Köşe Yazıları
Giriş Tarihi : 31-08-2016 11:09   Güncelleme : 31-08-2016 11:09

Türkiye Ve Emperyalizm…

Türkiye Ve İçerisinde Bulunduğu Stratejik Durum

Türkiye Ve Emperyalizm…

Türkiye, iki bin yıllık devlet gelenek ve tecrübesine sahiptir. Bir başka deyişle bir deniz ve dehliz gibidir. Kendi iç dünyasında ki çekişmeler, son yıllarda ki batı oyunları sonucunda ki bürokratik yapısında ki kargaşa ve ihanet girişimleri bile bu gerçeğin ortadan kalkmasına yetmemiştir. Bu devlet ve milletin hafızası her an canlı, dinamik ve tarafgirdir.

Bu denli geniş bir tarih ve tecrübeye sahip olan devletin, elbette stratejik kararlar alışında hatırı sayılır bir geçmişi, deneyimi ve devlet aklı hakimdir. Bu sebeple, günümüzün en sıcak konusu olan darbe girişimi, dozu hayli artmış olan terörizm girişimleri, ABD ve AB ülkelerinin takındığı tavır ve tutum da bu aklın süzgecinden geçmiştir ve geçmektedir. Batı şunu bilmelidir ki, tüm bu sancılı dönemler geçer ama yaşanılanlar yine bu devletin aklına nakşedilir elbet…!

Bütün bu hengameler, sorun sarmalı karşısında bile, Suriye topraklarına havadan ve karadan taarruz plan ve eylemi yapan bu devlet, işte o engin geçmişinden beslenmişlik sonucunda girişmiştir.

Elbette her savaş önemli bir maliyet demektir. Elbette önemli risk içeren kararlar manzumesidir. Elbette kazanımlarla beraber kayıplarında olması ihtimal dahilindedir. Ancak, bir konunun altını önemle ve özenle çizmemiz gerekmektedir.

Az evvel de bahsettiğimiz gibi, bin yıllar boyu gibi devasa bir zenginlik sahibi olan bu ülke, tarihinin hiç bir evresinde emperyalist bir politika izlememiştir. Zaman zaman basiretsiz, dirayetsiz yöneticiler iş başına gelmiş olsalar bile bu devlet gelenek, anlayış ve inancından yine de esneme olmamıştır.

Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş yılından günümüze kadar geçen süreçte bu iz düşümden sapma göstermemiştir. Ancak, özellikle ve özellikle, one minute girişimi, BM genel kurulda ki dünya beşten büyüktür sözünün en yüksek makamca ve en yüksek seda ile seslendirilmesi sonucu, bu gerçek yüreklere bile nakşolunmuştur. Bu Devletin duruş, tavır ve seslenişleri sadece kendi devlet ve halkının isyanlarını değil, tüm dünya mazlumlarının duygusal tercümanı olmuştur. Bu gerçek sadece İslam coğrafyasında değil, Asya, Afrika ve hatta Güney Amerika ülkelerince bile hakkı teslim edilen bir gerçek konumundadır. Bütün bu altın değerinde ki puanlar bu Ülkenin hanesine yazılmıştır.

Bütün bu altın kazanımlar sonucunda, geniş bir sempati hinterlandı kazanmış olan Türkiye Cumhuriyeti, elbette bu bakiyeden zaman zaman istifade de edecektir. Bu veriler ışığında, sapık ve ucube bir oluşum olan Daeş terör örgütünün, bu ülke sınırları içerisinde uyuyan hücreleri olacakta, hanesi bu denli altınımsı puanlarla dolu bir ülkenin, farklı coğrafyalarda, uyuyan değil, uyanık ve dinamik hücreleri olmasın öyle mi…! ??

Bu sebepledir ki; tüm Orta Doğu Coğrafyasında kara harekatı yapıp en az zayiat verecek asker yine Türkiye Cumhuriyeti askerleri olacaktır. Bu gerçek o kadar çıplak halde ortadadır ki, bu sebeple ne ABD ne RUSYA burada kara harekatına girişememektedirler.

Daha da ötesi, ne ABD ne RUSYA burada uzun soluklu bir savaşı yürütebilecek konum ve kudrete de sahip değillerdir. Özellikle de ABD, geçmiş kredisini kullanarak bir takım sözlü girişimlerde bulunmaktadır. Bunun adı düpedüz Blöf’tür ve bu blöf görülmüştür…!

Az evvel de bahsettiğimiz gibi, elbette savaşa girmenin, hele hele de kendi sınırlarınız dışın da bir harekat başlatmanın önemli riskleri barındırdığı gerçeğini pas geçmiyoruz.

Ancak, burada bir risk analizi yapacaksak eğer, bu durumun iki ana saç ayağı olduğunu asla göz ardı etmemeliyiz…

1: Savaşa girmeyecek, mevcut koşullara müdahale etmeden zamanın bize ne getirdiğine ” ne çıkarsa bahtımıza ” kumarı ile bakıp hareket edecek

2: Binlerce yıllık tecrübeden hareketle, ya şimdi müdahale edecek, belli bir bedel ödeyerek sonra ki süreçte daha ağır bedellerin önüne geçeceğiz.

Elbette ilk şıkkın düşünülmesi bile ihtimal dahilinde değildir. Zira akıl ve tecrübe haznemiz, birinci şıkkı daha ilk anda eliminize etmemize kaynaklık etmektedir. Zira beklemek demek, kendimizi batının merhametine bırakmak demektir ki, bu durum ise düpedüz intihar eylemi anlamına gelmektedir.

Kendimize hem Devlet ve hem de millet bazında inanacak, güvenecek ve Sırtımızı RABBİMİZE dayayarak risk içeren kararları almaktan da imtina etmeyeceğiz.

Bu harekat, Cerablus üzerinden iç derinlik harekatıdır. Oysa yukarıda uzun uzadıya açıkladığım gibi, risk alacak ve harekatı Fırat’ın Doğusuna da yayarak PYD unsurlarını da sınırlarımızdan bertaraf etme boyutlarına kadar taşımalıyız. Bu durum pek tabi ki daha büyük riskleri içermektedir. Ancak biz problemi geçici bir müdahale ile savuşturmak istiyorsak eğer, bu durum da hiç girişmememiz bence daha mantıklı gelmektedir. Zira sadece Cerablus ve derinlik dışına çıkmayan bir harekat kör ve topal bir harekat demektir ki, bunun aksama ve sancıları kısa zaman sonra mutlaka nüksedecektir.

Bizim harekatı Fırat’ın Doğusuna kaydırmamız sonrası pek tabidir ki ABD ve AB için de homurdanmalar ve hatta aykırı sesler çıkacaktır. Belki bir takım yaptırımlar ile de karşı karşıya kalacağız. Ancak bizim bundan başka seçeneğimiz şu aşamada yoktur. Bu durum tam anlamıyla ” YA DEVLET BAŞA YA KUZGUN LEŞE ” düsturunun hayat bulması evresidir.

Eğer sorunlara kalıcı ve kökten çözüm istiyorsak ve eğer güney sınırlarımızı emniyete almak istiyorsak ve sinek değil bataklık hedef alıyorsak, bu harekat mutlaka doğuya doğru evrilmelidir.

adminadmin