Siyaset
Giriş Tarihi : 11-10-2013 13:02   Güncelleme : 11-10-2013 13:02

TÜRKİYE BİR ZİHNİYET DEĞİŞİMİNDE HIZLA İLERLİYOR

AK Parti Genel Başkan Yardımcısı ve Ekonomi İşleri Başkanı Prof. Dr. Numan Kurtulmuş, Milliyet’ten Defne Samyeli ile konuştu; Demokratikleşme Paketi, Türkiye ekonomisi ve çözüm sürecine dair değerlendirmelerde bulundu.

TÜRKİYE BİR ZİHNİYET DEĞİŞİMİNDE HIZLA İLERLİYOR
Prof. Dr. Numan Kurtulmuş… AK Parti Genel Başkan Yardımcısı. ‘Milli görüş’ akımının en genç liderlerinden. İyi bir akademisyen olmanın ötesinde siyaset dünyasına sağduyu ve soğukkanlı bir duruş getiren bir isim. Sorunlardan çok çözümleri konuşan ve sürekli çalışan bir siyasetçi. Meselelere humanist bakışı nedeniyle olsa gerek, siyasetten ayrı olarak gönüllerin oyunu alan bir isim. Bizi Malta Köşkü’nün salonunda bir kahvaltı sofrasında misafir eden Prof. Kurtulmuş'a üzerinde bizzat çalıştığı demokratikleşme paketi, güncel gelişmeler ile ilgili merak edilenleri ve siyasi kariyerini sorduk.
 
Demokratikleşme paketini değerlendirir misiniz? Sizi en çok ne zorladı?
 
Bu paketin hazırlanmasında katkı sunan birisi olarak öncelikle şunu söylemek isterim ki hakikaten çok büyük bir titizlikle çalışıldı. Her kelimenin üstünde durularak, getirisi götürüsü ne olur bunlar hesap edilerek yapılan bir çalışma oldu. Bütün konuların kendine göre zorluğu var, şu zordu şu kolaydı demek istemem. Ama sevindirici olan şu: Türkiye'de bu konularla ilgili olarak şimdiye kadar ne konuşulmuşsa hangi proje ortaya konulmuşsa hepsi masanın üzerindeydi ve objektif bir şekilde değerlendirildi. Türkiye bir zihniyet değişiminde hızla ilerliyor.. Sayın Başbakanımızın da ifade ettiği gibi, bu bir ilk adım değil. Son adım  da olmayacak. Mesela şimdi bundan çok değil, 10 sene evvel 15 sene evvel vatandaş kendi çocuğuna istediği ismi koyamazken, şimdi eğer istiyorsa yerleşim birimlerinin isminin değiştirilmesinin olağan karşılandığı bir zihniyet değişimine doğru gidiliyor. Yine 10-15 sene evvel öğrenci kızlarımıza üniversitede başörtüsüne izin verilmezken bugün devlet memurlarımızın başörtüsüyle rahatlıkla dolaşabilecekleri bir zihniyet değişimine doğru gidiliyor. Gayrimüslim yurttaşlarından korkan bir Türkiye'den, Mor Gabriel Kilisesi'nin vakıf arazisini devretmeyi çok tabii karşılayan bir Türkiye'ye doğru bir zihniyet değişimine doğru gidiliyor. Efendim eski Türkiye'nin, Soğuk Savaş'ın her sabah çocukları bir kalıba dökmek için andımızla başlayan ortamının artık gerekli olmadığını, ülke sevgisinin onlara Çanakkale ruhunu vermekle mümkün olabileceğini düşünen bir zihniyet değişimine doğru gidiyor. Bu paketin bence esas önemli olan kısmı bu.
 
- Bir de bardağın boş tarafını değerlendirmenizi isteyeceğim. Size göre paketin eksikleri neler; ve bu eksiklikler çekincelerden mi, zaman darlığından mı, önceliklerden mi tamamlanamadı?
 
