Kültür
Giriş Tarihi : 18-11-2018 12:00   Güncelleme : 18-11-2018 12:00

Telegram Ve Hakikat Şuuru

Telegram Ve Hakikat Şuuru

İnsanın en temel hakkı, beslenme, eğitim, hareket hürriyeti ve hatta dokunulmazlık bile değildir. İnsanın en temel hakkı “düşünmek”tir. Üstad Necib Fazıl’ın İdeolocya Örgüsü isimli eserinde, “Genç adam, düşün! Evvelâ insanoğlunun düşünmekten büyük haysiyeti olmadığını düşün.” dediği insan hayatında, “düşünme”ye müdahale edilmesi nasıl bir vahşettir, takdir ediniz. Bu yazıda okuyacağınız tesbit, hâdise ve yorumlar, Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’na -1999 yılında kurtarılmasına vesile olduğu Müslümanların bedeli olarak- 11 yıldır fiilen tatbik edilmekte olan ve “uzaktan zihin kontrolü” olarak da bilinen TELEGRAM işkencesinin teknik izahına, örneklerine, ama aynı zamanda bu işkenceye karşı Mütefekkir’in gösterdiği destanlık direnişe dair olacaktır. Yine anlatacaklarımız, TELEGRAM’ın bellibaşlı birkaç teknik yönüyle sınırlı olacaktır.

İNSAN BEYNİ

 Duyu organlarından gelen verilerin değerlendirilmesi ve fizikî bedenin tüm faaliyetleri beyinde gerçekleşir. Beyin, saniyede 1015 işlem yapar. Aynı zamanda, bu işlemlerin neticesinde aldığı kararları 100 milyar sinir hücresiyle, 100 trilyon bağlantıya ulaştırarak, bunların fiilî faaliyete dönüşmesini sağlar. İnsan vücudunda, bu nörolojik faaliyeti sağlamakla görevli olan ve basit bir misâlle kablo olarak nitelendirebileceğimiz 300 bin km sinir bulunmaktadır.

BEYNİN BEDENLE İRTİBAT YOLLARI

 Görme, duyma, dokunma, koklama ve tad alma gibi faaliyetlerin verileri, yine bu sinirler vasıtasıyla beyne nakledilir ve biz de daha önce kazandığımız tecrübelerle irtibatlandırarak sözkonusu görüntüleri, sesleri, dokunulanları, kokuları ve tadları teşhis ederiz. Bu algılar, öncelikle alıcılarda yâni göz, kulak, cild, burun ve dilde hissedilir ve çeşitlerine göre uygun biçimde kodlanarak sinir sistemi üzerinden ve elektriğin titreşimleriyle, bir diğer deyişle “frekans” olarak beyne iletilir. Bu frekanslar, her kişide tıpkı “parmak izi” gibi farklılıklar göstermektedir. Her bir insan beyni, alıcılarla ve tepki organlarıyla olan irtibatını birbirinden farklı karakteristikteki frekanslarla gerçekleştirir. İşte bu irtibat frekansları, bugün ulaşılmış olan teknoloji ile haritalandırılabilmektedir. İnsan beyninin yaydığı frekanslar “Elektroansefalografi-EEG” denilen bir cihazla kaydedildiğinde, bu elektromanyetik dalgalaların beş ana sınıfta toplanmış oldukları görülür:

Delta Dalgaları (1-3 Hertz frekans aralığı)= Derin uyku, şuursuzluk hâlinde beynin çıkardığı elektromanyetik dalgalardır.

Teta Dalgaları (4-7 Hertz frekans aralığı)= Derin gevşeme, uyuşukluk, hafif uyku hâlinde beynin çıkardığı elektromanyetik dalgalardır.

Alfa Dalgaları (7-11 Hertz frekans aralığı)= Dinlenme hâlinde iken ve uykudan önceki safhada beynin çıkardığı elektromanyetik dalgalardır.

Beta Dalgaları (11-25 Hertz frekans aralığı)= Aktif çalışırken, dikkat ederken, bilgi alıp verirken beynin çıkardığı elektromanyetik dalgalardır.

Gama Dalgaları (25-60 Hertz frekans aralığı)= Öğrenme, anlama, idrak etme için zihnin zorlandığı sırada beynin çıkardığı elektromanyetik dalgalardır.

Bu değerler, son derece geniş bir spektrum içerisindedir. Örneğin derin uyku hâlindeki 1-3 Hertz ile insan şuursuz hâldeyken bile beyin; kalb ritmi, kan şekeri, tansiyon ve nefes alma gibi faaliyetler için bu organlarla irtibat hâlindedir. Beyin, her münasebet kurduğu organla da farklı güzergâhlardaki sinirlerden, aynı şekilde diğer sinirlerin etkilenmemesi için farklı değerlerdeki frekanslarla irtibat kurmaktadır. İrtibatta söz konusu olan sadece frekansın Hertz değeri değildir. Aynı frekans üzerinde farklı karakteristik özellikleri olan frekans yayını da yapılabilmektedir.

Yukarıdaki resimde sırasıyla sinüs, kare, üçgen ve testere dalga frekans karakteristikleri verilmiştir. Aynı Hertz üzerinden bu dört ana sınıf dahilinde farklı farklı karakteristiklerde yayın yapılabilmektedir.

BEYNİN İRTİBAT FAALİYETLERİNİN MÜŞÂHEDESİ

 “Elektroansefalografi-EEG” denilen bir cihazla, beynin elektrik akımıyla oluşan tüm faaliyetlerinin haritalandırılabildiğinden bahsetmiştik. EEG cihazı sâyesinde, beynin diğer organlarla hangi frekans aralıklarında irtibata geçtiği ve hangi karakterdeki yayını kullandığı öğrenilebilmektedir. Prof. Dr. Nevzat Tarhan’ın bu konuda söyledikleri hayli ilgi çekicidir:

– «Hastanemizde dirençli vak’alarda bu sistemi kullanıyoruz. Bu teknik, beynin uyarılarını değiştirmeye yönelik bir çalışma olduğu için, istihbarat örgütlerinin de ilgisini çekiyor. “UZAKTAN FOCUSLA ELEKTROMANYETİK UYARI GÖNDEREREK KİŞİDE FARKLI ŞUUR OLUŞTURULABİLİNİR Mİ, ONA İSTEDİĞİMİZ ŞEYLERİ YAPTIRTABİLİR, SÖYLETEBİLİR MİYİZ?” tarzında çalışmalar yapılıyor. Tedavide 30-40 elektrotluk beyin elektrotları kullanarak beyin ölçümleri yapıyoruz. İSTİHBARÎ ARAŞTIRMALARDA İSE 256 ELEKTROTLUK BEYİN DALGALARI KULLANILIYOR.»

