Kültür
Giriş Tarihi : 26-02-2019 10:01   Güncelleme : 26-02-2019 10:01

Tarık Buğra; İtaatsiz bir taşralının entelektüel portresi!

Tarık Buğra; İtaatsiz bir taşralının entelektüel portresi!

Eserleriyle yerli düşüncenin sesi olarak kabul edilen "Küçük Ağa", "Osmancık" gibi kitapların yazarı Tarık Buğra, vefatının 25. yılında anılıyor.

Tarık Buğra 1918 yılında Akşehir’de doğdu. Kitapta önce Akşehir’in Tarık Buğra üzerindeki etkisini okuyoruz. Bu bağlamda Mehmet Tekin, Yaşar Kemal’i Çukurova’dan, Sait Faik’i Ada’dan ayıramadığımız gibi Tarık Buğra’yı da Akşehir’den ayıramayacağımızı söylüyor.

Tarihi ve kültürel getirisiyle kendine has bir felsefesi olan Akşehir, Nasreddin Hoca’nın mizahıyla, tasavvufun hoşgörüsüyle yoğrulmuş bir yer. Bu noktada Akşehir yazarın hayatında farklı bir yere sahip. Nitekim Tarık Buğra, “Son yıllarda geçirdiğim iki büyük hastalıkta gözlerimde buram buram tüten Akşehir’di.” der. Cemal Süreya ise “Tam Akşehirlidir Tarık Buğra. Ama hiç Konyalı değil.” diyor. Kitabın ikinci bölümünde, 1918 yılında imparatorlukta doğan Buğra’nın 1925 yılına kadarki hayatı anlatılırken kitabın üçüncü bölümü 1925-1936 arasındaki inkılap yıllarına odaklanmış. Buğra, “tipik bir Osmanlı aydını” olarak nitelediği babasından önce eski harfleri öğreniyor sonra Servet-i Fünûn yazarlarını okuyor. Yani Batı etkisiyle tanışıyor. Öte yandan annesinden dinlediği Yunus ilahileri de onun maneviyatında yer edinmiş. Kısaca hem Batı etkisinden hem de tasavvufla şekillenmiş halk kültüründen beslenmiş yazar. İlkokul yıllarındaki gibi lise yıllarında da yaramaz bir öğrenci olan Buğra, edebiyat hocası Rıfkı Melül Meriç sayesinde yazar olmayı kafasına koyuyor. Mezun olunca tıp fakültesine gidiyor ama üst üste sınıfta kalınca atılıyor ve İstanbul Üniversitesi Türkoloji bölümüne kaydoluyor. Bu yıllarda Küllük kahvesi Tekin’in tabiriyle “sivil bir akademi.” İmkânsızlıklar içerisinde yazar olmayı kafasına koyan Tarık Buğra Türkoloji bölümünü de bırakarak sivil akademiye devam ediyor.

Yazarın talihi “Oğlumuz” hikâyesinin Yunus Nadi Mükâfatı’nda ikincilik ödülü almasıyla yüzüne gülüyor. Bu hikâyeyle hem kendini kabul ettirmiş hem para kazanmış hem gazeteciliğe adım atmış hem de şöhret kazanmış oluyor. İlk kitabının isminin de “Oğlumuz” olması bir tesadüf değil. 'Yağmuru Beklerken', 'Siyah Kehribar', 'İbişin Rüyası', 'Gençliğim Eyvah', 'Yalnızlar' gibi eserleri olan Buğra’nın yazın hayatında 'Oğlumuz'dan sonra 'Küçük Ağa' geliyor ve filmi çekilen bu kitap yazara sarsılmaz bir yer sağlıyor. Bir yandan gazetecilik yapan Buğra kırk beş sene boyunca Milliyet, Yeni Gün, Vatan, Tercüman gibi gazetelerde yazılar kaleme almış. Zaten biyografinin beşinci bölümü de onun gazeteci yönünü anlatmakta. Altıncı bölüm ise evleri ve evlilikleriyle alakalı. Bu bölümde eşi Hatice Bilen Buğra şöyle diyor: “Tarık’ın hayat boyu doğru dürüst bir evi olmadı ki, doğru dürüst bir arşivi, hatta kitaplığı olsun!..” Tekin’in belirttiği gibi Tarık Buğra 76 yıllık ömrünün son yılları hariç hep bir barınma sorunu yaşamış. Kitabın son bölümündeyse Tarık Buğra’nın vefatına uzanan süreçteki son zamanları anlatılmış. Uzun lafın kısası, Tekin’in titiz çalışması doğumunun yüzüncü yılında Tarık Buğra’nın hatırasına güzel bir armağan olmuş. Yazarın samimi üslubu da kitabı akademik kuruluktan arındırarak her çevreden okuyucuya hitap etmeyi başarmış.

adminadmin