Genel
Giriş Tarihi : 10-11-2018 09:46   Güncelleme : 10-11-2018 09:46

Teröre Karşı Teröristle Mücadele

Teröre Karşı Teröristle Mücadele

ABD Yönetimi’nin terör örgütü PKK’nın terörist başlarını bulmak için milyonlarca ödül belirlemesi, kavak ağacının arkasına saklanmaya çalışan fili çağrıştırıyor. ABD, silahlarla desteklediği terörü, Irak’tan Suriye’ye taşımak istiyor. Doğu Akdeniz’den de Türkiye’yi tehdit ediyor.

Amerika Birleşik Devletleri’nin Suriye’deki ‘İran ve Rusya’ nüfuzunu kırarak, Şam’da bir rejim değişikliği yoluyla İsrail’in güvenliğini tesis etme, Doğu Akdeniz’i kontrol etme ve Mezopotamya bölgesinde kalıcı olma hedefiyle çıktığı yolculuk, bugün iki terör örgütünün gölgesinde, Fırat Nehri’nin doğusunda ne pahasına olursa olsun hayata geçirilmesi elzem olan bir varoluş mücadelesine dönüştü.

Bu mücadelede kendisine ortak olarak PKK-PYD-YPG ve onun alfabedeki çeşitli kombinasyonlardaki uzantılarını seçen ABD’nin ortaya koyduğu manzara bir kavak ağacının arkasına saklanmaya çalışan fili hatırlatıyor.

DAEŞ terörü ile mücadele ettiğini, bir yandan da bölgedeki NATO müttefikinin toprak bütünlüğüne saygılı olduğunu iddia etse de bu filin bir yerleri, tüm çabasına rağmen açıkta kalıyor. Irak’ın kuzeyinden Münbiç’e uzanan, terör örgütüne silah ve mühimmat tedarik eden lojistik hattını da, sözde terör kantonlarının sınırlarında teröristlerle beraber çıkılan devriye faaliyetlerini de sıvayacak balçık bulmakta zorlanıyor.

"ABD İKİYÜZLÜLÜĞÜ”

Kendi bürokratlarının durumu ‘Zırva tevil götürmez’ atasözünün neden söylendiğinin yaşayan kanıtı gibi.

Amerikan halk edebiyatında buna eşdeğer bir sözün yokluğundan olsa gerek ABD’nin Suriye Özel Temsilciliği görevini yürüten James Jeffrey gibi deneyimli bir diplomatın 8 ay arayla bir silahlı grubun terör örgütü olup olmadığına dair tam tersi yönde iki açıklama yapabildiğine şahit olduk. 2018 yılının mart ayında ABD’nin eski Ankara Büyükelçisi sıfatıyla verdiği demeçte “Hiç şüphe yok ki PYD ve onun askeri kanadı olan YPG, ana örgüt PKK’nın unsurlarıdır ve genel anlamda onun kontrolü altındadır” ifadelerini kullanan Jeffrey’e, aynı yılın kasım ayında ülkesinin ‘Suriye Özel Temsilcisi’ kimliği ile konuştuğunda “PKK’ya ilişkin pozisyonumuz net. PKK’nın aksine YPG’yi terör örgütü olarak tanımlamıyoruz. Bunu hiçbir zaman yapmadık. Suriye’ye müdahale etmeden önce de yapmamıştık” gibi bir öncekine tamamen zıt açıklamayı yaptıran motivasyonun kaynağı nedir? Böyle bir ikiyüzlülük ABD’nin hangi politikasının eseridir?

YENİ Mİ FARK ETTİNİZ?

Amerika Birleşik Devletleri Dışişleri Bakanlığı, 6 Kasım’da PKK terör örgütünün sözde lider kadrosunun tepesinde yer alan 3 üst düzey ismin yerlerine dair bilgi sağlayacak ya da yakalanmalarına yardımcı olacak kişilere toplam 12 milyon dolar ödül verileceğini duyurdu.

Acaba ABD Dışişleri Bakanlığı arzu eden her Batılı medya kuruluşunun bu 3 terör lideriyle kapılarını çalıp röportaj yapabildiklerinden haberdar mı değildi? ABD Dışişleri Bakanlığı yetkilileri biraz televizyon izleseler, paralarını çarçur etmelerine gerek olmadığını, bu teröristlerin “Irak’ın kuzeyi, Kandil Dağı” adresinde mukim olduklarını öğrenebilirler.

Peki, bu denli ciddiyetsiz bir kararın altında yatan sebepler ne olabilir? Temelleri 1976 yılında Ankara’da atılan, ‘Apocular’ adı ile ortaya çıkarak 1978’den itibaren temsilcisi olduklarını iddia ettikleri Kürtlerin yasal siyaset yapan örgütlenmelerini silahlı saldırılarla terörize eden, 1984’te Türkiye’deki askeri hedeflere karşı saldırı başlatan PKK’yı 1997’de terörist örgütler listesine dahil eden ABD, Duran Kalkan, Cemil Bayık ve Murat Karayılan’dan yeni mi haberdar oldu?