Yukarıdaki resimde, başına elektrotlar yerleştirilmiş bir hasta görmektesiniz. Prof. Dr. Nevzat Tarhan’ın ifadesinde olduğu gibi, hasta kişilerdeki bu uygulama, sadece önceden belirlenmiş bölgelerde ve “30-40 elektrotla” beyin irtibat frekanslarının haritasını çıkartarak arızalı yerlerin tesbit edilmesini sağlar. Ancak yine yukarıdaki fotoğrafta gördüğünüz gibi, fakat bu kez İSTİBARATÇILARIN TERCİH ETTİĞİ “256 elektrotla” beynin tüm organlarla olan irtibat haritası çıkartılabilmektedir. Bu haritalandırma, daha önce belirtmiş olduğumuz üzere, beynin “parmak izini” çıkartmaya yaramaktadır. Beynin uyandırılmış potansiyellerinin şifrelerini dijital olarak çözerek, insan bedeninin ve beynindeki bilgilerin “uzaktan denetlenmesi” adına haritalandırılması amaçlanmaktadır.

Beyin haritası, bu işlemden geçmiş olan kişinin beş duyu ve fizikî irtibatlarının kodlanabilmesi haricinde, ZİHNİNDEKİ değerlerin de tesbit edilmesine ve kodlanmasına yaramaktadır. İşte bu tesbit edilen değerler yoluyla, ferdin zihninden geçen hâdiseler, bir bilgisayar ekranına ve hoparlörüne “görüntü ve ses” olarak yansıtılabileceği gibi, “yazılı” olarak da yansıtılabilecektir. Bahse teknik malûmat ve teknolojinin vardığı nokta yönünden yabancı olanlar veya dünyayı algılayış çerçevesi gazete ve televizyonlardan kendisine damlatıldığı kadar olup da bu teknolojiyi “hayalî” bulanlar için ilâve bir izahat şart görünüyor. O hâlde, “zihin kontrolü” meselesini mücerred hâlinden çıkartıp müşahhaslaştırmak için örneklendirerek devam edelim.

Bir DVD üzerine bakıldığında “hiçbir şey” göremezsiniz. Ancak onu DVD oynatıcıya takar ve DVD oynatıcıyı monitöre bağlarsanız, “görüntü ve ses” elde edersiniz. Gerekli kodlarla DVD üzerine işlenmiş olan veriyi DVD oynatıcıdaki bir “yazılım” çözer ve televizyon “görüntü ve ses” olarak onu bizlere sunar. Aynen bunun gibi, insan beynindeki tüm verilerin de böyle bir kodlama sonrası ve uygun “yazılımlar” kullanılarak, “verici” olan beyinden alınması, bilgisayara aktarılması, yine uygun “yazılımlarla” bu verilerin monitöre “görüntü”, hoparlöre “ses” olarak yansıtılması mümkündür.

Ayrıca, meselenin “kablosuz” yapılabilmesi hususuna da temas edelim. Bugün radyo, TV, uydu yayını ve “wireless” internet, “verici”lerden gelen önceden kodlanmış verileri -herhangi bir kabloya ihtiyaç kalmaksızın- uygun “alıcı”larla tedarik etmekte ve bizlerin bunları uygun çevre birimlerinde (monitör, hoparlör, bilgisayar vb.) izlememize, duymamıza veya işlememize imkân vermektedir. Mevzuya yabancı olanlarımızın aklına belki hemen, insan bedenine “uzaktan” veri nakledilebileceği, ancak insan bedeninden “uzaktan” veri alınamayacağı gelecektir. Hâlbuki işin aslı tamamen farklıdır:

– «Moskova’daki Popov Radyo Elektronik ve Muhabere Çalışmaları Enstitüsü uzmanlarından Prof. Dr. Ippolit M. Kogan, 1966-1967 yıllarında yapılan denemelerden çıkartılan sonuçlara göre, zirveleri arasında 25-1000 kilometre arasında mesafe bulunan son derece uzun elektromanyetik dalgaların, insan düşüncelerini çok uzaklara kadar ulaştırabileceğini gösterdiğini söylemiştir.

Kogan, Los Angeles’teki Kaliforniya Üniversitesi tarafından tertiblenen “Altıncı His” konusundaki bir sempozyumda okunan raporunda, “elektromanyetik alan vasıtası ile telepatinin çok uzaklara kadar ulaştırılabileceği anlaşılmıştır” demektedir. Öte yandan, Kaliforniya Üniversitesi Tıbbî Psikoloji Profesörü Dr. Thelma Moss, sempozyuma hitâben yaptığı konuşmada, Prof. Dr. Kogan’ınkine çok yakın sonuçlara denemeler sonucunda varılmış olduğunu söylemiştir.

Kogan’a göre, yapılan tahminler, insan vücudunun, çok uzun mesafeler arasında telepati için gerekli olan elektriğin, 4-5 mislini ürettiğini göstermektedir.»

