Eğitim
Giriş Tarihi : 02-02-2014 15:49   Güncelleme : 02-02-2014 15:49

TÜRKÇENİN KUR'ÂN-I KERÎM'LE OLAN SIKI BAĞI

Türkçe'de yer alan Kur'ân-ı Kerîm kökenli kelimelerin, bu dilin Kur'ân-ı Kerîm'le olan sıkı bağını gösterdiği vurgulanıyor. Türk dilinin aslına dikkat çekiliyor.

TÜRKÇENİN KUR'ÂN-I KERÎM'LE OLAN SIKI BAĞI
Bu incelemenin yapılmasıyla, Türkçenin mahiyetine dair bazı hakikatlere ulaşıldığı belirtiliyor. Kur'ân-ı Kerîm'de geçen kelimelerin kökleri üzerinden, adı verilen bir eser esas alınarak,  yine adları verilen Arapça ve Arapça-Türkçe sözlüklerden yararlanılarak çalışmaya başlandığı, değinilen çok sayıda lügat ve sözlükler üzerinde inceleme yapıldığı ifade ediliyor.

Kur'ân-Kerîm'de geçen toplam 1738 kelime kökünden çıkan kelimelerin ilgili lügatlerde bulunup bulunmadığının tespit edilmeye çalışıldığı, A'dan Z'ye yapılacak kapsamlı bir sözlük taramasında mevcut sayının çok üstünde kelime tespitine ulaşılacağı fikrindeler. Benzer bir incelemenin Hadîsler üzerinde yapılması durumunda Kurân ve Hadîs bilgisi ile Türkçe bütünlüğünün daha bir göze çarpıcı olacağı vurgulanıyor. Bu incelemeden sonra şu ilginç ve çarpıcı kanaate varıldığı ifade ediliyor: "Kur'ân-ı Kerîm ve Hadîs-i Şerîfleri dışarıda bırakarak Türkçeye Arapçadan geçmiş-varsa eğer- bir kelime bulmak hayli müşkül bir iş." Burada kasdedilenin ilmî kelimeler olması gerek. Günlük hayatta halkın kullandığı Arapçadan geçme bazı kelimelerin Anadolunun kimi yörelerinde varlığı bilinmekte.

Dilin ne olduğunu dillendirmenin zorluğuna vurgu yapan İsmet Özel bu bağlamda şu düşündürücü tespiti yapıyor: "Biz mevcudiyetimizi yani cismanî varlığımızı lisânla hem emniyete alırız, hem de hissederiz. (.) Dolayısıyla insanın lisânı hem cismanî varlığının ispatıdır, hem de bir vatanı olduğunun işaretidir. İnsan lisân sahibi ise mevcut olduğunu hem kendi kendine, hem de başkalarına gösterir; hem de bir vatanın içinde olduğu anlaşılmış olur. (.) Dilin menşei(kökeni) dolayısıyla Kur'ân-ı Kerîm'in bize öğrettiğine dikkatimizi çevirdiğimiz zaman anlarız ki Âdem'e ilk öğretilen şeyler isimler, kelimeler. Sadece bu değil, aynı zamanda meleklere dönülerek, ona secde etmeleri emrediliyor. Kelimeler insanın sadece mevcudiyetini işaret etmiyor, aynı zamanda insanın fâik(üstün) olduğunu da gösteriyor. Kelimeler olmadığı zaman insan dûn(aşağı, aşağılık, altta) bir şey."

Türkçe nasıl bir dildir?  Onu karakterize eden nedir? Bu anlamda sorular sorsak , İsmet Özel'in fikri sorularımıza cevap olur, en azından ışık tutar: "Şuna dikkatinizi çekerim: Arapça ve Farsçanın yön tayin edici olmadığı şartlarda Türkçe tekellüm edilemez(konuşulamaz/yazılamaz). Sarf-Nahiv(dilbilgisi/gramer) biliniyor olması Türkçe konuşmayı mümkün kıldı. Türk dilinde aynen Arapçada olduğu gibi "etre-avoir(to be, to have) fiillerinin mevcut olmaması bunun ispatıdır. Farsçada vardır, Kürtçede vardır mesela. Ama Türkçede yok. (.) Türkçe dediğimiz dil Arap sarf ve nahvini bilen insanların günlük hayatlarını idame ettirmek için ortaya çıkardıkları dildir. (.) Nasıl ki Latinceden Fransızca çıkmışsa, Türkçe, Arapça gramer bilen insanların günlük hayatlarını devam ettirmek için bu topraklarda, Türkiye topraklarında ortaya çıkardıkları dildir."