Daha iyisi yapılabilir miydi? Yapılabilirdi. E şimdi tabii ki bu paket bir sihirli değnek değil. Türkiye'nin bu kadar yıldır, hatta ta Tanzimat'tan bu yana birikmiş olan sorunlarını bir paketle çözmeye kimsenin gücü yetmez. Bu bence bir irade beyanıdır. Niyet beyanıdır. Mesela Alevi yurttaşlarımızın haklarıyla ilgili alanlar, yerellik prensibiyle ilgili gelişmeler, diğer gayrimüslim vatandaşların haklarıyla ilgili gelişmeler. Hatta dindar çoğunluğun beklentilerine ilişkin ilave adımlar. Bunların hepsi tabii ki önümüzdeki dönemde atılacak. Ve şundan da emin olun ki, bundan sonra bu paketi anlamlı kılacak daha ileri adımlar nasıl atılabilir, bunlar üzerinde çalışılıyor.
 
- Belirli başlıklar üzerinden ilerlemek gerekirse, azınlıklar pek mutlu olmadı, Aleviler, sonra Ruhban okulu meselesi var..
 
Alevi yurttaşlarımızla ilgili mesele, en farklı tekliflerin olduğu alan. Hatta Alevi yurttaşlarımızın kendi çalıştaylarından  ve gruplarından da çok farklı fikirler geldi. Bu çalışmaların olgunlaştırılması  paketin sonrasına bırakıldı. Olgunlaştıkça inşallah o adımlar da atılır.
 
- Kürt vatandaşların ‘devlet okulunda değil de özel okulda Kürtçe eğitim’ serbestisini ‘Paran varsa Kürtçe öğren’ algısı için ne söylersiniz?
 
Yok, hayır! O, yanlış algılanıyor. Çünkü şu anda bütün öğrencilerimiz için, Kürt evlatlarımız için, dileyenler için Kürtçe öğrenebilecekleri seçmeli ders imkanı var devlet okullarında.
 
- Ama çocuk İngilizce ve Kürtçe'den birisini seçmek zorunda kalırsa o zaman daha beynelmilel bir dil olan İngilizce'den vazgeçmek zorunda kalacak kaygısını dile getiriyorlar…
 
Yok, İngilizce zaten okuyor çocuklar. Zaten sorun biz çocuklarımıza bu kadar yabancı dil okutuyoruz ama bunlara ne kadar öğretiyoruz İngilizce'yi? Dolayısıyla bu bir niyet meselesidir. Unutmayın ki Türkiye, Kürtçe türkü kasetlerinin satılamadığı bir ülkeydi. İbrahim Tatlıses'in Türkiye'de televizyonlardan Kürtçe şarkı söylemediği bir Türkiye'den geçiyoruz. Geldiğimiz nokta fevkalade önemlidir. Yeterli mi derseniz tabii ki daha ilerisi var. Hükümetlerin vazifesi toplumun önünde gitmektir. Şu anda bu paket toplumun beklentilerini büyük oranda karşılayan, genel ortalamanın beklentilerini karşılayan bir pakettir. Paketi hazırlarken şunu biliyorduk, siyasette yüzde yüz herkesin memnun olacağı bir şey yok. Bu yok. Nitekim tepkiler de beklediğimiz gibi oldu... Burada mühim olan makul çoğunluğun kabul edebileceği, ‘Evet doğru bir istikamettir Türkiye için’, diyebileceği bir paketin hazırlanmasıydı. Ve öyle oldu.
 
- Terörle mücadele kanunu ile ilgili bir düzenleme beklentisi vardı. Neden olamadı?
 
Bunların hepsi bir zamanlama meselesi. Şartların olgunlaşması meselesi. Yani birden biz de isteriz ki yarın sabah alıp A'dan Z'ye düzeltelim. Ama bunların hepsinin zaman aldığını düşünmek lazım.
 
- Önümüzdeki günlerde şartlar olgunlaştığında terörle mücadele kanununda değişiklik bekleyebilir miyiz?
 
Ben spesifik olarak bir şey söylemek istemiyorum. Ama bütün bunların hepsi toplumun beklentileriyle uyumlu ve şartların uygunlaşmasıyla ilgili.
 
- Şartlardan kasıt iç politika müzakereleri?
 
Türkiye'nin politik şartları. Yani öyle bir şey ortaya koyarsınız ama buna bütün siyaset karşı çıkarsa, bütün toplumun karşı çıkması halinde siz bunu istiyor olsanız bile bunu uygulaması çok başarılı olmayabilir. Ben bunu kastediyorum..Makul çoğunluğun hassasiyetleri göz önünde bulundurulmuştur. Ama çok ileri bir sınırdır Türkiye için bu paketin çizdiği sınır. İleri ve önemli bir sınırdır.
 