Bu verilere dayanarak rahatlıkla ifade edebiliriz ki, insan vücudu, çok düşük enerji sarfiyatıyla çok güçlü yayın yapan bir “verici”dir. Bir diğer ifadeyle, bugünkü anten teknolojisinin bile çok daha ötesinde…

ZİHNE ELEKTRONİK MÜDAHALE TEKNİKLERİ

 EEG cihazı ile daha önceden beyin haritası çıkartılmış GÖZLERİ GÖRMEYEN BİR İNSANIN GÖRMESİ, kullanılan bir “yazılım”, kamera ve elektrot vasıtasıyla sağlanabilmektedir. Kamera ile kaydedilen görüntüler, “gözden beyne giden frekanslar” olarak kodlanarak, göz-beyin arasındaki sinirlere bir elektrot yardımıyla verilmekte ve gözleri olmayan bir kişinin “görme hâdisesi” gerçekleştirilebilmektedir. Bu, bilimin bugün vardığını “ilân ettiği” noktadır. Ancak “henüz umuma ilân etmedikleri”, bu noktanın çok daha ilerisindedir ki, mevzuumuz da zaten budur.

Peki, tıb açısından “devrim” niteliğinde olan bu uygulama ile neler yapılabilir? EEG cihazı ile kaydedilen beyin haritası üzerinden tesbit edilecek frekans karakteristikleri yoluyla, görme, duyma, koklama, dokunma ve tad alma organları olmayan insanlara tüm bu hisler yaşatılabilir. Ağrı merkezine yollanacak uygun titreşimlerle, vücudun herhangi bir yerinde ağrı yaşatılabilir. Kan şekeri, tansiyon, kalb ritmi, nefes alma sıklığı ve hormonal dengeye müdahale edilebilir. Yine bu teknik ile kişi yürütülebilir, durdurulabilir, koşturulabilir, düşürülebilir, kaldırılabilir veya bunlar gibi sayısız fiil yaptırılabilir. Bunların hepsinin, BUGÜN, beyne müdahale eden elektrotlarla yaptırılabildiği bilim çevrelerince sabittir.

Tam bu noktada Prof. Dr. Nevzat Tarhan’ın baştaki ifadesini hatırlayalım:

– «“Uzaktan focusla elektromanyetik uyarı göndererek kişide farklı şuur oluşturulabilinir mi, ona istediğimiz şeyleri yaptırtabilir, söyletebilir miyiz?” tarzında çalışmalar yapılıyor.»

Ya Nevzat Tarhan’ın bu işlerin tamamlandığından ve faaliyette olduğundan haberi yok -ki, mümkün değil!-, ya biliyor söylemek istemiyor veyahud da bugün Bolu Kapalı Cezaevi F-Tipi koğuşunda Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’na 11 yıldır yapılmakta olan işkencenin geçmişte veya hâlen tarafı olması münasebetiyle, bu şekilde “üçüncü kişiler üzerinden” konuşuyor. Yazdıklarımızın aksi bir hâl sözkonusu ise, yapacağı “düzeltme” veya “tekzib” açıklamasını çıkacak ilk sayımızda yayınlamayı bir borç biliyoruz. Fakat bize sorarsanız, böyle bir açıklama veya tekzib yapmayacak, kendisi için “daha emniyetli” bulduğu için, görmemiş veya duymamış gibi davranmaya devam edecektir. Üzerine bir “mim” koyarak Nevzat Tarhan parantezini kapatalım ve konuya devam edelim.

TELEGRAM veya herkesin bildiği adıyla elektronik “uzaktan zihin kontrolü” hâdisesindeki en hassas ve ulaşılması güç nokta, kullanılmakta olan “bilgisayar yazılımı”dır. Bu “yazılım” vasıtası ile, duyu organlarınca algılanıp beyne gönderilen kodlar sunî olarak üretilerek bir vericiden yayınlanmaktadır. Nakledilecek görüntü, ses veya sâir veriler, daha önceden beyin haritası çıkartılmış kişiye hitaben, bu “yazılım” vasıtasıyla o kişinin nöral sistemince algılanacak şekilde düzenlenmekte ve ilgili verici tarafından yayınlanmaktadır. Yine aynı “yazılım” tarafından kişiden gelen kodlar çözülmekte, alıcıdan gelen düşünceler veya beş duyu organınca algılananlar yine uygun şekilde kodlanarak hoparlör ve monitör gibi ilgili çevre birimlerine yansıtılmakta ve böylelikle alıcıların ilgili kişilerce takib edilmesi sağlanmaktadır.

Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun yaşadığı hâdiselerin, daha doğrusu kendisine yapılmakta olan TELEGRAM işkencesinden paylaştıklarının bir kısmıyla ve bu çeşit hâdiselerin teknolojik olarak nasıl gerçekleşmekte olduğuna-olabileceğine dair yapacağımız izahatla devam edelim.

Salih Mirzabeyoğlu: «Aynen yaşadım: Pencereye perçinli eşit büyüklükte yuvarlak küçük deliklerden sızan güneş ışığı, duvarda… Bakınca şaşırıyorum; yanyana-alt alta dizilmiş hapları andıran, üç buudlu şekiller. Göz aldanması ve halüsinasyon olabilir mi diye elimle de yokluyorum; evet, üç buudlu yuvarlak kabartılar dizisi ve sanki deliklerden geçen ışık hüzmeleri tam tamına onlara uymuş. Ne oluyor? Sakin bir şekilde oturup çayımı sigaramı içiyorum ve on-onbeş dakika sonra tekrar üst kata çıkıp aynı desene bakıyorum; güneş ışığının duvarda yuvarlak desenleri dışında, ne göze ne de ele gelen kabartılar! Bu hâdise, Kartal Cezaevi’nde meşhur “zihin yönlendirme” operasyonuna tâbi tutulduğum zaman yaşadıklarımdan biri!» (“Ölüm Odası -B-Yedi-“Baran Dergisi)

TELEGRAM’ın buradaki teknik uygulama şekline baktığımızda, görme ve dokunma duyularına bir müdahale olduğunu görüyoruz. Kurulu olan cihaz ile, beynin görme ve dokunma merkezlerine –normal hayat bakımından- aslında mevcud olmayan ifadeler gönderiliyor ve aynı zamanda bunlar “gerçekte” olan görüntüyle birleştiriliyor. Yâni “normal” görüntüye ekleme yapılıyor ve dokunma duyusuyla sahteliğe gerçeklik katılmaya çalışılıyor. Diğer bir örnekle devam edelim:

