Köşe Yazıları
Giriş Tarihi : 26-06-2013 11:24   Güncelleme : 26-06-2013 11:24

Sosyolojisi Değiştirilmiş Organizmalar

Varlığın temelinde bulunan çoğalma içgüdüsü, insanoğlunun var olduğu andan itibaren doğasında bulunmaktadır

Sosyolojisi Değiştirilmiş Organizmalar
Varlığın temelinde bulunan çoğalma içgüdüsü, insanoğlunun var olduğu andan itibaren doğasında bulunmaktadır. Zira doğanın dengesi ancak bu temel güdü sayesinde olmaktadır. Aksi halde denge bozulması bir yana, yok oluş kaçınılmazdır. Bu güdü insan yanında diğer tüm canlılarda da ortak olan bir özelliktir. Canlılar arasında pek çok özelliğin ortak olmasıyla birlikte doğal denge içerisinde karşılıklı bir mücadele de yaşamın ayrılmaz bir parçasıdır. Süreç içerisinde canlılar arasında süren yaşam mücadelesi, canlıların kendi türleri içinde de farklı boyut ve düzlemlerde devam etmektedir. Besin bulma ve paylaşımı yanında eş seçimi konusu da tür içerisinde cinsiyetler arasındaki mücadelenin de temelini oluşturmuştur. İnsanlık âleminde tamamen beşeri duyguların etkisi altında gelişen bu dürtüler, bireyin insanlaşması sürecinde kaba yapıdan daha ince ve duygusal bir yapıya doğru gelişme göstermiştir.

İlk zamanlar gelecek nesli oluşturmak amacıyla ve diğer bireye sahiplenmek duygusuyla gelişen bu süreç, zamanla hayat arkadaşı seçmek ve birlikte dünyayı paylaşmak sonucuna evirilmiştir. Bu süreçte erkek ve kadın zamanla tatlı bir rekabete girerek yaşam içerisinde rol paylaşımı yapmışlardır. Ana hatlarıyla, dışarıda avlanan, çalışan veya besin toplayan erkek ile toplanan besini yemek haline getiren, giysi üreten ve çocukları bakan kadın şeklinde iş bölümü oluşmuştur. Her ne kadar bu rollerin değiştiği tipler ortaya çıksa da bunlar genel karşısında sıra dışı durumda kalmışlardır. Zira insanlığın milyonlarca yıl süren biyolojik evrimine paralel bir şekilde gelişen binlerce yıllık sosyolojik evrim sürecinde, kadın ve erkek ilişkileri de bir dengeye oturmuştur.

İnsanoğlunun insani içerikli sosyolojik evrimini nispeten tamamladığı 1800’lü yıllara gelindiğinde her şey net bir şekilde ortaya konulmuştur. Kadın ve erkeğin yaşam içerisindeki yeri, yaşanan birtakım sıkıntılara karşın doğasına uygun bir şekilde gerçekleşmiştir. Ancak Dünya savaşlarının koşullarını hazırlayan vahşi kapitalizmin masum temellerinin atıldığı ekonomik gelişmişlik düzeyinin artmasıyla birlikte yeni pazarlar arayışı sermaye çevresini yeni oluşumlara itmiştir. Diğer ulusların pazar haline getirilmesi bu sürecin önemli bir ayağını oluşturmaktaydı. Ancak bir müddet sonra bu durum da sermaye çevresinin kazanma ve doğayı sömürme hırsını tatmin etmedi. Zira her geçen gün gelişen üretim araçları sermaye çevresinin kazancını katlamaktaydı. Ancak işgücü maliyeti noktasında sıkıntılar yaşanıyordu. Bu olumsuz koşullardan kurtulmanın önemli bir yolu olarak en önemli unsuru pazara çekmeye başladılar. Evinde oturup eşinin ve çocuklarının mutluluğu için çalışan, kurduğu küçük dünyasında mutlu olan, elindeki ile yetinen, boş zamanlarında yaptığı küçük işlerle aile geçimine katkı sağlayan ”kadınlar".

Kadınların o güne kadar sosyolojik ve tarihsel olarak kendisine yüklenmiş veya edinilmiş misyonu elinden alınması çok zor görünüyordu. Ancak sermaye çevresi bunun da bir yolunu buldu. Kadın hakları, ezilmişlik, özgürlük, ekonomik bağımsızlık gibi kavramları öne çıkararak yeni bir pazar oluşturmanın ilk adımını attılar. Yaşamın getirdiği sıkıntılar diyerek sineye çektiği birtakım olumsuzlukları bu sözlerden sonra çekmez duruma gelen kadını bulunduğu konumdan şikâyet eder hale getirdiler. Bir müddet sonra da çözüm yolunu sunmaya başladılar. Kadının aile içinde ezildiği, ikincil pozisyonda kaldığı, erkeğin eline bakar duruma düşürüldüğü gibi ilk aşamada hoş ve doğru görünen parametreleri kullandılar. Ekonomik bağısızlığını ele aldıktan sonra özgürleşeceği düşüncesi işlenerek, bir olduğu ve birlikte yaşadığı eşine karşı isyankâr olma sürecini başlattılar.

