanlardır.

Peki, neden sınırları belli bir Müslüman mahallesinden bahsediyoruz da bir Müslüman sokağından bahsetmiyoruz? Çünkü mahalle mensuplarını içerisine alan, almakla kalmayıp onlara “alan” oluşturan, yani meydanı olan ve bu meydanda kendi dışındakilere rahat rahat meydan okuyabilen bir yerleşkenin adıdır mahalle. Sokak evden dışarıya adım atmanın basamakları, yani geçiş yeridir. Evle çarşı arasında mahalleye açılmanın dar alandır. Evin sıcaklığı kapının dışından henüz dağılmamıştır.

Hüseyin Akın

https://www.dunyabizim.com

adminadmin