Salih Mirzabeyoğlu: «Neyse. Fakat sonra, “iyi akşamlar!” lâfının ardından, o beklenmedik efendiliklerinin ŞOK’u, yerini birden buna aykırı beklenmedik serkeşliğe bıraktı. Bu hareketlerin ŞOK etkisi, başkasından ziyâde bende ve “TELEGRAM” cihazının kullanılması yönünden: Meselâ sinir bozma, uyku ânında ânî sadmenin tesiriyle yüreğin ağıza gelmesi, uyutmama amaçlı olarak bu tür işler, başkası için stres-rahatsızlık verme ifâde ederken, bende, bunların yanında, sinirlenince veya âni kalb çarpması olunca, elektrikî tesirle kasılma-kramp benzeri veya doğrudan vücuda darbe vurulmuş neticelere sebeb oluyordu. Yâni, ben o davranışa sinirlenmem veya tabiî vücud refleksim-tepkim bile, cezalandırılmış oluyordu. Uyuyor-uyandır, uyanık-yatır, sakin-rahatsız et, rahatsız-sanki yüzümde ağlama hissinin izi, gevşet, bu şekilde bütün gün ve gece adamı BOZ faaliyetleri. Kendi tayin ettikleri 4 saat veya 2 saat uyuma zamanında da, kendini kaybedinceye kadar dalmadıkça, cihazdan beyne “türlü-çeşitli” konuşmalar ve uykunuzun en derin ânında, ŞOK edici bir elektrik tesirine eşlik eden haber ve cihaz hüneri hâlinde –hani kötü bir haber duyunca içiniz boşalır gibi olur ya–, bunun müthiş azdırılmış şekli tatbik ediliyor-du.» (“Ölüm Odası -B-Yedi-“Baran Dergisi)

Buradaki elektronik müdahale tekniklerine kısaca temas edersek, sinir bozulması, kalb çarpıntısı, kramplar, darba maruz kalma, konuşmalar ve sâir psikolojik tesirlerin sözkonusu olduğunu görüyoruz.

Sinirlenme hâdisesi… Sinirlenildiğinde önceden beyinde hangi noktada ve ne gibi bir frekans hareketi gerçekleşiyorsa, sinirlenmeye sebeb olacak herhangi bir hâdise gerçekleşmeksizin, işte o frekansa maruz bırakılarak kişinin sinirlendirilmesi sözkonusu oluyor.

Kalb çarpıntısı hâdisesi… Beyinden kalbe giden sinirlerden geçen frekans kodlarına yine aynı şekilde müdahale edilerek, beynin kalbe ritmini arttırması gereken şartlar oluştuğunda gönderdiği emir kodları yoluyla ve sanki böyle bir ritim artışı gereği varmışçasına, odaklı bir biçimde yayın yapılması sözkonusu oluyor. Bu yayını algılayan kalb, tıpkı gerekli şartlarda beynin emriyle hareket ettiği gibi, bu sahte sinyallerle de aynı tepkiyi gösterip ritmini arttırıyor. Aynı teknikle, tam tersi şekilde kalb ritmi düşürülebilir de.

Kramp hâdisesi… İlgili kasların sinir alıcılarına yahud beynin ilgili noktasına verilecek ve kasılmaya sebeb olacak kodlar, kasılma hâdisesinin gerçekleşmesini sağlayacaktır.

Darb edilmiş gibi acı ve his verilmesi ise, bu kez ya dokulardan beyne giden sinyallere müdahale edilerek veyahud beynin ilgili noktasına direkt müdahale edilerek gerçekleştirilebilir.

Konuşmaların duyulması da, kulaktan gelen sinyallerin “sahteleri” yine uygun frekanslarda yayınlanarak yapılmaktadır.

Psikolojik sıkıntılara gelince… İnsan beyni, elektrik akımıyla oluşan faaliyetlerle bedeni idare ettiği gibi, çeşitli kimyevî faaliyetlerle de düzenlemeler yapar. İnsandaki psikolojik faaliyetlerin düzenlenmesi, bu kimyevî unsurların dengelenmesi suretiyle sağlıklı olarak sürmektedir. Bu kimyevî faaliyette, çeşitli denge bozukluklarının yansıması hâlinde psikolojik veya fizyolojik sıkıntılar da sözkonusu olmaktadır. Örnek olarak, seratonin hormonu az salgılandığında moral bozukluğu, yorgunluk ve kilo alma gibi problemler baş gösterir. Hormonların salgılanması çerçevesindeki emirleri veren de beyin olduğuna göre, aynı şekilde müdahale edilerek, salgılanan miktar ayarlanabilmekte ve bunun sonucu çeşitli rahatsızlıklar başgöstermektedir.

TELEGRAMDA KULLANILAN BİR CİHAZ: BETATRON

 Betatron cihazı… İnsan zihnine yukarıda temas ettiğimiz şekil ve tekniklerle uzaktan veya yakından müdahale edilebilmektedir. Ancak bu müdahalenin yapılabilmesi için bizce olmazsa olmaz bir öncelik vardır ki, o da hedeflenen ferdin beden ve zihninin zayıflatılmasıdır. Öncelikle elde edilmesi gereken zemin, bizce budur. Tıpkı cinlerin çeşitli travmalar geçirmiş insanlara sirayet etmelerinin kolaylaşması gibi, beden ve zihnin zayıf düşürülmesi de şarttır. Betatron cihazı, bu noktada devreye girmektedir.

Betatron, elektronlar istenilen enerjiye ulaştıklarında bir hedefe çarptırılarak X-ışını demetleri veya saçıcı foile çarptırılarak geniş elektron demetleri elde edilen cihazlardır.

Betatronlar 1950 yıllarından sonra kullanılmaya başlanmış, 1970’li yıllarda yerini lineer hızlandırıcılara bırakmışlardır. Eski zamanlarda kanser tedavisinde kullanılan bu cihaz, yüksek güçte mikrodalga tesiri doğurmakta, hedeflenen noktadaki kanserli ve temiz hücreleri öldürmekte ve bu yolla bedenin kendisini yenilemesini sağlamaktadır.