Kadın bu söylenenlerin doğruluğuna inanarak, ancak bu durumun onun doğasına uygun olan bir durum olduğunu da yadsıyarak ve gelecekte büyük bir pazarın parçası olacağının da farkına varmayarak bu yaklaşıma hak verdi. Kendisini kanıtlamak, var olduğunu haykırmak ve farkındalık oluşturmak amacıyla büyük bir mücadeleye girdiler. Bir zamanlar evinin temel taşı olan kadın, süreç içerisinde evine katkı sağlamak gibi süslü bir hayalin peşinde, erkekler dünyasında ve erkekler karşısında yer edinmek için çalışmaya başladılar. Egemen düzenin oyununa gelerek kadınların erkeklere karşı bir seçenek olarak çıkmaları başta gelen en büyük yanlışları idi. Zira kadınlar erkeklerin rakibi değil, tamamlayanı idi. Biyolojik evrim süreci ile sosyolojik evrim süreci paralel gelişmekte, kadın ve erkeği farklı, ancak birbirini tamamlayan olarak geliştirmekteydi. Hiçbir koşulda kadın ve erkek arasında eşitlik diye bir şey söz konusu değildi. Ancak bu eşitsizlik anlamına da gelmiyordu. İkisi bir bütünün farklı, ama birbirini tamamlayan parçalarıdırlar. Sorun bu iki parçayı birbirine eşitleme düşüncesinden kaynaklanmaktadır. Kadın ile erkek arasında yaşanan sorunlara eşitsizlik temelinde karşı çıkarken geliştirilen eşitlik argümanı da insanoğlunu aynı sorunlu sonuca ulaştırmıştır.

Kadını sermaye düzeninin bir parçası haline getiren sistem ilk aşamada ekonomik bağımsızlık gibi güzel bir sözün ardına sığınmıştı. Onları üretim sürecinin bir parçası haline getirmek için yaptığı çalışmalar sonucunda ucuz işgücü durumuna soktu. Erkek evi geçindirmekle asıl sorumlu olarak kabul edildiğinden, kadın ancak ucuz işgücü ve evin ekonomisine katkı sağlayabilen bir pozisyonda olabilirdi. Ancak bir müddet sonra kadının ucuz işgücü olması da sermaye çevresinin işine gelmedi. Onu pazarın bir parçası yapmak, ucuz işgücü olmasından daha değerliydi. Asıl çalışmalar bu noktadan sonra yapılmaya başlandı. Çalışan kadının giyimi, beslenmesi, süslenmesi gibi pek çok konuda ek masraflar oluşturulmaya başlandı. Kazandığı paranın önemli bir kısmını bu masrafları için harcayan kadın kendisini hala özgür hissedebiliyordu. Oysa onun çalışması da tüketmesi de pazarın menfaatineydi. Bir müddet sonra kadın, evde oturup yapacağı işler için de hizmetçi ve bakıcı gibi masraflar ödemeye başladı. Sonuç olarak kadın ekonomik bağımsızlık elde edeceğim diye iş hayatına atılmakla birlikte ekonomi çarkının işlemesi için gereken büyük harcamaları yapan birey haline dönüştü.

Ekonomik bağımsızlığını ve harcama yetkisini eline alan ve özgürleştiğine inanan kadın artık evinde de söz sahibiydi. Bağımsızlık ve özgürlüğün verdiği şımarıklık ile birlikte evde esip gürleyebiliyor, haklı veya haksız olmasına bakmadan sesini yükseltebiliyordu. Bir zamanlar alttan alıp, evin huzur ve mutluluğunun temel taşı olan, erkeğinin gün içerisindeki stresini azaltan veya tolere eden kadın gitmiş, yerine bu rolü üstlenen ve evdeki stresi daha da artıran bir birey oluvermiştir. Sosyolojik evrimin yüklediği olumsuzlukları tolere eden rolleri ortadan kalktığı gibi aile içerisindeki olumsuz roller de en az iki katına çıkmıştır. Bir zamanlar dengeli bir ailede yetişen çocuklar, stresli ortamda yetişmeye ve bu yaşam tarzını da çevreye yansıtan bireylere dönüşmüşlerdir. Birbirini tolere eden ve zıt kutuplar da olsa birbirini çeken iki birey yerine, aileler birbirini iten iki negatif bireyden oluşmaya başlamıştır. Evlilikleri bir arada tutan ve sigorta sayılan çocuklar, ayrı dünyalarda yaşayan ebeveynlerin birbirlerine karşı kullandıkları silah haline dönüşmüşlerdir. Yaklaşık iki yüz yıldır insanlık dramı olarak yaşanan bu süreç günümüzde de devam etmektedir. Gelinen süreçte kadın bireyselleşmiş, korumasızlaştırılmış ve sermaye çevresinin ekonomik menfaatlerine uygun hale getirilmiştir.

