Kültür
Giriş Tarihi : 24-11-2019 13:00   Güncelleme : 24-11-2019 13:12

Teknoloji Ve Kadavra Bedenler

Beden ve teknoloji arasındaki ilişkinin bedenin aleyhine giderek bozulduğunu söylemiştim. İnsan bedeni, özellikle bu asrın başlarından itibaren teknolojinin en gözde kobaylarından biri hâline geldi. Hani tabir caizse, teknoloji bedene kafayı takmış durumda; ölümlü bedene nihai darbeyi indirmek için bütün güç ve birikimini kullanıyor.

Teknoloji Ve Kadavra Bedenler

Beden antropolojisi üzerine yazdığı eserlerle tanınan Beşeri Bilimler Profesörü David Le Breton, Bedene Veda (Sel Yay., İstanbul, 2016.) isimli eserinde teknolojinin bedenle ilgili niyet ve amacını net bir biçimde anlatıyor. İzninizle Le Breton’un söylediklerinden ne anladığımı size aktarayım.

Kirli, kusurlu, defolu, hastalıklı, kırılgan, sınırlı, dayanıksız, geçici ve ölümlü beden modern teknolojinin boy hedefidir. Teknoloji, insana “kader” olarak yapışan şeyin gerçekte sadece bedene ait olduğuna, bedeni ıskartaya çıkardığında insanı bu kısır döngüden kesin olarak kurtaracağına ikna olmuştur. Bu çerçevede teknoloji, “müsvedde” bedeni tasfiye etmek veya dönüştürmek için kolları sıvamıştır. İnsanı adına “beden” denen illetli, kusurlu ve hastalıklı kılıfından arındırmak, çekip sıyırmak için her türlü imkân ve aleti seferber etmiştir. Bu manada onun için beden, işlenmesi, yoğrulması ve yeni baştan imal edilmesi gereken bir hammaddedir; sökülebilen bir parçalar toplamıdır, bir alet kutusudur. O hâlde teknolojinin insan bedeniyle ilgili öncelikli hedefi, sıkıntının, hastalığın, (cennetten) düşüşün, eğretiliğin kaynağı ve mekânı olan bedeni yok etmek, yerine bilimin de yardımıyla kendisinin yarattığı kusursuz, “anlı-şanlı” bedeni ikame etmektir. Özetle amaç, “sadece zekâdan ibaret olan insanı lüzumsuz bir fazlalık olan, ayak bağı olmaktan öte hiçbir anlam ifade etmeyen bedenden azat etmektir.” böylece teknoloji, kırılgan, sınırlı ve ölümlü bedeni yürürlükten kaldırıp yerine mükemmel “makine” bedeni inşa ettiğinde ölüm de son bulmuş olacaktır. Ölümden köşe bucak kaçan insana bundan daha büyük bir iyilik olabilir mi?

Le Breton’un vermek istediği mesaj insanlığın geleceği için ürkütücü olmakla birlikte ölümsüz olmayı hasretle bekleyenler için umut dolu bir gelecek vadedebilir. Ancak ortada cevabı verilmesi gereken bir soru var. Teknoloji, insan hayatını kökten değiştirecek süreci tamamladığında biz yine insandan konuşuyor olabilecek miyiz? Bu süreç hâlihazırda insanın kimliğini parçalama, özneliğini gasp etme ve cinsiyetini nötrleştirme salvoları ile sürüyor. Yakın bir gelecekte teknoloji, hammaddesi et, kemik ve ilikten mamul insan denen varlıktan yani bizlerden kimliksiz, cinsiyetsiz, makineleşmiş seri-üretim “hiç”ler imal edecektir. Kendi zekâsı ve mahareti ile tekniği besleyen, büyüten insan, nihayette kendi sonunu getirecek bir canavar ürettiğini anladığında iş işten geçmiş olabilir. Şu bir gerçek ki insanoğlu kendi acıklı akıbetine doğru yürüyor, zira tekniğin vicdanı ve ahlakı yoktur; insan onun gözünde ancak bir “kadavra” mesabesindedir. Vicdan ve ahlak insana has olup ona kıymet katan hasletlerdir.