Bu cihazın TELEGRAM hâdisesindeki rolüne gelecek olursak; arzettiğimiz üzere, zihnin kontrol altına alınabilmesi için hedef kişinin zayıf, zayıflatılmış veyahud travma geçirmiş olması gerekiyor bizce. Bu nevî elektronik teknikler bir yana, cinlerin sirayet ettiği insanlar incelenecek olursa, sirayet öncesi dönemlerde onların da travmatik bir hâdise geçirdiklerini veyahud zayıf düşmüş bir beden ve zihne sahib olduklarını görürüz. Sözkonusu Betatron cihazı ise, odaklandığı kanserli bölgedeki tüm hücreleri öldürür, vücudun kendisini yenilemesini sağlar ve kanserli dokunun böylece yok olması neticesinde kanser tedavisi yapar. Ne var ki, bu cihaz daha uzak bir noktadan kişiye yönlendirildiğinde insan bünyesinde hücre ölümlerine sebeb olacağı için, sürekli kendisini yenilemeye çalışan vücudu her bakımdan zayıf düşürecektir. Betatron cihazı, tam da bu yüzden Salih Mirzabeyoğlu’na karşı kullanılmaktadır ki, bundan amaçlanan, zayıf düşecek bedendeki yine zayıf düşecek zihne müdahaledir.

ELEKTROTLU KONTROLDEN ELEKTROTSUZ KONTROLE

1900’lü yılların başlarında ölü kurbağanın kaslarının elektrik ile uyarılarak kımıldatılması, “beynin fizikî kontrolü” fikrine zemin hazırlayan deney olsa gerektir. “Zihin kontrolü” ile ilgili olarak yapılan belki ilk ciddi çalışma ise, Prof. Dr. Jose Delgado’ya âittir. İspanyol doktor Jose Delgado, bu çalışmalarını 1969 yılında yayınladığı Beynin Fizikî Kontrolü –Psikomedenî Bir Topluma Doğru– isimli bir kitabta toplamıştır. (Bu eserin yayınlanmasının hemen ardından, “Kafatası ve Kemik” [Skulls and Bones Society] isimli mason örgütünün karargâhı olarak bilinen Amerikan Yale Üniversitesi, hemen bir kürsü vererek Delgado’yu bünyesine katmıştır.)

Peki Delgado’nun tezi nedir? Sencer Ekin’den hem bunu hem de “zihin kontrolü”ne giden süreçteki birtakım “beyin” deneylerini nakledelim:

– « Dr. Delgado (…), yaptığı deneylere zemin teşkil eden tezini şöyle açıklıyor:

”(1) Beyinde zihnî aktivitelerden, idrakten, hislerden, mücerret düşünmeden, sosyal ilişkilerden ve nahif artistik sanat istidatlarından sorumlu basit mekanizmalar vardır. (2) Bu mekanizmalar fizikî ve kimyevî yollarla tesbit, tahlil ve tahkim edilebilir; bazen de değiştirilebilir. Bu yaklaşım, sevginin ve düşüncelerin sadece nöropsikolojik fenomenler olduğunu öne sürmez; öbür yandan merkezî sinir sisteminin davranış göstermede mutlak gerekliliğini kabul eder. Bu bahsi geçen mekanizmaların çalışmasını plânlar. (3) Beynin doğrudan manipülasyonu ile tahmin edilebilir fiilî ve zihnî tepkiler meydana getirebilir. (4) Sinir sisteminin işleyişini değiştirebiliriz.”

Bitkilerde olduğu gibi hayvanlarda ve insanlarda bütün biyolojik işlemler hücrelerdeki iyon hareketleriyle ve elektrikî değişikliklerle alâkalıdır. Dolayısıyla herhangi bir hücrede veya organda meydana gelen tüm elektrikî faaliyetler hücre zarına veya organa uygun uzaklığa yerleştirilen elektrotlar vasıtasıyla kaydedilebilir veya değiştirilebilir. Delgado deneylerini beynin içine soktuğu çok ince teller (elektrot) ile beynin muayyen bölgelerini uyarmak suretiyle yapıyor.

Delgado’nun hayvanlar üzerinde yaptığı en meşhur deney, arenada üzerine gelen boğayı elektrikî uyarım kullanarak durdurmasıdır. Bir hasta üzerinde yapılan deneyde, beyne sokulan elektrotlarla sol parietal korteksin uyarılması hastanın sağ elinin ilk iki parmağının kasılmasına sebeb oluyor ve bunu sırayla diğer parmakların kasılması izliyor. Hastaya beyninin uyarıldığı ve büzülen elindeki parmaklarını düzeltmesi söylendiğinde hasta parmaklarını düzeltemiyor ve şunları söylüyor: “Doktor, sanırım sizin elektriğiniz benim irademden daha güçlü.”

Bu etkilere zıt, ESB ile bazı düzenli tepkiler oluşturmak da mümkün… Yine bir hasta üzerinde yapılan deneyde rostral bölgenin iç kapsülü uyarılıyor, buna tepki olarak hasta sanki o ân gördüğü bir şeye bakıyormuş gibi kafasını çevirip vücudunu yavaşça o tarafa doğru hareket ettiriyor. İlginç olan şu ki, hasta, her defasında yaptığı hareketlerle ilgili mantıklı bir açıklama sunuyor: “Ne yapıyorsun?” diye sorulduğunda “Terliklerimi arıyorum”“Bir ses duydum sanki”“Rahatsız oldum” veya “Yatağın altına bakıyordum” gibi cevablar alınıyor.

Bir kadın hastanın beyninin thalamus bölgesi uyarılıyor; önce kadının yüzünde tipik bir korku ifadesi beliriyor; sağa sola dönmeye başlıyor ve arkasında kalan bölümü gözleyerek kontrol etmeye başlıyor. Kendisine ne yaptığı sorulduğunda ise, bir tehlike sezdiğini ve sanki kötü bir şeyler olacakmış gibi hissettiğini söylüyor.