PROJE SURİYE’YE GİDİYOR

Bu üçlünün başına ödül koyan ABD’nin DAEŞ ile mücadele amacıyla kurduğu koalisyonun temsilcileri, Türkiye’nin terör listesinde yer alan Abdi Ferhad Şahin, Polat Can, Aldar Halil gibi isimlerle hatıra fotoğrafları çektirir, ellerinden ödül alır, beraberce helikopter gezilerine çıkarken, Kandil’deki 3 terör elebaşı için atılan adımın ne ciddiyeti olabilir? ABD’nin Türkiye’ye yaptığı bu sözde iyiliğin bizlere anlatabileceği tek şey; 19. yüzyılın sonundan itibaren bölgede Kürt kimliğini suistimal eden Batılı güçlerin, bu silahı Irak topraklarından Suriye’ye taşıdıklarıdır. Türkiye 15 Temmuz 2016’daki darbe girişiminin ardından PKK terörüne karşı sahada personeli, teknolojisi ve istihbaratı ile saha gerisinde ise terör örgütünün uyuşturucu ve sigara kaçakçılığı ile siyasi uzantısının belediyelerinden temin ettiği geliri kesen operasyonlarıyla önemli bir mesafe kaydetti. PKK’nın Türkiye sınırları içerisindeki silahlı terörist sayısı tarihin en alt seviyesine düştü ve daha da azalmakta.

“YAŞAM ALANI” KALMADI

Türkiye’den örgüte katılım sıfır düzeyine yaklaştı. Dağdaki teröristlerin finanse edilmesini sağlayacak tüm kaynakların kurutulması ve belediyelerdeki görevlendirmeler sayesinde PKK’ya yaşam alanı bırakılmadı. Şüphesiz, PKK’nın başta Washington’da olmak üzere Batılı başkentlerindeki hamileri de piyonları için yolun sonunun geldiğini kabul etmekte ve bundan sonra jeopolitik olarak ortamın daha elverişli olduğu Suriye’deki YPG-PYD örgütlenmesi ile yola devam etmenin kendileri için daha rasyonel olduğu sonucuna varmakta. ABD, 1950’lerden bu yana üzerinde çalıştığı bölgede Türkiye eksenli bir Kürt devleti kurdurma projesini, 15 Temmuz’daki başarısız darbe girişimi neticesinde tamamen terk ederek, Rusya ile girdiği nüfuz savaşının da gereği olarak Suriye topraklarına taşımış bulunuyor. ABD, Fırat’ın doğusunda hedeflediği bu devleti kurdurmayı başaramasa bile DAEŞ terör örgütünü arzu ettiği zamanlarda canlandırarak Suriye’nin toprak bütünlüğünü belirsiz bir tarihe kadar destabilize edecek bir yapıyı ayakta tutmayı amaçlıyor.

“PKK’YI PKK’DAN AYIRMAK!”

“PKK’yı PKK’dan ayrıştırmaya çalışmak” gibi izahı imkansız bir çabanın içerisine giren Amerika Birleşik Devletleri’nin PYD-YPG terör örgütünü meşrulaştırma çabasını, İran’a yönelik ambargoları yeniden yürürlüğe koymasıyla eş zamanlı olarak gündeme getirdiğini de gözden kaçırmamak gerekir. Suriye’nin kuzeyinde, terör eliyle oluşturulan gri bölgenin benzerlerinin son 2 ay içerisinde Pakistan ve Afganistan’ın İran sınırlarında tesis edilmeye başlaması da bir tesadüf değil. Pakistan’ın İran sınırında daha önce adı nadiren duyulan terör gruplarının saldırıları tırmanışa geçerken, yine 5-6 Kasım tarihlerinde Afganistan’ın İran sınırında da dikkat çeken ve Taliban’a mâl edilen bir saldırı yaşandı. Farah vilayetindeki saldırıda Afgan güvenlik güçlerinden 30’u öldürüldü, çok sayıda asker ve polis kaçırıldı. Türkiye-Suriye-Irak örneğinden yola çıkarsak, hedef aldığı ülkeleri sınırlarına terör örgütleri yerleştirerek tehdit etmenin günümüzde standart bir ABD politikası olduğu anlaşılıyor.

ZORAKİ "MÜTTEFİKLİK"

PKK lider kadrosunun peşine düşüyormuş gibi yaparken PYD-YPG terör örgütünü meşrulaştırma peşine düşen ABD’nin Doğu Akdeniz-Suriye eksenindeki hakimiyet mücadelesinde verdiği dikkat çekici bir mesaj da Güney Kıbrıs Rum Yönetimi üzerinden oldu. Dışişleri Bakanı Mike Pompeo, pek çok tesadüfün kesişme noktası haline gelen bu sihirli 6 Kasım(!) tarihinde Washington’da GKRY Dışişleri Bakanı Nikos Christodoulides ile görüştü. Yunan basınına yansıyan haberlere göre bu görüşmede taraflar arasında ayrıntısına henüz vakıf olmadığımız bir güvenlik anlaşması imzalandı. Ancak daha ilginç olan, görüşme haberinin ABD’nin Ankara Büyükelçiliği’nin Twitter hesabından paylaşılması oldu. Yunanistan ile askeri işbirliğini artıran, Ege’deki adaların silahlandırılmasına katkı sağlayan Washington yönetiminin, Mısır-İsrail-Yunanistan ve GKRY’nin enerji işbirliği kisvesi altında Doğu Akdeniz’i kontrol altına almak için kurdukları ittifaka verdiği destek, Münbiç’te olduğu gibi ‘müttefikliği’ sorgulatacak başlık olarak karşımıza çıkıyor.

Mehmet A. Kancı / Diriliş Postası

adminadmin