Teknoloji bir tarafta beden, zihin, algı, hafıza üzerindeki projelerinin bir yansıması olarak robot, android (yarı robot-yarı insan), sayborg (insan-makine; hayvan-makine), yapay zekâ (bütün bunların emir-komuta zincirini elinde tutacak ana beyin) üzerinde çalışıyor ve doğrusunu söylemek gerekirse, bu alanda hatırı sayılır gelişmeler kaydetti. Bu gidişat her teknolojik yeniliği bir “amaç-araç-ilerleme” hedefine entegre ederek son perdede bir “teknolojik dünya toplumu” kurma projesine doğru yol alıyor.

Bu projenin ardında dünyanın hâlihazırdaki elit egemenleri yani büyük sermayedarları var, roket milyarderleri, medya patronları, silah baronları var. İnsanı öldürürken içine insan ruhunun üflendiği, zekâsının enjekte edildiği, bedenin her türlü kirinden arındırıldığı robot-sayborg-android insancıklar üretme hayaliyle yatıp kalkan parası bol aklıevveller var. Hepsi dünyayı yavaş yavaş insan-ötesi bir çağa taşımak için seferber olmuş durumdalar. Bu amaçla dünyanın her tarafından topladıkları zeki gençleri kurdukları merkezlerde (tekno-kentler/parklar, bilim parklar, silikon vadileri) çalıştırıyorlar. A’dan Z’ye geleceğin mega-teknolojisi bilimin gölgesinde bu merkezlerde serpiliyor.

Biyolojinin aşılması yeni bir dönemin başlangıcıdır. Bu dönemin yeni bir dini olacaktır. Ölümü rasyonel temellere oturtan, “süslü, tuhaf öyküler” anlatan dinler gidecek yerine “karizmatik lideri” olan yeni bir din gelecektir. Bu karizmatik lider, “karizmatik bir bilgisayar” olacaktır. Tanrısı ise bilinci insan bilincine benzemeyen, olağanüstü zekâ sahibi, insan beyninde ve bedeninde olup bitenleri ayrıntılı biçimde bilen, taklit eden bir “silikon zekâ” olacaktır. (Ray Kurzweil, İnsanlık 2.0, Çev. Mine Şengel, Alfa Yay., İstanbul 2018, s. 550-51.)

Ürktünüz değil mi? Belki biz o günleri görmeyeceğiz ama insanlığın bir felâkete doğru dizginsiz vaziyette koştuğunu tahmin edebiliriz. Ata tabiriyle söyleyecek olursak “İnsanlığın başına gelecek, gözüne görünecek var!”

Gelecekte iktidar olmanın yolu beyinleri iknadan değil, sadece bir düğmeye basmaktan geçecek. Kendilerine çip monte edilmiş yarı-insan mahluklarını herhangi bir emre amade kılmak için bir düğme kâfi gelecek. Nefes alması için oksijene ihtiyacı olmayan, hava şartlarından etkilenmeyen bu robotları istediğiniz gezegene götürüp getirebilir, uzayın derinliklerinde ne varsa tamamını onlar sayesinde elde edebilirsiniz. Hastalıklar, yorgunluk ve uyku ile malul bedenlerin yerini yorulmayan, uyumayan, acıkmayan, hastalanmayan robotlar aldığında, bir düşünsenize neler yapılır neler…

Ahlaksız teknik-bilime dur denmezse kadavra bedenlerden muhteşem makinelere giden mesafe giderek kısalıyor…

Bir gerçeği daha görmeliyiz. Teknoloji bir yandan insan bedeniyle kedinin fareyle oynadığı gibi oynarken bir yandan da aile kurumunu çözme ve ufalama işiyle meşguldür. Bu söylediğimizi biraz açalım. Diğer taraftan bir hedef de ailedir. Robotların dünyasında ailenin yerini merak eden var mı bilmiyorum. Ancak endişeler yüksek, zira ailesiz topluma doğru gidiş çoktan start aldı. Bu konuda da durum hiç iç açıcı değil, hatta vahim desem yeridir. Geleneği kökleyerek modernleşme tutkusu ağır bedeller yüklüyor insanlığın omuzlarına. Fransa’da Ulusal Meclis, lezbiyen çiftlerin tüp bebekle çocuk sahibi olmalarına imkân tanıyan kanuna onay verdi. Eşcinsel evliliklerin yasal olduğu ülke sayısı ve taşıyıcı annelik talepleri giderek artıyor. Bu gelişmelerin aile kurumunun altını oyduğunu söylemek laf kalabalığı olur.