Pallidum bölgeleri uyarılan bazı hastalar, endişe ve rahatsızlık gösteriyorlar ve ayrıca göğüslerinde kasılma ve sıcaklık hissediyorlar. Bazı hastalar sol göğüslerinde huzursuzluk olduğunu bildiriyorlar ve uyarım tekrarlandığında endişeli bir şekilde çığlık atmaya başlıyorlar. Bir hasta şöyle söylüyor: “Karşıdan üzerime neyin geldiğini kestiremiyorum; sanki bir hayvan…”

Amygdaloid’in uyarılmasının şiddet hareketlerini doğurduğu başka araştırmacılar tarafından da isbatlanmış. King isminde bir araştırmacı, depresyon ve itilmişlik duyguları içindeki neşesiz bir tonda konuşan, şaşkın ve sabit bir yüz ifadesine sahib bir kadının beyninin amygdaloid bölgesine 9 miliamperlik akım veriyor ve kadının sesinin değiştiğini ve yüzünün kızgın bir ifade aldığını müşâhede ediyor. Bu süre zarfında kadın şunları söylüyor: “Bu sandalyeden kalkmayı istediğimi hissediyorum! Lütfen bunu yapmama izin vermeyin! Bunu bana yapmayın! Rezil olmak istemiyorum!”Mülâkat yapan kişi, hastaya o ân vurmak isteyip istemediğini soruyor, kadın “Evet, bir şeylere vurmak istiyorum. Elime birşeyler alıp onu parçalamak istiyorum sadece. İnanın yapmayacağım!” diyor. Daha sonra kadın, mülâkatçıya bir tomar kâğıt karşılığında eşarbını veriyor ve bir yandan “Böyle hissetmek istemiyorum” diyor, bir yandan da aldığı kâğıtları paramparça ediyor. Uyarımın şiddeti 4 miliampere düşürüldüğünde, bu sefer ağzını yaya yaya gülmeye başlıyor ve şunları söylüyor: “Bunun aptalca olduğunu biliyorum, ne yapıyorum ben. Şimdi bu sandalyeden kalkıp koşmak istiyorum. Bir şeylere vurmak istiyorum, bir şeyleri parçalamak, her ne olursa… Sizi değil, sadece bir şeyleri… Şimdi sadece kalkmak ve parçalamak istiyorum, kendimi kontrol edemiyorum.” Uyarımın şiddetinin tekrar 5 miliampere çıkarılması yine aynı agresiflikleri tezahür ettiriyor ve kadın kolunu sanki vuracakmış gibi havaya kaldırıyor.

ESB’nin haz etkisinin en iyi müşâhede edildiği bir örnek de, üzgün ve sıkkın görünen bir hastanın, beyninin rostral bölgesi uyarıldığında hemen gülümsemeye başlaması, uyarım kesildiğinde ise eski üzgün hâline dönmesi ve uyarım tekrar uygulanır uygulanmaz yeniden gülümsemeye başlaması…

Bazı hastalarda temporal lobun uyarılması müzik duyuyormuş hissi doğuruyor. Bazen bu belirli müzik tonu kişi tarafından tanınabiliyor ve kişi bunu mırıldanıyor, bazı durumlarda da bir odada çalan radyo veya teyp sesi gibi geliyor. Duyulan sesler, hatırlamadan ziyade, hakikaten çalan bir orkestranın enstrümanlarının veya bir şarkının sözlerinin duyulması şeklinde oluyor.

İnsanlar üzerinde yaptığı deneyler Delgado’yu heyecanlandırmış olsa gerek ki, şunları söylüyor:

“Yakın gelecekte, ‘uyarı’ların insan ve bilgisayar arasında geri beslemeli bir irtibat bağı kurabileceğini tahmin etmek mantıklıdır. Sinir hücreleri ile bu enstrümanlar arasında kurulacak karşılıklı bağ, nöropsikolojik fonksiyonların kontrolü konusunda yeni bir program başlatacak. Örneğin mahallî anormal elektrik uyarımı ile, epilepsi atağı, uzaktan bilgisayarlar tarafından kontrol edilen elektrotlar vasıtasıyla engellenebilir. Elektrikî rahatsızlığın teşhisi ânında, radyo sinyalleri ile hastanın kafasındaki ‘uyarıcı’ faal olabilir ve problemli bölgeye elektrikî uyarım uygulanabilir; böylece nöbet bloke edilebilir.”»

Sencer Ekin’den naklettiklerimiz burada bitiyor. Fakat, Delgado’nun sözünü ettiği “bilgisayar” ve “beyin” araştırmaları, asıl ondan sonra başlıyorUmûma mâlolmuş birkaç küçük örnek:

California Üniversitesi’nden Garrett B. StanleyFei F. Li ve Yang Dan tarafından kaleme alınan veThe Journal of Neuroscience dergisinde 1999 yılında yayınlanan “Reconstruction of Natural Scenes from Ensemble Responses in the Lateral Geniculate Nucleus” (Yanal Geniculate Çekirdekteki Toplu Tepkilerden Tabiî Manzara Görüntülerinin Tekrar Oluşturulması) isimli makaleye göre, yapılan deneyde kedinin beynindeki sinyaller çözülerek, o ân için gördükleri bir bilgisayar ekranında –bulanık da olsa- tekrar oluşturulabiliyor. Bilim adamları, kedinin görme merkezine yerleştirdikleri çok ince elektrotlar vasıtasıyla, gözlerden beyne gelen elektrik sinyallerini bir bilgisayar vasıtasıyla analiz ederek, kedinin gözlerinin gördüğü görüntüyü bilgisayar ekranında tekrar oluşturabiliyorlar.

Yine, Doç. Dr. Miguel Nicolelis ve arkadaşlarının Duke Üniversitesi Tıb Merkezi’nde yaptığı ve sonuçları Nature dergisinin 16 Kasım 2000 tarihli sayısında yayınlanan deneyde, bilim adamları, maymunların beynine yerleştirdikleri elektrotlarla, beyin dalgalarını bir bilgisayara aktarıyor. Maymunlar çeşitli hareketler yaparken elde edilen dalgalar bir bilgisayarda toplanıyor. Bir nesneyi tutmak, el çırpmak gibi basit hareketler sırasında elde edilen beyin dalgaları bilgisayar tarafından analiz edilerek sinyallere, bu sinyaller de üç buudlu görüntülere çevrilerek, bilgisayara bağlı bir robot koluna aktarılıyor ve böylece kolun hareketi sağlanıyor. Üstelik sözkonusu beyin sinyalleri, yaklaşık 1000 km uzaklıktaki robot koluna “internet” üzerinden gönderiliyor.