- Fener Rum Patriği Bartholomeos da paketle birlikte Ruhban Okulunun açılmasına ilişkin beklentisini dile getirmişti. Okulun açılması dış politika müzakeresi gerektiren bir durum haline mi geldi? Atina’ya cami yapılırsa mı açılacak?
 
- Hayır, biz kendi yurttaşlarımızın meselesini uluslararası ilişkilerin konusu halinde asla düşünmeyiz. Medeniyet perspektifimiz buna izin vermez. Bütün gayrimüslim vatandaşlarımız bu ülkenin vatandaşıdırlar. Ve onlar da her türlü hakka sahipler. Bu çerçevede atılan adımlara bakarsanız bütün bu gayrimüslim vakıflarının mallarının iade edilmesi Türkiye için en önemli meselelerden birisiydi. Bildiğim kadarıyla 2 milyar liranın üzerinde değeri olan bir mal varlığı iade edilmiştir. Türkiye'de gayrimüslim azınlıklarımızın kendi inançlarını yaşam tarzlarını geliştirmeleri, örgütlenmeleri konusunda en ufak bir engel yoktur. Aslında bizim medeniyetimiz, kültürümüz, geçmişimiz farklı din ve inanç mensuplarının bir arada karşılıklı saygı ve barış içerisinde yaşadığı büyük bir tecrübeye sahiptir. Kudüs, İstanbul, Trabzon, Saray Bosna, Mardin ve Antakya gibi şehirlerimiz tarih boyunca bunun en güzel şahidi olmuştur.Biz bunları yaparken şunu da tabii ki isteriz. Biz nasıl bu kadar gayrimüslim yurttaşlarımız üzerine hassas davranıyorsak tabii ki aynı şekilde bizim Yunanistan'daki yurttaşlarımızın da kendi müftülerini kendilerinin seçebilmelerini, Balat'taki Bulgar Kilisesi nasıl rahatlıkla tamir edilebiliyorsa, ya da mesela bizim buradaki Patrikhanemiz rahatlıkla her türlü tadilatı istediği şekilde yapabiliyorsa, aynısını Yunanistan'daki Türk vakıflarının, oradaki Müslümanların vakıfların da aynı haklardan istifade etmesini dileriz. Ama bu bunun karşılığıdır, uluslararası ilişkilerin müzakere konusudur diye değil. Yani Türkiye'ye yıllardır Ruhban Okulu konusunda eleştirilerde bulunanlar önce kendi ülkelerindeki diğer dinlerden azınlıkların haklarına ne kadar önem verdiklerini bir tartışsınlar. Ve bizim Müslüman azınlıklarımızın başka ülkelerdeki haklarının ne kadar genişlediğine baksınlar. Yine de biz ülkemizde, bir kişi bile olsa farklı bir din mezhep meşrep konusunda kendi fikrini ve inancını yaşamak isteyenin önünü açarız.
 
- Anladım. Bütün bu söylediklerinizden ben Kürt vatandaşlarımızla ilgili de yanıt aldım diye düşünüyorum.
 
Hayır, burada şöyle bir yanlışa düşmemek lazım. Bazı çevreler bunu yapıyor. Lozan'dan böyle geliyor diye böyle değil. Kürtler ve Aleviler, Türkiye'nin aynen Sünniler ve Türkler kadar birinci sınıf kurucu unsurlarıdır. Çoğunluğun parçasıdırlar, bütünün içerisinde yer alırlar. Diğerleri de Lozan'ı bir kenara bırakın medeniyet perspektifi içerisinde gayrimüslim azınlıklarımız da özel hukuka sahip, özel olarak koruma altına alınmış olan unsurlarımızdır. Böyle görmek lazım. Özellikle Kürt ve Alevi vatandaşlarımızın azınlık sayılmasındaki bazı telkinlerin hatta açık söylüyorum bazı tertiplere karşı Türkiye'nin uyanık olması lazım.
 
Ekonomi alanında atılacak adımlar
 
- Dış politika ekonomi ve sosyal politikalar çerçevesinde Ak Parti kadroları Türkiye'yi 2023'e en ideale taşıyacak durumda mıdır? Eğer desteklenmesi gerekiyorsa sizce mesela partide kimleri görmek istersiniz?
 