Olay sadece ekonomik düzeyde kalmamış, erkek egemen dünyada söz sahibi olabilmek amacıyla bazen gizli bazen açık bir şekilde erkek karşıtı bir temel üzerinde gelişen kadın hareketleri, kadının sosyolojik yapı içerisindeki yerini bozduğu gibi biyolojisi üzerinde de olumsuz etkide bulunmuştur. Doğurganlık ve yeni bir canlı dünyaya getirme olgusu üzerine kurulu olan, merhamet ve şefkat ile bu yavruyu büyüten ve yetiştiren, eşinin kendisinde huzur ve mutluluk bulduğu, estetik ve sanatın temel unsurlarından olan kadın değişime uğramıştır. Kadın hakları konusunda uç noktada olan kadınların erkeksi bir görünüm, davranış ve yapıda olması bu durumun en güzel kanıtıdır. Erkekler karşısında egemen ve ekonomik olarak var olma mücadelesi, erkek gibi olma sonucunu doğurmuştur. Oysa kadın tüm aşk şarkı ve şiirlerinin temel öğesi olarak sevmeye ve sevilmeye layık olan bir varlıktır. Onun fiziksel olarak zayıf olması ikincil bir varlık olduğunun değil, özelliklerinin erkeklerden çok farklı olduğunu göstermektedir. Kadının doğurganlığı, doğurduğu canlıyı büyütme ve yaşatması onun en temel ve güçlü özelliğidir. Bu süreçte erkeğin rolü ise tamamlayıcı faktör olarak eşini ve çocuğunu koruma ve gereksinimlerini karşılamak yönündedir. Bu nedenle kadın ile erkeğin birbirine rakip olarak gösterilmesi ve ezilmişlik temelinde olayların ele alınması büyük bir yanılgıdır. Böyle bir yanılgıdan yola çıkılarak varılan tüm sonuçlar da yanılgıdır.

Kadının eşitlik ve ezilmişlik gibi kavramlardan yola çıkarak vardığı bu nokta, bitkilerin genleri ile oynanarak yapılan Genetiği Değiştirilmiş Organizmalara benzemektedir. GDO olarak elde edilen ürün aslına benzese de doğal bağlamından koparıldığı için tamamen farklıdır. Bu nedenle GDO’ya karşıt veya yandaş olanlar dahi tüketimi esnasında şüpheyle yaklaşmaktadırlar. Son iki yüz yıldır bilim, ekonomi ve siyaset dünyası da kadının genetiğini değil, ama sosyolojisini temelden bozarak Sosyolojisi Değiştirilmiş Organizmalar haline dönüştürmüştür. Ekonomik bağımsızlık çerçevesinde kendisinin yaşadığı olumsuz değişim paralelinde evinde de değişim yaşatmak isteyen kadın, sonuçta kendi ayağına kurşun sıkmaktadır. Zira bu değişim sürecinde aile içindeki roller birbirine karışmış, bir zamanlar evde merhamet ve şefkatin temsilcisi kadın ile koruma ve otoritenin sembolü olan erkek gitmiş, yerine kimin ne yaptığı belli olmayan, yetki ve rol karmaşası yaşanan aileler ortaya çıkmıştır. Bu dengenin bozulmasının nedeni sermaye çevresi ve onun tuzağına düşen kadın iken özgürlüğün verdiği sarhoşlukla bu hata da kabullenilmeyerek kaos büyütülmeye devam edilmiştir. Günümüzde gelinen son noktada "kadın ucuz işgücü, pahalı tüketici" olarak vahşi kapitalizmin hakim olduğu dünya ekonomisinin temel taşı durumundadır. Bu ise bir kadın için övünülecek bir nokta olmayıp, sermaye şeytanına kendinin ve evinin huzur ve mutluluğunu vererek özgürlük ve bağımsızlık maskesi altında ekonomik esaretin altına girmektir. Kısacası sosyolojik evrimin kendisine vermiş olduğu kazanımları yadsıyarak SDO, yani Sosyolojisi Değiştirilmiş Organizmalar olmak demektir.
adminadmin