Meselenin insanlara dönük yönü bakımındansa, 2006 yılında duyurulan ve Berlin’deki Fraunhofer Enstitüsü ile Charite Üniversite Hastahânesi tarafından ortaklaşa yürütülen bir proje dikkat çekiyor. BBCI projesi [Berlin Brain-Computer İnterface – Berlin Beyin-Bilgisayarı Ara Yüzü], düşünce gücü yardımıyla bilgisayar kontrolünü sağlayan bir proje bu. Cihaz, takıldığı kişide harekete geçen beyin faaliyetlerini algılayan 128 adet elektroda sahib. Bu elektrotlar yardımıyla kişinin zihnî faaliyetlerini algılayan BBCI, bu faaliyetleri emre dönüştürerek bilgisayara hareket emri olarak gönderiyor: Böylece, hiçbir fizikî temas olmaksızın, bilgisayarda işlemler gerçekleştirilebiliyor.

Bu saydıklarımız, Batı’da artık “genel bilgi” hâline gelmiş ve TELEGRAM’a nisbetle doğrusu çok basit ancak, onun teknik mantığını bir nebze anlamaya yardımcı olabilecek, ayrıca küçük bir araştırmayla hemen teknik teferruatına ulaşılabilecek örnekler. Bugünün TELEGRAM teknolojisi, geçmişte tüm bu “elektrotlar” vasıtasıyla yapılanları, artık çok daha gelişmiş ve mükemmelleştirilmiş olarak, UZAKTAN ve ELEKTROTSUZ yapabilmeye dair.

TELEGRAM VE HAKİKAT ŞUURU

 Uzmanların veya konuyla ilgili olanların “zihin kontrolü” olarak adlandırdığı TELEGRAM’daki beden ve beyin koordinasyonuna müdahale tekniklerine bir nebze de olsa açıklık getirdiğimize göre, ferdin kararlarının ve yapacaklarının nasıl kontrol edildiğine bir bakalım şimdi de. Zaten yapılan müdahalelerde bedenin faaliyetlerini hedefleyen uygulamalardan amaçlanan, insanın güdülmesini veya yönlendirilmesini sağlamak üzere, kişinin direncini kırmaktır. Tıpkı yakalanmış olan kişinin konuşturulması için işkence edilerek direncinin kırılmasının amaçlanması gibi.

İnsana Allah tarafından “hür” bir irade bahşedilmiş ve bu münasebetle yaradılanların en üstünü olarak nitelendirilmiştir. Bu sebeble ahiret günü vardır ve her ferd “hür irade”siyle yaptıkları ve yapmadıklarından mes’ûl olarak yargılanacaktır. İşte TELEGRAM’da hedeflenen de, ferdin beden ve zihnine müdahale ederek onun bu “hür irade”sini belli bir yöne kanalize etmek; duyacaklarını, düşüneceklerini, hareketlerini ve tavırlarını böylece kontrol altına almaya çalışmaktır. Bu noktada ASLA unutulmaması gerekense, “hür irade” prensibinden dolayı, kimseye istemediği bir şeyin istetilemeyeceğidir. Ne var ki, kişiye zorla bedenî hareketler yaptırtılabilir, TELEGRAM’da olduğu gibi belli duygu ve düşünceler de TEKLİF edilebilir. Yalnız hatırdan çıkarılmamalıdır ki, bunlar ne kadar “bizdenmiş gibi” de görünse, sadece “haricî teklif”tir ve biz istemedikçe “bizim” duygumuz, düşüncemiz ve davranışımız olamazlar.

Bu nevî müdahale ve işkencelere maruz kalmış diğer örneklerden bildiğimiz üzere ve özellikle BEDENÎ SEVK noktasında, genelde “başarıyla” neticelenen bir uygulamadır TELEGRAM. Şöyle ki, TELEGRAM’a maruz bırakılan kişiyi bir istikamete yürütmek istediklerinde, kişinin beyninden sinirler vasıtasıyla yürüme unsurlarına gönderilen frekansların uygun kodlu hâlinden yararlanarak, kişiyi yürütmeye çalışabilirler. İnsanın dilemediği hususlarda konuşması yahud konuşmaya zorlanması meselesi de aynen böyledir. Bu şekilde kişiye gönderilen frekansların uygun kodlarıyla, kişiye istenilen sözler onun şuuru dâhilinde ancak kontrolü haricinde söyletilmek istenebilir. Bu husustaki “başarı” nisbetleri ise, hedeflenen kişinin “hakikatin hakikati”ne ve ahlâkî prensiblerine olan bağlılık derecesiyle alâkalıdır. Bu vesileyle, TELEGRAM uygulamasının Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nu tahakküm altına alıp yönlendirme teşebbüsünde niçin başarısızlığa mahkûm olduğunu cevablamaya çalışalım.

TELEGRAM hâdisesinde, ferdi istedikleri gibi konuşturabilme veya hareket ettirebilme telkin ve tazyikinden bahsetmiştik. Bu uygulama esnâsında ferd, arka plânda “şuurlu” olarak vardır ve kendisine söyletilmek veya yaptırılmak istenen hareketlerin farkındadır. Bu durumda ferd, eğer ki meyilli olduğu hususlarda zorlanıyor yahud telkine maruz bırakılıyorsa, tesir son derece etkilidir ve derhal kendisini gösterir. Ancak “hakikatin hakikati”ne ve ahlâkî prensiblerine bağlılığı çok güçlü olan ferdlerde, tahakküm altına alınma sözkonusu değil, ancak İŞKENCENİN DEVAMI SABİTTİR. İnsanda idrak eden, RUH’tur. Beyne hangi usûl ve teknikle müdahale edilmeye çalışılırsa çalışılsın, istikameti kalben ve ruhen “hakikatin hakikati” üzere olan ferdi götürebilecekleri son nokta, yalnızca çok ağır bir işkenceden ibaret kalacaktır.

Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu Berzah adlı eserinde diyor ki; «insan cevheri olan “ruh” da bir yaratıktır. Fakat ruh, Halk Âlemi’nden olmayıp Emr Âlemi’nden olması dolayısıyla, onun kendisine has temayülü iyiliklere yönelmektir; lakin Halk Âlemi’nde bedene girince yâni “nefsle” karşılaşınca, onun mahiyeti dolayısıyla zorunlu olarak kötülüklere yönelmiş ve onda kötü istekler doğmuştur.» TELEGRAM’ın tasarımcı ve uygulayıcılarının en önemli problemi tam da bu tesbitlerde gizlidir. Ruh, TELEGRAM’cıların asla uzanamayacağı bir yerdedir.

Biraz daha yakından bakarsak; ferd, hipnoz ile yönlendirilebilmektedir ancak, sadece meyilli olduğu istikametlerde ve ahlâkı izin verdiğince. TELEGRAM’da sözkonusu olan ise, CEBREN telkindir. Her ne kadar cebrî de olsa, ruh ve nefs arka plânda hazır ve nazırdır. Ruh’un “hür irade”si olmasaydı, TELEGRAM, belki de bu cihaza mâlik olanlara tüm bir insanlığı kontrol kudretini bahşedecekti. Lâkin RUH’un varlığı, başlı başına, bu gayretin önünde dikilmiş yıkılmaz bir sed niteliğindedir.

Kısacası, kurban olarak seçilen ferdin fikrî ve ahlâkî “önceliklerinin” ne olduğu, zihin yönlendirmesinin başarı yahud başarısızlığını tâyin edecektir. “Hakikatin hakikati”ne sadık kimseler önce Hakkı tanır, sonra gördüğünü veya işittiğini dikkate alır. Temel mesele, TELEGRAM yoluyla yapılan telkinler veya direkt yönlendirmeler değil, ferdin prensiblerinin ne olduğu, onlara bağlılığının derecesi ve ahlâkî sınırlarıdır.

“Hakikat”, “şeriate aykırı olmayan” şeydir. Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu Yağmurcu adlı eserinde şöyle demektedir: “Şeriate aykırı hiçbir hakikat olamaz; insanda zahir ve bâtın soyundan tecelli eden her faaliyet ve bilgi, doğrudan veya dolaylı, onun mihengi içindedir.” Demek ki, Şeriate bağlı ve akıllı olan kimse, yaşanılan veya “yaşatılan”, zahirî veya batîni, her gerçekleşeni “hakikatin hakikati” hâlinde Şeriat nisbetiyle ölçer ve iradî tavrını buna göre belirler. “Hakikatin hakikati”ne bağlılık kaygısını yaşama kaygısının üstünde tutan ferdlerde bu TELEGRAM uygulamasının ulaşabileceği son durak, yalnızca ve barbarca bir cinayettir. Ruhuna hükmedemediğinin, bedenini ortadan kaldırmak!

Salih Mirzabeyoğlu’na cezaevindeki koğuşunda 11 yıldır daimî bir TELEGRAM işkencesi uygulanmaktadır. Teknik izahatını yukarıda yapmaya çalıştığımız bu işkencenin Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nda –dayanılmaz işkencesi bir yana- mânen niçin başarısız kaldığı ve kalmaya da mahkûm olduğu artık anlaşılsa gerektir. O, tüm bu akıl çatlatıcı işkencelere rağmen “İSTİKAMET” üzere yürümekte; bu işkenceler altında yazdığı eserlerle İman ve İslâm aksiyonunu hiç tavizsiz yükseltmektedir. TELEGRAM’cıların beklediklerinin tam tersi olmuş, yâni bu işkenceler O’nu tüketmemiş; aksine, idrak ve insaf ehli nazarında, O’nun nefsine hükmetme davasında DÜNYA ÇAPINDA, hattâ bu bildik DÜNYANIN DA ÇAPINI AŞAN bir İNSAN olduğunun, “hakikatin hakikati”ne olan sarsılmaz bağlılığının ve bu azîm sadakat makamının tasdiki olmuştur.

Bize düşen, ağlamak veya sızlanmak değil, bu azîm fikre ve fikircilerine sadık ve lâyık olmak; bu işkencelere ve işkencecilerine duyduğumuz hıncı, tek tek “oluş hızı”mızı arttırıcı bir enerjiye kalbederek davanın harcına katmaktır. Ahlâksız düşmanın elindeki iktidar cihazına ve Üstad Necib Fazıl’ın, İdeolocya Örgüsü’nde niteliğini çerçevelediği “teknoloji”ye de muhakkak hâkim olmaktır: “Bu fikriyat ve ruhiyat mutlaka kurulacak, makineleşme ve müspet bilgilerle cihazlanma dâvası idealleştirilecek; işi maddeden başlatıp ruhta bitiren ve sonra ruhtan başlatıp maddede ikmal eden bir sistem halinde dâva, ruha, kitaba, mektebe, terbiyeye, zevke, vazifeye ve gayeye intikal ettirilecektir.”

Son söz, tüm bu işkencelerin hedefi olan büyük ÇİLEKEŞ’ten, İşkence adlı eserinden:

Tenimizi ezebilirsiniz… Ama, ruhumuzu asla…

Onu ne işkence zapteder, ne kelepçe, ne pranga…

Gülümser durur inancımız, hürriyet buudunda sonsuzca…

Bizi edebilirsiniz, evimizden, tenimizden… Ama dinimizden?

Çok şükür, pişmanlık uğramadı semtimizden…

Ya siz? Ezeli pis hayvancıklar… Neye yaradı işkenceniz?

Dünyanız kara, ahiretiniz zift… Sizi bekliyor cehenneminiz!..

 Kaynak: Akademya Dergisi, II. Dönem, Sayı 1, Eylül-Aralık 2010, s. 10-21

Ömer Emre Akcebe / Akademya Dergisi

adminadmin