Geçtiğimiz 10 yıllık süre, Türkiye'de iki alanda at başı giden reformlar Türkiye'nin önünü açtı: Ekonomi ve siyaset alanındaki reformlar. Zaten Türkiye'nin bunlardan birisini tehir ederek diğerini gerçekleştirme şansı yok. Ak Parti doğru bir tercihte bulunarak eş zamanlı yürüttü bu reformları. Ama önümüzdeki on yıl, 2013-2023 artık bu değişimlerin sistematik bir hale getirildiği, sistemi değiştiren ve kalıcı hale getiren bir büyük dönüşüm süreci olmalı. Bütün hazırlıklarımız da bu istikamette. Yani ekonomide bu artık makro başarıları makro istikametten mikro başarılara çevirecek, Türkiye'de üretimi, istihdamı, ihracatı artıracak güçlü bir Türkiye ekonomisi. İçerisinde de yeni anayasasıyla, siyasi partiler yasasıyla, seçim yasasıyla, meclis iç tüzüğüyle antidemokratik bütün yasaların değiştirilmesiyle, içeride toplumsal bütünlüğü sağlayacak adımları atmasıyla hiç çekinmeden korkmadan bu reformlara devam edecek bir Türkiye perspektifine ihtiyacımız var. Bu konuda katkı sağlayabilecek herkesin bu mücadelede katkı sunmasını bekleriz. Bu perspektife sahip insanların hepsinin bu çatı altında olmasını tabii ki temenni ederim, böyle olması için de dua ederim.
 
- Orta gelir tuzağı, Türkiye’nin dışa bağımlılığı çokça konuşuluyor. Ekonomiyle ilgili sözlerinizi biraz daha açar mısınız? Türkiye’nin kalıcı ekonomik başarıya ulaşmasının yolu nedir?
 
Şimdi demin bir şey söyledim slogan gibi belki. Makro istikrarın sağlanmış olması önemli. Ama bir ülkede kalıcı bir ekonomik başarı sağlanası için sadece makro istikrar yeterli değildir. Mutlaka mikro başarıların da olması gereklidir. Türkiye'nin daha çok üreten efendim daha çok markaları olan daha çok uluslararası alanda rekabet edebilen, araştırma geliştirmeye pay ayıran, yüksek üst düzey firmalarını küresel rekabete yönelten ve burada başarılı olan bir perspektife sahip olması lazım. Ayrıca orta direğin güçlendirilmesi lazım. Orta direği güçlü olmayan yani esnafı, sanatkârı ve kobileri güçlü olmayan bir ekonominin de uzun süreli ve kalıcı bir istikrar içerisinde olması mümkün değil.
 
Biz mesela bunun için ‘kent ekonomileri forumu’ yaptık. Mart ayında Gaziantep'ten başladık, 76 ili dolaştık. Ankara'dan buyurgan bir üslupla ‘ekonomide şunu yapalım, şu projeleri planlayalım’ demek yerine kentlerdeki ekonominin bütün çözüm ortaklarını bir araya getirdik. Ticaret, ziraat, sanayi odalarını, iş adamlarını, kadın girişimcileri, üniversiteleri, kalkınma ajanslarını, ekonomiyle ilgili kim varsa hepsini bir araya getirdik. AK Parti'nin yönettiği bir iş olmasına rağmen muhalif olan gruplar da katıldı. Çok değerli bir çalışma oldu. Bu forum sonucunda şunları istedik: İstediğiniz 5 tane vizyoner proje nedir? İnşallah 2014 bütçesinde her ilde en azından bir iki projenin gerçekleştirilmesi için katkı sunmayı hedefliyoruz. Yerel kalkınmayı sağlayacak önemli bir adım. Amacımız merkezden planlamak yerine herkesin elini taşın altına koyduğu bir kalkınma sürecini başlatmak.
 
Türkiye'nin her tarafının şantiyeye çevrildiği herkesin kalkınma sürecine katkıda bulunduğu yeni hamleye ihtiyaç var çünkü.
 
- Ekonomik dengeler açısından bu hamle ne değişiklikler getirecek?
 
