Kültür
Giriş Tarihi : 06-10-2019 14:00   Güncelleme : 06-10-2019 14:18

Teknokapitalizm

Tarım toplumu devrini tamamladı, bunu biliyoruz.

Teknokapitalizm

Sanayileşme, sanayi sonrası, hiper-endüstriyel toplum, hizmet toplumu, enformasyon ve nihayet bilgi toplumu. Bilginin sermayenin yerini aldığını söyleyenler var. Bunu diyenler âlemi saf kendini akıllı mı sanıyor? Sermaye şunu der: Bir muhalefet gerekirse onu da biz yaparız, kendinizi üzmeyin. Size yeterince bilgi, ekipman, laboratuvar, dünyanın her yerinden eleman sağlarız. Uslu uslu çalışın.

İşte Silikon Vadisi, işte imkân, işte konfor (Manzarayı görenler ne diyecek: Adamlar yapmış be kardeşim).

Kapitalizm her zamankinden daha güçlü ve canlı. Yeni olan kapitalizmin yeni yüzü. Firmaların inovasyon amacıyla teknolojiyi seferber etmesi, gereği gibi yaygınlaştırması, ipleri bu defa daha incelikli usullerle elinde tutmasıdır. Siz bakmayın “ticaret savaşları”na uğruna savaşılan şey aynı şeydir. Tarım ürünleri, sağlık, kültür, eğlence, enformasyon, aklınıza gelecek her tür mal, teçhizat, hizmet, tasarım, ilaç, silah, yeni bir yaşam tarzını belirleyecek her “mal” satışa sunulmuştur.

Paran kadar konuş.

Kâr edenler, gücüne güç katanlar kapitalist firmalardır.

Teknokapitalizmin elinde artık yeni bir “mal” var. Aslında söz konusu olan karmaşık bir meta ki (Lojisyen ağlara, abonelik ile çeşitli kontrat ilişkilerine bağlanmıştır) eline geçiren “Onu benim sanacaktır.” Görünürde herkesin elindedir. Lakin ipin ucu başka yerdedir. (İp attım ucu kaldı-Tezgahta gücü kaldı-Ben sevdim eller aldı-Yürekte acı kaldı).

Az sayıda şirket bu teknolojiye sahip olup sürekli yenilenmektedir. Böylece kendi mantığını ve normlarını dayatır.

Sağlık materyali alanında 7, bilgisayar sektöründe 10 firma dünya üretiminin onda dokuzunu sağlıyor. İletişim sektöründe 4 firma dünya pazarının onda yedisini, enformatik serviste 8 firma dünya pazarının yarısını elinde tutuyor.

Yeni teknolojiler, yeni üretim ve rekabet, yeni ürünler her seferinde daha büyük araştırmaları, daha büyük teçhizatı, eğitilmiş emeği, hasılı daha büyük yatırımları gerektiriyor.

Büyük firmalar sadece üretimi ve pazarları belirlemiyor, aynı zamanda araştırmayı yönlendiriyor, ürünleri tasarlıyor, sistemleri biçimlendiriyor, talebi uyandırıp-yaratıyor ve nihayet yaşam tarzını ve toplum biçimini belirliyor.

Bütün dünya “tek tip hayat”a mahkumdur artık.

İnsanlık bu “piyasada” satın alma gücü olanlarla, olmayanlar diye ikiye bölünmüştür.

1990’lı yılların sonlarında dünyada Ar-Ge harcamaları şöyle bir tablo oluşturuyordu:

Kuzey Amerika 37.9, Batı Avrupa 28.0, Japonya ve diğer sanayi ülkeleri 18.6, Çin 4.9; Hindistan 2.2 (Le Monde Haziran 1999). Geride kalanlar kayda değmez. Geçen zaman içinde Çin ve Hindistan bunu arttırmıştır. Ancak yürüdükleri yol aynı yoldur. Şüphesiz sanayi-endüstri yok olmadı, yenilendi. Bazı ülkeler bu yenilenmeyi beceremedi, hantal kaldı.

Kaba sanayiler merkezden çevreye transfer oldu. İnce teknoloji isteyenler ucuz emek nerdeyse oraya çöreklendi. Bazı ülkeler (kabileler diyelim) hâlâ tarım toplumunda yaşıyor.

Dünyada bütün bunlar olup biterken “bize ne oldu”?

Kestirmeden söyleyeyim.

Son 50 yıl içinde tarımdaki nüfus %7.5’a düştü. İstanbul 20 milyona yaklaştı. Sanayi kurmadan kentleştik. Büyük kentlerden bahsediyoruz. Bunlar ne kadar “kent”tir? Kenti modern (din dışı) mânada sanayileşme oluşturur. Ona biçimini, hayat tarzını benimsetir. Bizim kentlerimizin özelliği nedir yani? Bizim gerçekten burjuvamız, proleteryamız oldu mu?

Acaba ülkemiz insanları kentlere taşındı da tarım toplumundan kalan özelliklerini kaybettiler mi? Kaybettiler ise yerine ne koydular?

Bunları uzun uzun konuşuruz. Ülkemizde “kentli orta sınıf” falan var mı, yoksa bütün bunlar üfürükten tayyare mi? Konuyu bir anekdot ile noktalayalım.

Bizde daha düne kadar iki zengin vardı. Ara sıra bir araya geldiklerinde şöyle konuşurlardı:

– Nörüyon aga, işler nası?

– Piyasa dar efendi. Malı sıhmah ilazım.

Vesselâm.

Mustafa Kutlu / Yeni Şafak

adminadmin