Cinsiyetin bir kader değil, bir seçim olduğu fikri alttan alta yayılıyor. Bu, tam da David Le Breton’un dediği gibi bir kimliğe indirgenmeyi reddedip kendi keyfine göre kendini yeniden inşa etme, arzuladığı başka bir kimliği sırtına geçirmedir; cinsiyetin kutsallığını inkârdır. (Bedene Veda, s. 48.)

“Benim bedenim” mottosu ile cinselliğin kışkırtılması, mahrem bir konu olmaktan çıkarılıp pazara dökülmesidir.

Cinsiyetsizlik aşısının küçüklükten itibaren çocuklara şırınga edilmesi aile kurumunu aşındırma projesinin nasıl sistemli biçimde yürüdüğünü gösteriyor. Cinsiyetsiz giysiler, renkler, oyuncaklar, tuvaletler, okullar, tabelalar…

Tüm bunların daha da yayılması için Hollywood, küresel medya ve modanın devleri devreye sokulmuştur. Bu amaçla, filmler, diziler, çizgi filmler hazırlanıyor. Bu minvalde Batı’nın moda merkezlerinde özel tasarımlar dizayn ediliyor, kıyafetler biçiliyor dikiliyor…

Alfred Charles Kinsey ismini hiç duydunuz mu? 1956’da ölen bu zatın kendi adını taşıyan bir cinsel davranışlar tasnifi var: Kinsey Skalası. İnsan erkeklerinde ve insan dişilerinde cinselliği ve cinsel yönelimleri araştıran Kinsey neticede şu sonuca varır: Cinsel yönelim tek yönlü ve katı bir sınıflamaya tabi tutulamaz.

Amerikan İstatistik Derneği’den John Tukey’in sözleri çarpıcıdır: “Eğer sokaktan rasgele üç insan seçmiş olsaydınız, Bay Kinsey tarafından seçilen 300 kişiden daha isabetli bir sonuç elde ederdiniz.”

Peki, hedef ne? Sadece aile mi, sadece gençlik mi? Hedef aynı zamanda, aile kurumuna büyük önem veren, ihtimam gösteren, aile müessesesini âdeta kutsayan, gözü gibi kollayan dinlerin, özellikle de ilahî dinlerin zayıflatılmasıdır.

Hedef, aynı zamanda yeni kapitalist sömürünün önündeki engelleri ortadan kaldırmak için yeni ilişkiler var etmektir. Hedef, toplumların kendi nesillerini kendi gelenek ve kültür kodları çerçevesinde eğitmesini ve terbiye etmesini engellemektir. Hedef, LGBT evliliklerinin önündeki kanuni engelleri bertaraf etmektir. Hedef, aç, işsiz, fakir nüfusları çoğaltan aile kurumunu topyekûn devreden çıkarmaktır.

“Hiçbir plan, denetim, fren olmadan bir yüzyıla giriyoruz... Gördüğüm tek gerçekçi alternatif, vazgeçmek: Belli türdeki bilgiyi arayışımızı sınırlayarak fazlasıyla tehlikeli olan teknolojilerin gelişmesinin sınırlandırılması…” diyen Amerikalı bilgisayar yazılım programcısı ve işadamı Bill Joy insanın acıklı akıbeti hakkında uyarı yapanlardan sadece biri. Bu uyarıların dikkate alınması önem arz etmektedir.

Sözün özü şudur. Biyolojik zekâ, yani insan, kendisini kadavra beden kabul eden teknolojinin dizginlerini elinden kaçırmıştır. Şayet dizginleri tekrar ele geçiremezse, en büyük sığınağı olan ailesini ilelebet kaybedecek ve yerini gün gelecek robotlara terk edecektir. Böyle giderse, geleceğin dünyasında ailesiz toplumlar, anne-babasız çocuklar, bedensiz zekâlar, ruhsuz kadavralar robotların esiri olacaktır.

O gün kendisi köle, ürettiği robotlar efendisi olacaktır. Bu olsa olsa, Le Breton’un dediği gibi fizyolojik olanın elektronik ve sanal olan tarafın sömürgeleştirilmesi olur.

Dizginsiz ilerlemenin gelecek senaryosu budur!..

Prof. Dr. A. Bülent Baloğlu / Diyanet Dergisi

 

adminadmin