Orta sınıfların güçlendirilmesi için katkısı olacak. Bir temel ayağımız da alt gelir gruplarının alım gücünün artırılması olacaktır. Türkiye'nin önümüzdeki dönemde yeni bir faza geçmesi zorunludur. Bu yeni fazdan kastımız,  üç ayağı kuvvetli bir ekonomi. Sadece pantolon gömlek üreterek uluslararası alanda rekabet eden  değil, marka üreten efendim patentleri olan bir Türkiye. İçeride de üretimi son derece canlı olan bir Türkiye. İhracatı kuvvetli olan bir Türkiye. İstihdamı geliştirmiş olan bir Türkiye. Türkiye'nin mutlaka bölgesindeki ekonomik potansiyelini de yanına alması lazım, karşılıklı fayda prensibi içerisinde. Mesela bunun için sınır aşan sinerji koridorları. İnşallah Suriye, Irak ve diğer bölge ülkelerindeki sıkıntılar bir an evvel biter ve şehirler üzerinden bölgesel kalkınmaya katkıda bulunan bir Türkiye. Böylece Türkiye bütün o ülkelerin ekonomik gücünden de bir şekilde yararlanmış olacak. Ayrıca Türkiye'nin üzerinde çalışması zorunlu olan bir alan da, bütünleşik bir enerji stratejisini ortaya koymaktır. Bunun için de bütün ilgili kurumlar çalışıyor. Evet maalesef enerjide bir şekilde dışa bağımlıyız ama biz kendi kaynaklarımızı da üretecek bir çalışma içerisindeyiz. Mesela Türkiye yeni bir alan olarak kaya gazından da istifade edecek. Rüzgar enerjisinden de istifade edecek. Yenilenebilir diğer enerji kaynaklarından da istifade edecek.
 
- Şimdiye kadar hep uzak kaldığımız bir alan. Yenilenebilir enerjiye hep mesafeli olduk, nedense.
 
Bütün bunların hepsi işte bir zihniyet meselesi. Bildik alışıldık şeyleri devam ettirmek kolay. Ama bir atılım bir yenilik lazım. Şimdi 2023 ekonomik perspektifimiz de böyle olacak. Allah'ın izniyle 2023'e geldiğimiz zaman makro ekonomik göstergelerimizle övünmenin yanında biz şu malları üretiyoruz, biz şu kadar istihdam oluşturduk. Memleketin şu kadar yerinde yeni fabrikalar kurduk, diyebilmeliyiz. Bunun önünü açtığınız zaman Türkiye kazanıyor
 
Türkiye dünyada ekonomik olarak birinci lige nasıl çıkar?
 
En son 23 Haziran'daki FED açıklamasıyla ortaya çıkan kriz gösterdi ki, Türkiye'nin de içinde bulunduğu gelişmekte olan ülke Brezilya, Hindistan, Meksika, G. Kore, G. Afrika gibi ülkeler buradan etkilendi. Çok şükür bunların içinden en az etkilenen ülke Türkiye. Şimdi dünya ekonomisi bu tür krizlere açık bir yapıdadır. Öyle görünüyor ki önümüzdeki 10 yıllarda, dünya ekonomik krizlerle karşı karşıya kalabilir. Belki enerji krizleri, su krizleri gıda krizleri başlayacak. Böyle bir süreçten geçiyoruz. Burada çok net söylüyorum Türkiye artık eski Türkiye değil. Biz bir sınıf atladık. Dünyanın ekonomik olarak birinci ligine çıkabilmemiz için birkaç adım daha atmamız gerek. Bunun da yolu güçlü bir ekonomiden geçiyor. Sadece spekülatif parayı çeken, temel makro ekonomik göstergeleri düzgün olan bir Türkiye'nin ötesinde, bir kriz anında üretim kabiliyetini kaybetmeyecek bir Türkiye. Geçmiş bütün krizler de bize bu dersi vermiştir. Asya Krizi'ne baktık, birçok ülke yalpalarken gördük ki tezgâhı dağıtmayanlar, üretim kabiliyetini yitirmeyenler ayakta durdu. Türkiye'nin bunu güçlendirmesi lazım. İnşallah Türkiye ekonomik gücünü, diğer tarafta da siyasi istikrarını ve içindeki toplumsal barışını sağlamış olacak. Böyle bir Türkiye'nin gelişmesinin önünde kimse duramaz.
 