Ayrıca, İsmet Özel, Türkçenin, bir Müslümanın itikadî yerini yaşayarak göstermesine yarayacak bir dil olduğu fikrindedir. Dahası, bizim, Türkçeyi, sadece itikadî pozisyonumuz dolayısıyla benimsemiş insanlar olduğumuzu düşünür.  "Tanzimat'tan sonra Avrupa medeniyetini ufuk olarak kabul ettiğimiz sırada bile karşı karşıya kaldığımız Avrupaî kavramlarla ünsiyet(yakınlık) kurabilmek için, -elimizde Türkçe konuşmak için Arapçadan başka şey olmadığından- Arapçadan kelimeler ortaya çıkardık. "İstiklâl" kelimesi bunlardan bir tanesi. Türkler "İstiklâl" deyinceye kadar dünyada kimse "istiklâl" demiyordu, bu Arapça değil Türkçedir; medeniyet, cemiyet Türkçe kelimelerdir. Bütün bunlar Avrupa'da bilinen bir şeyin Türkçe nasıl söyleneceği sorusuna cevap olmak üzere ortaya çıkmıştır." Bunlar bizde çoğu aydının yabancısı olduğu görüşler, tespitlerdir sanıyorum. Öz Türkçe akımıyla temsil bulan anlayış bu anlayışla alâkasız, dahası taban tabana zıt bir anlayıştı. İsmet Özel'in deyişiyle, "Biz bugün vurgularımız bakımından, kelime tercihlerimiz bakımından bilhassa Kur'an'dan uzaklaştırılmış bir Türkçe ile şekillendirildik."

"Türkçe, Müslüman olarak düşünmenin ürettiği bir dil." diyor. Bu gerçeği 13. Yüzyıldan bu yana bu topraklarda yazılmış eserlerden,  şimdilerde Latin harfleriyle  yayına hazırlanmış ve basılmış olanlarını okuyarak anlıyoruz(Yunus Emre'nin, Niyazi Mısrî'nin, yakın zamanlara ait Alvarlı Muhammed Lutfi Efe'nin divanları mesela). Yine Divan edebiyatı bize o dönem Türkçesinin imkânlarıyla kavuşulmuş zihnî seviyeyi yansıtıyor.
Türkçenin şiveyle konuşulan bir dil olmadığını da söylüyor. Mesela Yahya Kemal'in güzel Türkçe konuşamadığını, Üsküplü gibi konuştuğunu ileri sürer ve şu önemli tespitleri yapar: "Türkçe dediğimiz şey aldığı tahsilin hakkını vererek Türkçe vurgularla konuşmak demektir. Türkçe, Müslüman âlimlerin bize hediye ettikleri bir dildir."

Şu anlattığını da alıntılayayım: "Bakınız, 27 Mayıs 1960 sabahına kadar İstanbul'da, Bâb-ı Âli'de iş arayan bir insanın muhatap olduğu ilk soru "Eski yazı biliyor musun?"idi. İster Cumhuriyet Gazetesi'ne gir, o zaman Vatan Gazetesi vardı, Yeni Sabah Gazetesi vardı, Hürriyet Gazetesi vardı. Bunlarda musahhih(düzeltici) olarak iş arıyorsun. O zamanlarda gazeteler dizilir, sonra tashih edilirdi. Sana sorarlardı: "Türkçe biliyor musun, okuma yazma biliyor musun? Bilmiyorsa almazlardı işe. Çünkü Latin harfleriyle yazılıyor bile olsa, onların aslını bilmiyorsan tashih edemezsin."

Osmanlı tarihi üzerine çalışanların bugün 'eski Türkçe' dediğimiz, gerçekte 'Osmanlı dönemindeki Türkçe'yi bilmeden yani Osmanlı arşivine girerek çalışmadan, değişik alanlarda iyi birer Osmanlı tarihçisi olmalarına imkân var mı? Dünyaca ünlü Osmanlı iktisat tarihçisi Mehmet Genç'in sanki ileriyi görürcesine daha lise çağında "bu benim işime yarar" diyerek Osmanlı dönemi Türkçesi öğrendiğinden haberdar olduğumda ne kadar etkilenmiştim! Bir de 1928 öncesi harflerle yazılan-konuşulan Türkçeyi 1917 doğumlu babamın sadece o dönemin ilkokulunda  okuma-yazma olarak öğrenmesiyle, ortaokulda, lisede, üniversitede not tutmalarında, sonraki memuriyet hayatında çalışmalarında ve raporlarının  müsveddelerini hazırlamada o Türkçeyi kullanmayı tercih edişini aktarayım

Ahmet SAY - RADİKAL
adminadmin