Çözüm süreci
 
- Çözüm sürecine ne oldu? Hükümetten ve Kürt tarafından karşılıklı açıklamalara bakacak olursak, durmuş gibi görünüyor.
 
Şurası bir gerçek ki, süreci halkımızın büyük çoğunluğu destekliyor. Çünkü millet çözümsüzlükten bıktı. En başta da Doğu ve Güneydoğu Anadolu'daki halkımız bıktı. Dolayısıyla çözüm sürecini sona erdirecek, baltalayacak olan her söz, eylem ve niyet halkımız tarafından görülüyor. Kim bu sürece karşı çıkarsa siyaseten kaybeder. 28 yıl boyunca 32 bin insanımız öldü. Bir canın karşılığı dünyadaki bütün servetlerle ödenemez. Fevkalade ağır bir insani sorunla karşı karşıyayız. Terörün ülkeye maliyeti üzerine çalışmalar yaptık.  Bunu inşallah önümüzdeki günlerde bir basın toplantısıyla kamuoyuyla paylaşacağız.
 
- Neyi paylaşacaksınız, ipucu verebilir misiniz?
 
Sadece şunu söyleyebilirim, Türkiye'de bu 28 yıllık terör olmasaydı, ülkenin yıllık ortalama büyümesi 4.07 değil de 4.57 olsaydı, yani yüzde yarım daha fazla kalkınsaydı, bunun Türkiye'ye getireceği ilave getiri 1.2 trilyon dolardı. Yani, terör en iyimser hesaplamayla Türkiye'nin 1.2 trilyon dolarını kaybettirdi… Bu çok büyük bir kayıp. Çözüm süreciyle birlikte böylesine büyük bir alternatif maliyetten Türkiye kurtulmuş olacak. Eğer Türkiye terörle bu kadar çok şey kaybetmeseydi, yani büyüme performansında bu kısıtlama ortaya çıkmamış olsaydı bunun karşılığında Türkiye'de her ailenin bir evi, bir arabası olurdu. Onlarca Keban Barajı yapılabilirdi, şimdiye kadar yaptığınız yolların 4 katı 5 katı yapılırdı. Türkiye belki şimdiye kadar terör olmasaydı Göktürk-2 uzay aracı10 sene evvel uzaya gönderilirdi. İnşallah bundan kurtulacağız. Kim buna karşı çıkarsa çok açık söylüyorum hem tarih önünde sorumlu olur, hem milletin vicdanında sorumlu olur ve gerçekten de siyaseten kaybeder.
 
- Biz Milliyet gazetesi olarak yazın başında Güneydoğu illerini gezdik, Kürt siyasetçilerle, halkla, emniyet mensuplarıyla konuştuk. Dediğiniz gibi barış ihtiyacı ve beklentisi çok yüksek. Fakat gelinen noktada devletin üzerine düşeni yapmadığını iddia eden bir taraf Kürt siyasi kanadı ve ‘Silah bırakmadılar’ diyen bir hükümet var.
 
- Üç farklı irade yan yana geldi de çözüm süreci başladı: Birincisi devletin siyasal çözüm iradesidir. İkincisi elinde silah olanın silahı bırakma iradesidir, üçüncüsü de halkın kamuoyunun desteğidir. Bu üç irade yan yana geldi. Daha evvel de biliyoruz ki rahmetli Özal, rahmetli Erbakan da Kürt meselesinin çözümü için inisiyatif kullanmaya kalktılar. Ama eski Türkiye'nin o derin yapısı buna müsaade etmedi. Gelinen noktada hükümetin en büyük başarısı milletle el ele statükonun, derin yapının büyük ölçüde çözülmesidir. Çözüm süreci için bu sorunun çözülmesi de son derece önemliydi. Şimdi burada Sayın Başbakanımızın 'bedeli ne olursa olsun bunu çözmeye hazırız' iradesi çok kuvvetli bir iradedir. Terör örgütünün artık silahla bir sonuç alınamayacağını görmüş olması ve başka birçok siyasal nedenlerle 'biz de silahı bırakıyoruz' iradesi önemli bir iradedir. Ama hepsinden daha da önemlisi halkın bu konuda göstermiş olduğu katkıdır, vermiş olduğu destektir. Bu Üçü şu anda var olmaya devam ediyor. Bence meselenin kilit noktası burası. Kim bu süreci durdurursa o kaybeder. Bunu çok net, açık söylemek lazım. Evet, bir günde dediğim gibi çözmek mümkün değil, 28 yıldır terörle birlikte devam eden bir süreç. Ben açık söyleyeyim, terör örgütü ne kadar silah bıraktı, kaç kişiyi bıraktı bunlar da işin teferruatı. Terör örgütü bugün silahların hepsini bıraksa, yarın bir gün uluslararası terör siyaseti PKK'yı ya da bir başka örgütü silahlandırmayı istediği anda, onlara dünyanın en iyi silahlarına bir günde verir. Kaç kişinin teslim olduğundan, kaç kişinin silah bıraktığından daha önemli olan artık bir tek kişinin dahi dağa çıkmayı düşünmeyeceği bir Türkiye'nin kurulmasıdır. Zaten şu ana kadar bir dönemde en fazla 4 bin 500, 5 bin terörist olmuş. Dağdan adam indirmek zor, ama dağa adam çıkartmamak daha kolaydır. Ben çözüm konusunda baştan beri iyimserim. Türkiye bu sorunu çözecektir. Siyasi birikimiyle, Sayın Başbakanımızın kararlılığıyla bunu çözecektir. Ama en önemlisi Türkiye'de 76 milyon bu konuda kararlıdır. Bu kararın karşısında kimse duramaz.
 
Geçen yıl Has Parti’yi AK Parti saflarına kattınız; şimdi partinin ağır topları arasında gösteriliyorsunuz. Ak Parti içinde siyasi geleceğinizi nerede görüyorsunuz? Başbakan ve kurmaylarının size yaklaşımı nasıl?
 
Geçen yıl 30 Eylül’de partiye katıldık, bir sene oldu. Ama daha ilk aylardan itibaren çok rahat bir uyum ortaya konuldu. Arkadaşlarımızın çoğu geçmişten de tanıdıklarımız.. Biz de elimizden gelen katkıyı sunmaya devam ediyoruz. Bu süreç benim ve diğer arkadaşlarımız için de beklediğimizden çok daha rahat oldu. Ben hiçbir zaman acaba Numan Kurtulmuş nerede olacak gibi kişisel bir siyasal hesapla siyasetin içinde olmadım. Çünkü nihayetinde siyasette eğer bir pozisyon üzerinden insanları konumlandırmaya çalışırsak bunu etkileyen iki temel faktör var, bunlardan birisi halkın talebi. Diğeri de Hakk’ın takdiridir. Yarına çıkıp çıkmayacağımı bilmiyorum ki, bunun hesabını niye yapayım? Üniversitedeyken de, siyasette de ta gençlik yıllarından itibaren bir idealin peşinden koşuyoruz: Güçlü ve büyük bir Türkiye'nin kurulmasına, öncü bir Türkiye'nin kurulmasına katkıda bulunmaktır. Biz bugün duvara bir taş koyuyoruz. Yarın başka bir taş koyarız, yarın başka bir arkadaşımız bir taş koyar. Burada isimlerin insanların kendi kişisel kariyer planlamasının çok bir anlamı yok. Allah bir milletin gidişatında eğer bir şeyi takdir ederse zaten birilerinin eliyle bunu yapacak. Dolayısıyla bu rahatlık içerisinde hep hareket ettim.
 
AK Parti çatısının altında bir gün bir gayrimüslim de görür müyüz?
 
Şu anda zaten Ak Parti teşkilatlarında gayri Müslim vatandaşlarımız yer alıyor. Bu en nihayetinde talep meselesidir. Bizim yapmaya çalıştığımız temel şeylerden birisi siyasette herkesin önünü açmaktır. Toplum kesiminin ne kadar büyük bir kısmı siyasi süreçlere katılırsa siyaset elitler arasında bir oyun olmaktan çıkar. Türkiye toplumu büyük çoğunluğu ile Müslüman bir toplumdur. Ancak sonuçta bu ülkede gayrimüslim vatandaşlarımız yaşıyorsa onların da siyasal süreçlerin içerisinde yer alması son derece doğaldır.
adminadmin